Evden çalışmak ve verim almak mümkün değil diye…
Nitekim dünya devlerinden de benzer açıklamalar geliyor.
Pandemi nedeniyle çalışanlarına uzaktan çalışma imkanı tanıyan Amazon, sonbaharla birlikte ofise dönüleceğini açıkladı.
Google’da da işler değişti. Pandemi öncesinde de esnek çalışma modellerine sıcak bakan ve şirketi böyle dizayn eden Google; nisan sonu itibariyle ofisten çalışılmaya başlanacağını söyledi. Eylül ayında ise tüm çalışanların haftada 3 gün ofise gelmesini zorunlu hale getireceklerini açıkladı.
Bizde de bazı gruplar, holdingler evden çalışmayla ilgili açıklamalar yaptılar ve bazı kadroların kalıcı olarak evden çalışacaklarını duyurdular.
Şu net ki;
Hatta uzun yıllar küçük ilanları bile okurdum. Reklam dünyası her zaman ilgimi çekmiştir. Sadece bir ürünün ya da bir yerin tanıtımı için değil; benim için bir haber kaynağı da olmuştur reklamlar...
O yüzden televizyonlardaki reklam aralarında kanal kanal gezinmem.
Bir outdoor ilanının önünde durup o konuyu nasıl işlediklerini inceler, notlar bile ararım.
Tabii son yıllarda sosyal medya ilanları da ilgi alanımda...
Çok yaratıcı reklamlar olduğunu da söylemeliyim.
Aslında bütün yollar markalaşmaya gidiyor. Hangi mesleği yaparsanız yapın, hangi ürünü üretiyorsanız üretin iyi anlatmanız, iyi tanıtmanız lazım.
Kocaoğlu döneminin en beğendiğim hizmetlerden biri kooperatiflere verilen desteklerdi.
Bana göre Tire’deki süt üreticileri için verilen destekler bir başarı hikayesi yarattı.
Sütte bugün İzmir fiyatı, kaliteyi, üretim ekonomisini belirleyen bir merkez haline geldiyse bunda uygulanan kooperatif modelinin büyük payı vardır.
Ben İtalya ve İspanya’yı çok yakından takip ediyorum.
Fransa’da önemli hikayeler var ama kooperatifleşmede iki ülkenin belirgin bir başarısı bulunuyor.
Yerel bir ürünü dünya pazarlarına tanıtabilmek, satabilmek gerçekten başarıdır ve alkışı hak eder.
Arada hatırlatmalar yapıyorum.
Büyük şehirlerin pandemi sonrasındaki trafik problemleri çok daha ağırlaşacak.
Ve hatta salgınla birlikte değişen yaşam alışkanlıklarından dolayı yazlık yerlerde de birinci problem trafik, ulaşım olacak.
İstanbul’un trafiği ve yollarda geçirilen süre her zaman konuşulur.
Türkiye’nin kalbi İstanbul’da attığı ve altyapı yatırımları sürekli yapıldığı için ben İstanbul’u şanslı buluyorum.
Evet; hala trafik yoğun ve sıkışım ama alternatifler de yok değil.
Belki de daha sıkı tedbirlerle ve daha uzun bir süre kapanmalıydık.
Ama her ülkenin kendi gerçekleri ve şartları var.
Türkiye gibi ülkeler ekonomilerini kapatmadan, hayatı yavaşlatarak bir yöntem izliyor.
Pandeminin ilk dönemini çok iyi yönettik.
Herkesin bilmediği ve hazırlıklı olmadığı bir süreçte belki de insanların endişesi daha fazla olduğu için dikkatliydik.
Ama şu bir gerçek;
Bu vaka sayılarıyla devam edemeyiz. Ramazan döneminde mümkün olduğu kadar Türkiye’nin dinlenmesi, dinlendirilmesi gerekir. Yaptığımız her yanlışın sonuçları çok ağır oluyor.
Bu sefer de öyle oldu.
Mart başında tedbirler biraz gevşetilince her şeyi bitmiş kabul ettik, tablo ortada...
Oysa bu gevşemenin bir nedeni vardı.
