Çalışmalar kapsamında parkın yanına bir heykel atölyesi kurulmuş, 75 kişilik ekip burada çalışmalarını sürdürmüş. Heykellerin yapımında, Türkiye’nin yanı sıra Türk Cumhuriyetleri’nden gelen heykeltıraşlar da yer almış.
Son yıllarda en çok konuşulan konuların başında ‘Z kuşağı’ meselesi geliyor.
Kimilerine göre 1996-97 sonrası doğan, kimilerine göre 2000 sonrası doğan gençlerimiz ve çocuklarımız bu isimle adlandırılıyor.
Herkesin bu kuşakla ilgili fikri var. ‘Z kuşağı’; siyasi partilerin, reklamverenlerin, şirketlerin, iyi-kötü tüm odakların hedefinde.
Yani hem hedefler hem de belirleyiciler. Siyasi geleceği de ekonomik tercihleri de onların belirleyeceği inancında olan çok ciddi bir kitle var.
* * *
Salgınla ilgili halen süren belirsizlik hali ve ekonomik şartların ağırlaşması önceliklerin değişmesine neden oluyor.
Bu yüzyılın ilk kez şahitlik ettiği ‘yeni dünya’da her şeye rağmen hayat devam ediyor. Türkiye Büyük Millet Meclisi’ndeki bütçe görüşmeleri öncesi yerel yönetimlerde bütçe görüşmeleri tamamlandı. Gözler İstanbul ve Ankara’daydı.
* * *
İstanbul’daki bütçe görüşmelerinde ana gündem ‘Kanal İstanbul’ olunca Ekrem İmamoğlu’nun belediyecilik performansı çok fazla tartışılmadı.
Ankara’da ise durum daha farklıydı. 9.5 saat süren bütçe görüşmelerinde AK Parti ve MHP’nin muhalefeti Ankara sınırlarında kaldı, belediyecilik odaklıydı.
AK Parti Grup Başkanvekili ve Mamak Belediye Başkanı Murat Köse 1.5 saatlik konuşmasına iyi hazırlanmıştı. En büyük avantajı bu kez kürsüye çıktığında, Büyükşehir yönetiminin istediği krediye olumlu oy veren bir muhalefet temsilcisi olmasıydı.
* * *
Köse, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş’a hem belediye hizmetleri hem de belediye yönetimiyle ilgili pek çok soru sordu.
200 bine yakın insanın yaşadığı bu bölgede 40-50 yıllık binaların dip dibe hali, 1999 İzmit depreminden sonra çıkan Deprem Yönetmeliği’nden önce yapılmış olmaları tedirgin eder. İzmir depremi tekrar gösterdi ki yıkılan binalar kadar, binaların üzerine yıkıldığı yapılar da tehlikeli ve onlarca can kaybına yol açıyor. ‘Demetevler’de kentsel dönüşümün şart olduğu’ devletin her kademesinde defalarca söylense de bir türlü mesafe katedilemedi.
* * *
Son 20 yıldır ülkede deprem yaşanmayan bölge kalmadı, deprem kuşağında olduğumuzu anlamak ve tedbir almak için daha ne bekleniyor?
Yaşanan onca acı, gözyaşı yetmedi mi? Depremler sonrası aranan suçlular onca canı geri getiriyor mu?
Bina güvenliği, deprem yönetmeliği gibi konular sadece depremlerden sonra mı konuşulmalı?
15 Temmuz hain darbe girişiminin üzerinden 4 yılı aşkın zaman geçti. Türkiye’yi ele geçirme girişiminden sonra kent merkezlerindeki kışlaların şehir dışına taşınacağı duyurulmuştu. Dönemin Çevre ve Şehircilik Bakanı Mehmet Özhaseki, “Kışlalardan rant bekleyenler avuçlarını yalar” diyerek askeri alanların yüzde 99’unun yeşil alan olarak değerlendirileceğini duyurmuştu.
* * *
3 Ekim 2016’daki “Çayyolu kadar yeşil alan olacak” başlıklı yazımda askeri alanların yeşil alan olması halinde Ankara’nın 50 milyon metrekarelik bir yeşil kuşağa sahip olma şansını yakalayacağına dikkat çekmiştim. Pandemi süreciyle önemi bir kez daha ortaya çıkan büyük kentlerdeki kent ormanı ihtiyacı konusunda Başkent Ankara’nın çıkış yolu, askeri alanların bir an önce şehir dışına çıkarılıp; 4 yıl önce söylendiği gibi buraların yeşil alanlara dönüştürülmesidir.
İstanbul’da Ekrem İmamoğlu, Ankara’da Mansur Yavaş’ın yerel siyasetten ziyade genel siyasete etki eden figürlere dönüşmesi seçim dönemiyle sınırlı kalmadı.
