Hatta uzun yıllar küçük ilanları bile okurdum. Reklam dünyası her zaman ilgimi çekmiştir. Sadece bir ürünün ya da bir yerin tanıtımı için değil; benim için bir haber kaynağı da olmuştur reklamlar...
O yüzden televizyonlardaki reklam aralarında kanal kanal gezinmem.
Bir outdoor ilanının önünde durup o konuyu nasıl işlediklerini inceler, notlar bile ararım.
Tabii son yıllarda sosyal medya ilanları da ilgi alanımda...
Çok yaratıcı reklamlar olduğunu da söylemeliyim.
Aslında bütün yollar markalaşmaya gidiyor. Hangi mesleği yaparsanız yapın, hangi ürünü üretiyorsanız üretin iyi anlatmanız, iyi tanıtmanız lazım.
Kocaoğlu döneminin en beğendiğim hizmetlerden biri kooperatiflere verilen desteklerdi.
Bana göre Tire’deki süt üreticileri için verilen destekler bir başarı hikayesi yarattı.
Sütte bugün İzmir fiyatı, kaliteyi, üretim ekonomisini belirleyen bir merkez haline geldiyse bunda uygulanan kooperatif modelinin büyük payı vardır.
Ben İtalya ve İspanya’yı çok yakından takip ediyorum.
Fransa’da önemli hikayeler var ama kooperatifleşmede iki ülkenin belirgin bir başarısı bulunuyor.
Yerel bir ürünü dünya pazarlarına tanıtabilmek, satabilmek gerçekten başarıdır ve alkışı hak eder.
Arada hatırlatmalar yapıyorum.
Büyük şehirlerin pandemi sonrasındaki trafik problemleri çok daha ağırlaşacak.
Ve hatta salgınla birlikte değişen yaşam alışkanlıklarından dolayı yazlık yerlerde de birinci problem trafik, ulaşım olacak.
İstanbul’un trafiği ve yollarda geçirilen süre her zaman konuşulur.
Türkiye’nin kalbi İstanbul’da attığı ve altyapı yatırımları sürekli yapıldığı için ben İstanbul’u şanslı buluyorum.
Evet; hala trafik yoğun ve sıkışım ama alternatifler de yok değil.
Belki de daha sıkı tedbirlerle ve daha uzun bir süre kapanmalıydık.
Ama her ülkenin kendi gerçekleri ve şartları var.
Türkiye gibi ülkeler ekonomilerini kapatmadan, hayatı yavaşlatarak bir yöntem izliyor.
Pandeminin ilk dönemini çok iyi yönettik.
Herkesin bilmediği ve hazırlıklı olmadığı bir süreçte belki de insanların endişesi daha fazla olduğu için dikkatliydik.
Ama şu bir gerçek;
Bu vaka sayılarıyla devam edemeyiz. Ramazan döneminde mümkün olduğu kadar Türkiye’nin dinlenmesi, dinlendirilmesi gerekir. Yaptığımız her yanlışın sonuçları çok ağır oluyor.
Bu sefer de öyle oldu.
Mart başında tedbirler biraz gevşetilince her şeyi bitmiş kabul ettik, tablo ortada...
Oysa bu gevşemenin bir nedeni vardı.
Özellikle hizmet sektörü sıkıntılı bir süreç yaşamıştı. Restoranlar, lokantalar, kafeler 2020’nin yarısını kapalı ya da yarı kapasite çalışarak geçirmişlerdi.
Özetle şöyle diyordu;
“İzmir kulüpleri özellikle Karşıyaka, Göztepe, Altınordu ve Altay, bir adım geride İzmirspor, gerek geçmişleri gerek taraftar sayılarıyla, her biri bir kent değeri konumunda.
Göztepe Sayın Mehmet Sepil’in stratejik yönetimiyle süper Lig’e yükselerek kendini mali olarak döndürebilen bir yetkinliğe ulaştı.
Yine Altınordu’da Sayın Mehmet Özkan muhteşem tesisleri ilk alt yapıyı önceleyerek yetiştiricilik gelirleriyle sağlam bir modelleme oluşturdu ve Türk futboluna damga vuracak adımları herkese hissettiriyor.
Bu süreçte Karşıyaka ve Altay’ın da gecikmeden benzer bir yolculuğa çıkması elzem gözüküyor.
İlk aşamada İZVAK’ın yönetim imtiyazını elinde tuttuğu İzmir Futbol Holding A.Ş kurulur.
O da İzmir gibi bir kentin artık uluslararası büyük organizasyonlara evsahipliği yapması gerektiğiydi.