Özellikle hizmet sektörü sıkıntılı bir süreç yaşamıştı. Restoranlar, lokantalar, kafeler 2020’nin yarısını kapalı ya da yarı kapasite çalışarak geçirmişlerdi.
Özetle şöyle diyordu;
“İzmir kulüpleri özellikle Karşıyaka, Göztepe, Altınordu ve Altay, bir adım geride İzmirspor, gerek geçmişleri gerek taraftar sayılarıyla, her biri bir kent değeri konumunda.
Göztepe Sayın Mehmet Sepil’in stratejik yönetimiyle süper Lig’e yükselerek kendini mali olarak döndürebilen bir yetkinliğe ulaştı.
Yine Altınordu’da Sayın Mehmet Özkan muhteşem tesisleri ilk alt yapıyı önceleyerek yetiştiricilik gelirleriyle sağlam bir modelleme oluşturdu ve Türk futboluna damga vuracak adımları herkese hissettiriyor.
Bu süreçte Karşıyaka ve Altay’ın da gecikmeden benzer bir yolculuğa çıkması elzem gözüküyor.
İlk aşamada İZVAK’ın yönetim imtiyazını elinde tuttuğu İzmir Futbol Holding A.Ş kurulur.
O da İzmir gibi bir kentin artık uluslararası büyük organizasyonlara evsahipliği yapması gerektiğiydi.
1971’de İzmir Akdeniz Oyunları’na evsahipliği yapmış ve çok başarılı olmuştu.
O gün yapılan spor tesisleri İzmir’deki spor kültürünün gelişmesinde katkı sağlamış ve sportif başarılar üst üste gelmişti.
Daha doğrusu dünyanın her yerinden gelen sporcular İzmir’i hayatları boyunca unutmayacaklardı.
Sporun, sanatın işte böyle bir etkisi var.
Bu işletmelerin ayakta kalması gerekiyor.
Bu pandemi birkaç aya sönecek, aşılar arttıkça her ülke biraz rahatlayacak.
Ancak bu işletmelerin dayanacak gücü de kalmadı.
Devletleri, hükümetleri çok iyi anlıyorum.
İmkanları olan ülkeler ciro kayıplarını karşıladılar ve işletmelerin yaşamalarını sağladılar.
Ama bu imkanı olmayanlar süreci zamana yaydılar.
Hepsinin enerjisi tükenmiş durumda.
Son günlerde her gittikleri evden, her aldıkları numuneden pozitif sonuçlar çıktığını söylüyorlar.
Üstelik İngiliz mutantı diye adlandırılan yeni virüsün çok daha ağır geçtiğini söylüyorlar.
Resmi vaka sayıları da 55 binleri geçtiğine göre bu sayıyı da en az dört ve beşle çarparak gerçek sayıyı bulabiliriz.
Bütün dünyada genel kabul de böyle zaten...
Çünkü hiçbir belirtisi olmadan, ayakta geçiren milyonların olduğu söyleniyor.
Pandemi öncesi yer bulmakta zorlandığım kafede çok az masa vardı. Garson arkadaşlar da kendi aralarında sohbet ediyorlardı.
Bir ara konuştuklarına kulak misafiri oldum.
Ben borsa endeksini konuştuklarını zannettim.
İkinci çayımı söylerken; tanıdığım arkadaşlara takıldım, “Nasıl gidiyor?” diye...
Borsa değil, kripto paralarla ilgileniyorlarmış.
Birkaç dakikada nereden, neleri alıp sattıklarını, gece yarısına kadar çalıştıklarını anlattılar.
Yüz yüze iletişim gibisi yok; diye...
Meslekte 30 yılı çoktan geçtim. Bugünün teknoloji olanaklarıyla nerede olduğunuzun bir önemi yok gibi gözükse de; gazetecilik gibi iletişimin yüksek kullanıldığı bir sektörde uzaktan gazete yapmanın zor olduğunu görüyorum.
Aslında bu durum bize özgü de değil.
Salgının arttığı günlerde dünyanın önemli şirketleri evden çalışmayı kalıcı hale getirmişlerdi.
Uluslararası büyük şirketlerin başında Google, Facebook vardı.
