Paylaş
Henüz sürecin hangi aşamada olduğunu net olarak bilmiyoruz ama bildiğimiz bir gerçek var:
Alsancak Limanı sadece İzmir için değil, Türkiye’nin ihracatı için de stratejik bir değer taşıyor.
Batı Anadolu’nun en önemli limanı olan Alsancak, tarih boyunca İzmir’in dünyaya açılan kapısı oldu.
Belki de çok daha önce özelleştirilmesi gereken bir limandı.
Zamanında ihalesi yapılmış, hatta sonuçlanmış ama sonradan iptal edilmişti.
Bugün yeniden gündeme gelmesi tesadüf değil.
Türkiye’nin önünde 500 milyar dolarlık bir ihracat hedefi var.
Bu hedefe ulaşmanın yolu, mevcut limanların kapasitesini artırmaktan, yeni yatırımlar yapmaktan geçiyor.
Alsancak Limanı’nın dönüşümü sadece İzmir’in değil, ülkenin ihracat vizyonu için de kritik bir eşik.
Üstelik bu konu sadece ekonomik bir mesele değil.
Liman projesiyle birlikte İzmir Körfezi’nin derinleştirilmesi, taranması da gündeme gelecek.
Bu adımlar körfezin temizliği ve ekolojik geleceği açısından da belirleyici olacak.
Yani meseleye sadece ticaret açısından değil, çevre ve yaşam kalitesi açısından da bakmak gerekiyor.
Şunu unutmamak lazım:
İzmir’in tarihinde limandaki hareketlilikle kentin yükselişi hep paralel olmuştur.
Liman büyümüşse şehir de büyümüştür.
O yüzden Alsancak Limanı’ndaki her gelişme, İzmir’in ekonomisi kadar moralini de yukarı çekecektir.
Bir başka ayrıntı daha var:
Liman dosyası açıldığında, Körfez Geçiş Projesi’nin de yeniden gündeme gelmesi muhtemel.
İzmir artık eski İzmir değil.
Pandemi sonrası kente olan ilgi arttı, nüfus hızla büyüyor, sanayi bölgeleri Aliağa ve Bergama’ya doğru genişliyor.
Yarımada’nın cazibesi arttıkça kentin ulaşım yükü de ağırlaşıyor.
İşte tam bu noktada, körfezi özel bir projeyle birbirine bağlamak sadece ulaşımı rahatlatmakla kalmayacak, İzmir’e yeni bir silüet de kazandıracak.
Bu yüzden Alsancak Limanı’na dair atılacak her adımı dikkatle takip ediyorum.
Çünkü İzmir, Türkiye’nin geleceğinde çok daha büyük bir rol üstlenecek.
Buraya yapılacak yatırımlar, başka şehirlerden çok daha hızlı geri dönüş sağlayacak.
Alsancak Limanı dosyası aslında İzmir’in kader dosyasıdır.

Google çökünce hayat da çöktü mü?
BİRKAÇ saatliğine Google çöktü, sanki hayat durdu.
E-postalar gitti, haritalar açılmadı, dosyalar kayboldu.
Kiminin işi yarıda kaldı, kimi sadece sosyal dünyasından kopmuş gibi hissetti.
Bu bağımlılık tıpkı sigara ya da kahve gibi elimizden alındığında büyük bir boşluk yaratıyor.
Bugün bir arkadaşınıza adres tarif etmeyi hala becerebilir misiniz?
Ya da Google olmadan bir araştırmayı nasıl yapacağınızı hatırlıyor musunuz?
Dijital bağımlılık dediğimiz şey, teknolojiden vazgeçememek değil, bütün hayatımızı tek merkeze bağlamış olmamız.
Bu sadece teknik bir aksaklık değil, belki de hepimize verilmiş bir uyarı.
Bir gün bu dev sistemler durduğunda elimizde ne kalacak?
Yerli alternatiflerden bahsediyoruz yıllardır.
Ama hala, “Google yoksa hiçbir şey yok” algısındayız.
Oysa dijital bağımsızlık tıpkı enerji bağımsızlığı kadar kritik bir mesele.
Nasıl ki doğalgazı sadece tek bir ülkeden almak riskliyse bilgi akışını da tek bir tekele bağlamak aynı derecede riskli.
Bu işin bir de ekonomik boyutu var.
Reklam gelirleri, trafik avantajları, içerik üreticilerin kaderi de böyle.
Hepsi tek bir algoritmanın insafına bırakılmış durumda.
O algoritma değiştiğinde ya da sistem çöktüğünde koskoca yayın organları bile çaresiz kalıyor.
Teknoloji hayatımızın vazgeçilmezi.
Ama bağımlılık vazgeçilmezlikten farklıdır.
Bağımlılık özgürlüğünüzün elinizden alınmasıdır.
Google’ın çökmesi belki de bu yüzden sadece birkaç saatlik bir aksaklık değildi.
Taraftarın alkışına yatırım yapıyoruz
FUTBOLDA transferler için konuşulan rakamlara inanamıyorum.
Gerçi sadece bizim ligimiz için değil, bütün liglerde milyon dolarlar havada uçuşuyor.
Spor ekonomisi giderek büyüyor.
Ve duygusal değil, profesyonellerin yönetmesi gereken bir döneme doğru gidiyor.
Taraftar baskısını hissetmeden bu kararların alınması gerekiyor aslında.
Ama çoğu zaman taraftarlık ağır basıyor ve kulüplerin bütçelerinden ödeyemeyecekleri rakamlar çıkıyor.
Sonra da bu faturaları ödemek zorlaşıyor.
Bir futbolcu için milyonlar harcayan bu kulüplere amatör branşlar ya da altyapılar için para harcamaya ikna edemiyorsunuz.
Ben işte buna üzülüyorum.
Çocuklarımız, gençlerimiz için daha iyi şartlarda spor yapma imkânı tanımak yerine taraftar baskısıyla ve tamamen duygusal nedenlerle kaynaklar buralara harcanıyor.
Benim üzüntüm tam da burada.
Çünkü çocuklarımızın spor yapabileceği sahalara değil, taraftarın alkışına yatırım yapıyoruz.
Üç ay daha yağmur yok
BU ne demek biliyor musunuz?
Bundan sonra daha uzun yazlar, daha sıcak günler demek.
Hatırlayın; yakın bir geçmişte ilkbaharlar, sonbaharlar hep yağmurlarla geçerdi.
Ve hatta güneşi özlerdik.
Şimdi 40’ların üzerine çıkan sıcaklıklar öyle bir hafta, 10 gün değil, aylar sürüyor.
Ağustosun yarısı yaz, yarısı sonbahardı.
Şimdi eylül, ekimler bile öyle değil.
Ara geçişler, mevsimler sanki ortadan kalktı.
Meteoroloji uzmanları açıkladı, “En az 3 ay daha yağmur yok” diye…
Yağmur yağdı mı sel yapacak kadar yağıyor, yağmayınca da aylarca bekletiyor.
Gerçekten bir iklim krizinin tam ortasındayız.
Ve bütün veriler bu tablonun uzun bir süre daha devam edeceğini gösteriyor.
Hepimizin yapması gerekenler var.
Küçük adımlar bile büyük neticeler getirebilir.
Paylaş