1971’de İzmir Akdeniz Oyunları’na evsahipliği yapmış ve çok başarılı olmuştu.
O gün yapılan spor tesisleri İzmir’deki spor kültürünün gelişmesinde katkı sağlamış ve sportif başarılar üst üste gelmişti.
Daha doğrusu dünyanın her yerinden gelen sporcular İzmir’i hayatları boyunca unutmayacaklardı.
Sporun, sanatın işte böyle bir etkisi var.
Bu işletmelerin ayakta kalması gerekiyor.
Bu pandemi birkaç aya sönecek, aşılar arttıkça her ülke biraz rahatlayacak.
Ancak bu işletmelerin dayanacak gücü de kalmadı.
Devletleri, hükümetleri çok iyi anlıyorum.
İmkanları olan ülkeler ciro kayıplarını karşıladılar ve işletmelerin yaşamalarını sağladılar.
Ama bu imkanı olmayanlar süreci zamana yaydılar.
Hepsinin enerjisi tükenmiş durumda.
Son günlerde her gittikleri evden, her aldıkları numuneden pozitif sonuçlar çıktığını söylüyorlar.
Üstelik İngiliz mutantı diye adlandırılan yeni virüsün çok daha ağır geçtiğini söylüyorlar.
Resmi vaka sayıları da 55 binleri geçtiğine göre bu sayıyı da en az dört ve beşle çarparak gerçek sayıyı bulabiliriz.
Bütün dünyada genel kabul de böyle zaten...
Çünkü hiçbir belirtisi olmadan, ayakta geçiren milyonların olduğu söyleniyor.
Pandemi öncesi yer bulmakta zorlandığım kafede çok az masa vardı. Garson arkadaşlar da kendi aralarında sohbet ediyorlardı.
Bir ara konuştuklarına kulak misafiri oldum.
Ben borsa endeksini konuştuklarını zannettim.
İkinci çayımı söylerken; tanıdığım arkadaşlara takıldım, “Nasıl gidiyor?” diye...
Borsa değil, kripto paralarla ilgileniyorlarmış.
Birkaç dakikada nereden, neleri alıp sattıklarını, gece yarısına kadar çalıştıklarını anlattılar.
Yüz yüze iletişim gibisi yok; diye...
Meslekte 30 yılı çoktan geçtim. Bugünün teknoloji olanaklarıyla nerede olduğunuzun bir önemi yok gibi gözükse de; gazetecilik gibi iletişimin yüksek kullanıldığı bir sektörde uzaktan gazete yapmanın zor olduğunu görüyorum.
Aslında bu durum bize özgü de değil.
Salgının arttığı günlerde dünyanın önemli şirketleri evden çalışmayı kalıcı hale getirmişlerdi.
Uluslararası büyük şirketlerin başında Google, Facebook vardı.
Google salgın öncesinde de esnek çalışmayı teşvik eden bir iş modeli kullanıyordu.
Mısır’da 18 kral ve 4 kraliçe mumyası “Firavunların Altın Geçidi” olarak adlandırılan kortejle Kahire’deki müzeden Giza’daki yeni müzeye taşındı.
Ve bu tören 400 televizyon kanalından canlı yayınlandı.
Yeni Mısır Medeniyeti Ulusal Müzesi’ni herkes gibi ben de merak ediyorum.
Pandemi biter bitmez ilk gideceğim yerlerden biri de Mısır olacak.
Kortej kral ve kraliçelerin iktidarda oldukları döneme göre kronolojik olarak dizilmişti.
Kral II. Ramses Mısır’ı MÖ 1279’dan itibaren 67 yıl boyunca yönetmiş, tarihte bilinen ilk barış anlaşmasını imzalayan hükümdardır.
Cuma günü Konak Belediye Başkanı Abdül Batur ile Konak Engelsiz Yaşam Köyü’ne gittik.
Bizi merkezin müdürü Bahar Bozarslan Öncel karşıladı.
Hep yazıyorum.
Çok genç yaşlardan bu yana kendimi yakın hissettiğim sivil toplum örgütlerine üye oldum.
Çoğunda aktif çalıştım, sosyal projelere destek oldum.
Geçenlerde baktım sayıları 30’u geçmiş.
Ve gerçekten öyledir.
Markanıza sürekli yatırım yapmanız gerekir.
Elbette parametreler bugünün dünyasında hep değişiyor.
Rakipler çıkıyor, piyasa şartları değişiyor.
Ama siz uzun vadeli düşünüp yatırım yapmaya devam ettiğinizde hep kazançlı oluyorsunuz.
Size bir örnek vereyim.
Benim ailemde bir otizmli yok ama çevremde, yakın dostlarım arasında çocukları otizmli olanlar var.