Google salgın öncesinde de esnek çalışmayı teşvik eden bir iş modeli kullanıyordu.
Mısır’da 18 kral ve 4 kraliçe mumyası “Firavunların Altın Geçidi” olarak adlandırılan kortejle Kahire’deki müzeden Giza’daki yeni müzeye taşındı.
Ve bu tören 400 televizyon kanalından canlı yayınlandı.
Yeni Mısır Medeniyeti Ulusal Müzesi’ni herkes gibi ben de merak ediyorum.
Pandemi biter bitmez ilk gideceğim yerlerden biri de Mısır olacak.
Kortej kral ve kraliçelerin iktidarda oldukları döneme göre kronolojik olarak dizilmişti.
Kral II. Ramses Mısır’ı MÖ 1279’dan itibaren 67 yıl boyunca yönetmiş, tarihte bilinen ilk barış anlaşmasını imzalayan hükümdardır.
Cuma günü Konak Belediye Başkanı Abdül Batur ile Konak Engelsiz Yaşam Köyü’ne gittik.
Bizi merkezin müdürü Bahar Bozarslan Öncel karşıladı.
Hep yazıyorum.
Çok genç yaşlardan bu yana kendimi yakın hissettiğim sivil toplum örgütlerine üye oldum.
Çoğunda aktif çalıştım, sosyal projelere destek oldum.
Geçenlerde baktım sayıları 30’u geçmiş.
Ve gerçekten öyledir.
Markanıza sürekli yatırım yapmanız gerekir.
Elbette parametreler bugünün dünyasında hep değişiyor.
Rakipler çıkıyor, piyasa şartları değişiyor.
Ama siz uzun vadeli düşünüp yatırım yapmaya devam ettiğinizde hep kazançlı oluyorsunuz.
Size bir örnek vereyim.
Benim ailemde bir otizmli yok ama çevremde, yakın dostlarım arasında çocukları otizmli olanlar var.
Ben de otizmle bu sayede tanıştım.
Onların yaşadıklarını gözlemledim, hissettiklerine ortak oldum.
Ve bir gün Nüvit Uyar geldi ziyaretime...
Uyar’ı mimar olarak tanımış ve izlemeye başlamıştım.
Bu seferki konuk da bendim.
Fulya’yla biraz pandemiyle değişen hayatımızı ama daha çok da İzmir’i konuştuk.
Aslında İzmir ile ilgili konuşurken, yorum yaparken Çanakkale’den Antalya’ya kadar uzanan geniş bir coğrafyayı konuşmak gerekir.
Bir Çanakkaleli’nin, bir Uşaklı’nın, bir Balıkesirli’nin, bir Denizlili’nin, bir Muğlalı’nın mutlaka İzmir ile bir bağlantısı vardır.
Ve bütün bu ilişkilerin tam ortasında hep İzmir vardır.
Pandeminin ilk günlerinde kimse salgının bu kadar süreceğini tahmin etmemişti.
Bilim ne kadar ilerlese de, bilinmezlikler o kadar çokmuş.
Yine de daha iyi bir dünya için mücadele ediyor herkes...
Yerel seçimlerin üzerinden iki yıl geçti.
Böyle bir dönemde belediye başkanlığı yapmak da zordu.
Pandemi seçim döneminde verilen sözlerin önüne geçti.
Sağlığı en başa koyduğumuz için diğer konular listenin sonuna kaymış oldu.
Ben de uzmanların ağzından çok dinledim.
Ve bu kritik iki haftalar bir türlü bitmedi.
Galiba aşılama tamamlanmadan da bitmeyecek.
Evet, şimdi uzmanlar yine aynı şeyi söylüyor.
Bu iki hafta gerçekten kritikmiş.
Ve bence kurallara uymayanlar ayıp ediyor.
Benim de gazetecilik hayatımda sık konuştuğum, dertleştiğim insanlardan biriydi.
Vefat haberini alınca kendi arşivime girip yazılarıma, fotoğraflara baktım.
Ve 13 Aralık 2009’taki bir yazımı buldum.
Şöyle yazmışım;
***
Bazen çalışma odamdaki arşivimde saatler nasıl geçiyor anlamıyorum.