Her iki ismin de ‘ortak ve ayrı’ taraftarları İmamoğlu ve Yavaş ismini ‘sıcak’ tutuyor. Pek çok seveni bu iki ismi 2023’te Cumhurbaşkanı adayı görmek istiyor.
Anketlerde isimleri geçiyor. Televizyonlarda ve gazetelerdeler. Sosyal medyada paylaşımları ise milyonlara ulaşıyor.
Bir de siyasi rakiplerinin tavırları üzerinden oluşan/oluşturulan mağduriyetlerin arttırdığı popülarite bu iki ismin ‘hedef büyütmesini’ kolaylaştırıyor. Popülarite konusunda ilk zamanlarda önde olan İmamoğlu’nu, Yavaş geride bırakmış durumda. Gelecekte ne olur bilinmez elbette.
Ulusal siyasette kutuplaşma çoğu zaman kazandırsa da yerelde kesin kaybettirir. Bunu yapan kişiden ziyade o şehre kaybettirir.
Kutuplaşmanın kaybettirdiği kentler listesi yapılsa Ankara’yı liste başına koyarım. 20 yılı aşkın süren Büyükşehir-Çankaya-meslek odaları kavgası, bu şehrin yıllarını çaldı.
* * *
31 Mart’ın ardından, “Nasıl bir Ankara olacak?” sorusu merak konusuydu. Mansur Yavaş döneminde Ankara, bir uzlaşı, koordinasyon kenti olacak mıydı?
* * *
Elbette tüm dünyanın olduğu gibi ülkemizin ve Başkent Ankara’nın da gündemi koronavirüs. Halen mücadele istenilen seviyelerde olmadığı gibi Ankara’daki durumun da can sıkıcılığı devam ediyor. Ankara dışından görüştüğümüz meslektaşlarımız, arkadaşlarımızın ilk cümlesinin, “Aman Ankara çok kötüymüş, dikkat edin” olmasını kentimize yakıştıramıyorum. Cumhuriyet’in Başkenti, ülkemizin kural koyucu şehrinin tedbirlere riayet etmesi, Türkiye’ye örnek olması gerekiyor.
* * *
İstisnasız herkesin iş ve sosyal hayatını derinden etkileyen pandemi sürecinin ne kadar süreceği belirsiz. Tedbirler konusunda istenilen seviyeye gelinememekle birlikte, ‘Hayat devam ediyor’ hissi, hakim duygu olma yolunda ilerliyor. Hayatımızı koronavirüse göre düzenlemeyi de öğreniyoruz.
Değişen alışkanlıklar kent yaşamında da keskin değişimlere sebep oluyor. 40’ın üzerinde alışveriş merkeziyle metrekare açısından Türkiye’de liste başı olan Ankara’da AVM’ler için -eskiye kıyasla- ‘sinek avlıyor’ desek yanlış olmaz. İnsanlar açık alışveriş alanlarını, doğa yürüyüşlerini tercih ediyor. Bu durum inşaata ve AVM’lere yaslanmış Başkent’in ekonomik hayatında koca bir sorun alanına yol açıyor.
* * *
Özellikle alışveriş merkezleri ve kuaförlerin açılacak olması bazı kesimlerce olumlu karşılanırken bazı kesimlerde tedirginlik yarattı.
Bugün Hürriyet Ankara, AVM’lerin de başkenti olan Ankara’yı mercek altına aldı, yoğun bölgeleri görüntüledi. Bazı AVM’lerdeki yoğunluk tedirgin edici, bazıları sakin, bazıları kapılarını açmamıştı.
Bu kararların olumlu-olumsuz etkisini önümüzdeki günlerde göreceğiz ve oluşacak tabloya göre de tedbirler kontrollü bir şekilde esnetilecek. Esnetilen önlemler vaka sayısında artışa neden olursa bu kez yeniden sıkı tedbirler gelecek.
* * *
Koronavirüsü bugünlük bir kenara bırakıp, ‘eski’ gündemlerimizden birine döneceğim. Yıllardır tartışılır, kimine göre beyhude bir çabadır, bana göreyse ilgisiz davranılan bir konudur, ‘Ankara turizmi.’
“Ankara’da turizm mi olur?” sözüne hiç tahammülüm yok. Ankara’da bal gibi turizm olur, oldu da...
Elimizde Beypazarı örneği var, hatta oradaki hikâyeyi başlatan Mansur Yavaş’ın hikâyesi bugün Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı’na kadar uzandı.
Canlarımızı kaybettik, hastalarımız halen tedavi görüyor...
İyileşenlere seviniyoruz.
Bir yandan hastalıktan korunmaya çalışıyor, bir yandan da eskiye dönmek istiyoruz...