Ben de otizmle bu sayede tanıştım.
Onların yaşadıklarını gözlemledim, hissettiklerine ortak oldum.
Ve bir gün Nüvit Uyar geldi ziyaretime...
Uyar’ı mimar olarak tanımış ve izlemeye başlamıştım.
Bu seferki konuk da bendim.
Fulya’yla biraz pandemiyle değişen hayatımızı ama daha çok da İzmir’i konuştuk.
Aslında İzmir ile ilgili konuşurken, yorum yaparken Çanakkale’den Antalya’ya kadar uzanan geniş bir coğrafyayı konuşmak gerekir.
Bir Çanakkaleli’nin, bir Uşaklı’nın, bir Balıkesirli’nin, bir Denizlili’nin, bir Muğlalı’nın mutlaka İzmir ile bir bağlantısı vardır.
Ve bütün bu ilişkilerin tam ortasında hep İzmir vardır.
Pandeminin ilk günlerinde kimse salgının bu kadar süreceğini tahmin etmemişti.
Bilim ne kadar ilerlese de, bilinmezlikler o kadar çokmuş.
Yine de daha iyi bir dünya için mücadele ediyor herkes...
Yerel seçimlerin üzerinden iki yıl geçti.
Böyle bir dönemde belediye başkanlığı yapmak da zordu.
Pandemi seçim döneminde verilen sözlerin önüne geçti.
Sağlığı en başa koyduğumuz için diğer konular listenin sonuna kaymış oldu.
Ben de uzmanların ağzından çok dinledim.
Ve bu kritik iki haftalar bir türlü bitmedi.
Galiba aşılama tamamlanmadan da bitmeyecek.
Evet, şimdi uzmanlar yine aynı şeyi söylüyor.
Bu iki hafta gerçekten kritikmiş.
Ve bence kurallara uymayanlar ayıp ediyor.
Benim de gazetecilik hayatımda sık konuştuğum, dertleştiğim insanlardan biriydi.
Vefat haberini alınca kendi arşivime girip yazılarıma, fotoğraflara baktım.
Ve 13 Aralık 2009’taki bir yazımı buldum.
Şöyle yazmışım;
***
Bazen çalışma odamdaki arşivimde saatler nasıl geçiyor anlamıyorum.
TÜSİAD’ı kuran, fikrini geliştiren, sivil toplumculuğu Türkiye’de büyüten iş insanları, sonra da İzmir’de benzer bir yapıyı kurmak istediler.
Yine bir mart ayıydı.
16 Mart’tı...
Ve yıllar 1992’yi gösteriyordu.
Ben de o günlerde ekonomi sayfalarını yöneten biri olarak iş dünyasındaki bu gelişmeleri en yakından takip edenlerden biriydim.
Gerçekten de 90’lı yıllar Türkiye’nin siyasette dalgalı geçen yıllarıydı.
Bu seramik atölyesinde şimdi dostluklar var
Adı; Cristiane Maria Prandini Sakıpağa...Biz ona kısaca Cris diyoruz.
Çocukluk arkadaşım Tevfik Sakıpağa, yüksek lisans için Amerika’ya gittiğinde Cris’le tanıştı.
Tabii, bizler de o günden itibaren arkadaş olduk.
Tevfik, Türkiye’ye döndü, ama aklı Brezilyalı Cris’te kaldı.
Biz de hep ona takıldık, “Brezilyalı bir gelinimiz olsun” diye...
Cris’i ikna etmek zor olsa da sonunda oldu.
Büyük bir ailesi vardı Cris’in onlardan kopmak çok kolay olmadı. Bizler de onları tanıdık ve çok sevdik.
Cris’i hem tanımanızı, hem de yaptıklarını öğrenmenizi istedim.
Son yıllarda seramik atölyesinde müthiş eserler yapıyor ve yüzlerce kişiye ders veriyor.
***
Cris, Brezilya’nın en sevdiğim şehirlerinden Sao Paulo’da doğmuş. Brezilya’daki reklam ve pazarlama eğitimini Amerika’ya UC Berkeley Extension’da tamamlamış. Tevfik ile 1999 yılında evlendi. Ve iki kızları oldu, Bianca ve Lara...
Cris’in ilk geldiği günleri çok iyi hatırlıyorum. Daha Brezilya’da iken Türkçe öğrenmeye başlamıştı.
Burada kurslara gitti ve çok kısa süre sonra harika Türkçe konuşmaya başladı.
Hatta etrafındakilerin gramer hatalarını bile düzeltir hale geldi.