Geçmişte kalan bir fotoğraf gibi
HEP aynı kalmasını istediğim yerlerden biri Adatepe...
Kazdağları’nın en batı ucunda ve Ege Denizi’ne tepeden bakan bir konumda, zeytinlik ve çam ormanlarıyla çevrili...
Edremit’i, Akçay’ı geçtikten sonra Küçükkuya’ya 3.5 kilometre uzakta...
Köye girdiğinizde geçmişte kalan bir fotoğraf görüntüsü karşınıza çıkıyor.
Doğal ve tarihi SİT alanı olarak koruma altındaki Adatepe Köyü, oksijen oranının yüksekliğiyle biliniyor.
Ve gerçekten de yürürken de, uyurken de kendinizi daha iyi hissediyorsunuz.
Bazen böyle yerleri yazarken çekiniyorum.
Hem buralarını herkesin görmesini istiyorum, hem de bozulmaması için biraz da gizli kalsın diyorum.
Söke’nin Doğanbey köyü gibi Adatepe’nin de hep aynı aynı kalmasını istiyorum.
Çünkü popüler olunca büyük kalabalıklar geliyor.
Turizmin gelişmesi için bu hareketlilik elbette önemli ama biz o kadar hızlı tüketiyoruz ki...
SİT’in büyük bir titizlikle korunuyor olmasını sevindiriyor.
Bazı kuralları gevşetmemek gerekir.
Bana göre Türkiye’nin yıllar içinde başardığı çok şey var.
Ama kentleşmede sınıfta kaldığımızı söylemeliyim.
Eskileri koruyamıyoruz, yenilerini de iyi yapamıyoruz.
Dünyanın en iyi, en güçlü inşaat şirketleri arasında hep Türk firmaları var.
Onların yaptıklarıyla övünüyoruz, gururlanıyoruz ama iş kendi ülkemize gelince daha iyi örnekler göremeyince üzülüyoruz.
O yüzden Adatepe’de geçirdiğim iki gün bana o kadar iyi geldi ki...
Arabaların geçemediği o dar sokaklarda yürüdüm, el değmemiş doğada vakit geçirdim.
Ve içime o enfes oksijeni çektim.
Bu küçük köye bile geçen yıl 200 binden fazla insan gelmiş.
Adatepe’yi görenler evlerine, şehirlerine döndüklerinde kendi çevrelerinin de böyle doğal, samimi, bozulmamış olmalarını düşünmüşler ve istemişlerdir.
Bu örnekleri çoğaltmalıyız.
Herkesin kıskandığı bu doğal güzellere sahip çıkmalıyız.
Buralara değer katmalıyız.
Her yer her yere benzemek zorunda değil.
Adatepe böyle kalsın, korunsun ama Türk turizmi de buralardan daha çok faydalansın.
Küçük yerlerin büyük hayalleri olabilir
PANDEMİ sonrasında insanlar daha çok seyahat etmek isteyecek. Normaldir, çok sıkıldık çünkü... Ekonomiler için de turizmin ayrı bir önemi var. İnsan ilişkileri için de turizm çok değerli... Ama artık insanların farklı arayışları da var. Hep aynı yerlere gitmek istemiyorlar. Şehrin gürültüsünden uzaklaşıp biraz kendileriyle kalmak istiyorlar. Doğal, samimi, içten, bozulmamış, el değmemiş, tahrip olmamış yerleri keşfetmek istiyor. Türkiye bu açıdan çok şanslı...
Adatepe örneğinde olduğu gibi güzel yerlerimiz var.
Butik oteller sayesinde daha katma değerli bir turizm yapabiliyoruz.
Bunun içine gastronomiyi de ekleyelim.
Harika yemeklerimizi insanlara tattıralım.
Yerel, lokal olanın değerini bilelim.
Ve daha çok faydalanalım.
Adatepe’nin sokaklarında yürürken bu küçük yerin büyük hayalleri olabileceğini düşündüm.
Ve o hayallerin içinde olmak bana çok iyi geldi.
İnka’nın evi en güzel
butik oteller arasında
ADATEPE’de İda Blue’da kaldım.
Böyle yerlerin iyi dokunuşlara ihtiyacı vardır.
Varol-Berrin Civil çifti de işte o dokunuşu yapanlar arasında..
Ve Engin Civil de; İda Blue öyküsünün kahramanlarından...
Kazdağları’nın kalbinde, dünyanın dört bir yanından konukların beğeni ve hayranlıkla ziyaret ettiği İda Blue’yu hayata geçirmişler.
Yıllar boyunca İstanbul merkezli yoğun bir iş temposu ile yaşayan çift, bu süre içinde fırsat buldukça Türkiye’nin ve dünyanın çeşitli bölgelerini keşfetmek için geziler yapmışlar.
Civil’lerin bir Ege aşığı olduklarını söylemeliyim.
Bir Ege gezisinde ziyaret ettikleri Adatepe ilk gördükleri andan itibaren her ikisini de büyülemiş.
Civil’ler, her fırsatta Adatepe’ye gidip gelmeye başlamış. Köye geldikleri bir ziyarette; halen ayakta duran ve uzun bir süre kullanıldığı için çeşitli tadilatlar istese de oturulacak durumda olan bir ev bulurlar. Adatepe’de yaşayanların “İnka’nın evi” diye bildikleri evdir bu.
Inka Linz, bir Alman vatandaşıdır ve 80’li yıllarda gelip hayran olduğu Adatepe’de satın aldığı bu evde yıllarca oturmuştur. “İnka” köyde bulunduğu yıllarda tüm Adatepelilerin, özellikle de çocukların büyük sevgisini kazanmıştır. Almanya’ya gidişlerinde kesinlikle eli boş dönmeyen, hemen hemen köyün tüm çocuklarına, kadınlarına oyuncaklar, hediyeler getiren, herkesi mutlu eden bir kişidir. Adatepelilerin yolunu çok iyi bildiği bu güzel ev daha sonra İnka Linz’in Almanya’ya dönme kararıyla el değiştirir, nihayetinde de Civil çiftine yuva olur.
Civil ailesi, artık sık sık Adatepe’ye gider gelir, köylülerle tanışır, dostlarını konuk ederken bir gün yan komşularının bir teklifiyle karşılaşırlar. Aynı bahçeye bakan yandaki binanın sahibi Adatepe’den ayrılacağını ve evini satacağını belirterek, “Biz yan yanayız. Evinizi çok güzel restore ettirip Adatepe’ye yeniden kazandırdınız. Bu evi de öncelikle sizin almanızı isterim” der. Bu teklifi kabul ederler. Derken, onun bir yanındaki ev için de teklif gelir. O da satışa çıkarılmaktadır ve yine aynı bahçeye bakmaktadır. Bunun üzerine Civil Ailesi’nin Adatepe’de yan yana üç evi olur.
Kişisel olarak sürdürülmesi zor bir proje olan bu 3 evi, sadece yakınlarıyla paylaşmaktan öteye taşıyarak başkalarıyla da paylaşmak üzere bir butik otele dönüştürme kararı alınır ve İda Blue böylece 5 yıl önce konuklarına kapılarını açar.
İda Blue’nun başında Engin Civil var.
Engin Bey, Adatepe’nin hak ettiği ilgiyi görmesi için çok çalışıyor. Kendini Adatepe’ye adamış insanların başında geliyor.
Böyle yerlerde iyi başlangıçlar hep çok önemlidir.
Biraz da teknoloji sörfü yaptık
ENGİN Civil ile turizmi, Adatepe’yi, Kuzey Ege’yi konuşarak “turizm sörfü” yaptık. Varol Civil ile de tesadüfen Adatepe’de denk geldik; onunla da “teknoloji sörfü” yaptık.
Ve şuna karar verdik.
Blockchain teknolojisi belki yarın değil ama yakın bir gelecekte o büyük değişimi hızlandıracak.
Buna paralel dijitalleşmede özgürlük, erişim kolaylığı ezberlerin bozulmasına neden olacak.
Civil’in de, benim de arzumuz bu değişim olurken Türkiye’nin de daha öncü bir rol alması. Yeni şirketler, yeni isimlerle başarı öyküleri yazabilmemiz.