Boş oturmayı sevmeyen biridir Cris... Önce İngilizce dersler vermeye başladı.
Daha sonra hobisi olan el sanatlarıyla ilgili birşeyler yapmak istedi.
Bu alanda o kadar iyiydi ki, hobisi bir anda işi haline geldi.
Hayali için Mavişehir’deki evinin bir odasını önce bu çalışmalara ayırdı. Hemen sonra Çiğli Kaklıç’ta bir yer kiraladı. Metruk bir binayı mabede dönüştürdü. Sergiler, workshoplar yapmaya başladı. Önceleri mozaik üzerine, sonra seramik üzerine çalışmalar yaptı. İtalya Toscana’da ve İspanya Bisbal’da eğitimlere gitti. Toprağı daha iyi tanımak için Türkiye’nin bu konuda en iyi yeri olduğunu düşündüğü Menemen’de Mustafa Hoca’dan çömlek eğitimi aldı.
Kaklıç’taki atölyede 6 yıl boyunca yüzlerce kişi gidip seramik yaptı.
2020’nin Ekim ayında da atölyesini Sasalı’ya taşıdı.
Ve yine harika işler çıkarıyor.
***
Cris diyor ki...
“Sasalı’da yeni hayallerim var. Burada el sanatlarına meraklı insanlar için güzel bir ortam yarattım. Keyifle, öğrenerek, eğlenerek çalışıyoruz. Beni daha çok heyecanlandıran şey ise sosyal sorumluluk projeleri geliştirerek topluma faydalı işler yapabilmek. Bu çalışmalar sayesinde İzmir’in çok güzel insanlarıyla tanışma fırsatım oldu ve bu beni çok mutlu ediyor. Tüm sanatseverleri atölyeme davet ediyorum.”
Cris artık hepimizin dostu...
Onu çok seviyoruz ve yaptıklarıyla her zaman gurur duyuyoruz.
“Yalancı Dünya”yı o
kadar güzel söyledi ki...
O da bir İzmirli...
Adı; Ezgi Bıcılı...
Ezgi de müthiş seslerden biri... Yıllardır takip ederim, çok dinlemişliğim var. Jazz söylerken harikadır. Ama sesinin tonu her türe yatkındır.
Sezen Aksu’nun “Yalancı Dünya”sını öyle güzel söyledi ki, dinlemeyenlere tavsiye ederim.
Ben bu ara çok dinliyorum.
Ezgi, küçük yaştan itibaren piyano dersleri aldı, Anadolu Güzel Sanatlar Lisesi ve Gazi Üniversitesi Müzik Eğitimi Bölümü’nde okudu.
İzmir İKSEV Caz Atölyesi’ni kazanarak bursla İtalya Conservatorio di L’aquila Alfredo Casella Caz Vokal Bölümü’nde eğitim aldı.
20. İKSEV Uluslararası Caz Festivali’nde genç caz kategorisinde yarışTI, Ezgi Bıcılı Quintet olarak sahne aldı.
İzmir Kent Orkestrası’nda solistlik yaptı. Kendi ekipleriyle birçok şehirde sahne aldı. Şarkıcılık kariyerini piyano öğretmenliğiyle birlikte yürüttü.
Ziynet Sali, Ajda Pekkan, Ozan Çolakoğlu gibi müzisyenlere uzun yıllar sahnede eşlik etti.
Ziynet destekledi ve ilk solo denemesini “Yaz Bitmeden” şarkısıyla yaptı. Bu şarkı da benim çok dinlediklerim arasında...
Bu şarkıda da Ziynet Sali, Gökay Özkan imzası vardı.
Yönetmen Mert Özkan, Yalancı Dünya’yı Ezgi’yle birlikte çekti. Klipteki rengarenk kostümler, makyajlar, pastalar ve dans şovları çok beğendim.
Ezgi diyor ki...
“Küçük yaşlardan itibaren hem sahne, hem okulla beslenen bir müzisyenim. Kendi bestelerimi yazmanın verdiği keyif çok başka, dilerim yakında hepsiyle tanışacaksınız. Yorumcu olarak farklı şarkıları ve türleri de sahnede seslendirmekten büyük keyif alıyorum. Hayalim kendi şarkılarımı büyük kitlelerle birlikte söylemek.”
Ezgi, başarılı bulduğum genç sanatçılardan...
Ondan kendi bestelerini ve şarkılarını bekliyorum.
Biliyorum çalışıyor.
Bu pandemi döneminde daha da fazla çalıştı.
Ama şu salgın bitsin, ilk fırsatta Ezgi’yi sahnede dinlemek istiyorum.
Birçok sanatçıyı özlediğim gibi...