Eskiye -aynı şekilde, aynı şartlarda- dönülemeyeceği, dünyanın dört bir yanında olduğu gibi bizde de en üst kademede açıklandı.
Bu yüzden tedbiri elden bırakmadan, ‘yeni normal’e geçilmeye çalışılacak.
* * *
Hastalığın Türkiye merkezi İstanbul... Ankara, salgının ilk günlerinden beri Türkiye’nin nüfus açısından ikinci büyük kenti olmasına rağmen iyi bir performans sergiliyor. Başkent’in sağlık altyapısının güçlü olması bunun temel nedeni. Hükümetin tedbirleri, Büyükşehir ve ilçe belediyelerinin çalışmaları, Ankaralının kurallara uymadaki becerisi bugünkü tabloyu karşımıza çıkardı. Öyle bir süreç ki 1 yanlış 100 doğruyu götürebiliyor. Bunun bilincinde olup, aynı kararlılıkla bu süreci atlatmalıyız.
* * *
ANKARA ÜNİVERSİTESİ REKTÖRÜ PROF. DR. ERKAN İBİŞ:VİRÜSLE YAŞAMAYA ALIŞACAĞIZ
“Gelinen noktada her biri bizi çok üzen kayıplar yaşasak da tablo ülkemiz adına dünyaya kıyasla pozitif. Sağlık sistemimizin bir pandemiyi göğüsleyebileceğini gördük. Hızı, şiddeti daha azalmış olmakla beraber devam ediyor. Ve inanıyorum ki bu, aşağı doğru eğim giderek daha keskinleşecek, vaka sayıları azalacak. Yok olmasını beklemek de yanlış. Üniversitemizdeki bilim insanlarımız da bunu söylüyor, virüsle yaşamaya alışacağız. Amerika’da her yıl gripten 70-80 bin kişi ölüyor. Dolayısıyla biz de bu COVID-19’la yaşamayı öğreneceğiz.
NORMAL İÇİN EPEY ADIM VAR
Aşısı çıktığı zaman elbette ki hiçbir yüzde yüz korumasını beklemememiz lazım, hastalığın görülme sıklığını çok azaltacak ama yok etmeyecek. Hayatın normale dönmesi başlayacak ancak aşı oluştuğu zaman bile hayat tümüyle normal kabul edilmeyecek. Şu ankinden bir adım daha geriye gitmek gibi yorumlamak lazım. Normal için daha epey adım var. ‘Biz koronavirüsten öncekine aynen döneceğiz’ diye bir şey yok. Çünkü o gerçekten büyük bir risk. O zaman çok daha büyük bir dalga oluşabilir.
Zamanlarıyla özdeşleşen kahramanlar ya da kahramanlarıyla özdeşleşen zamanları dikkatle okumuşumdur.
Tarih -sadece isimlerini yazmaya kalksak- sütunlara sığmayacak bilim insanları, askeri dehalar, politikacılar, sermaye sahipleriyle doludur.
Kimine dünya borçludur, kimi için ‘keşke hiç olmasaydı’ deriz. Ama iyisi de kötüsü de tarihin seyrini değiştirmiş; ismini tarihe, kitaplara, filmlere kazımıştır.
* * *
Kimi, bugün dünyanın süper gücü ya da ‘yeni dünyanın’ süper gücü olmaya namzet ülkelerin kahramanıdır.
Kimi, fakir bir Güney Amerika ülkesinin özgürlük savaşçısıdır, kimi insan hakları savunucusudur.
Bu kez yasak kararı erkenden açıklandı ve geçtiğimiz cuma günü yaşanan o görüntülerin yeniden yaşanmasının önüne geçildi gibi gözüküyor, tabi tedbiri elden bırakmamak gerekiyor.
Salgının kontrol altına alınmasının şehirlerin kontrol altına alınmasıyla mümkün olabileceğinden hareketle kent geçişleri engellenince gözler o şehirlerin ilçelerine çevrildi.
Başkent’in nüfusu bir milyon civarında olan iki ilçesinden biri olan Keçiören’deki durumu merak ettim. Pazar, park kültürünün yaygın olduğu, çalışmak zorunda olan binlerce kişinin giriş-çıkış yaptığı, Türkiye’deki kentlerin yüzde 80’inden fazla nüfusa sahip olan ilçedeki son durumu Belediye Başkanı Turgut Altınok’la konuştuk:
“Belediye başkanlığım süresince geçmişte de bugün de sokaktayımdır. Bunu başta Keçiörenliler olmak üzere Ankara bilir desek yanlış olmaz. Bugün için de gerekli önlemleri alıp sokakları, caddeleri gezmeye devam ediyorum. Bu hafta sonu ilk kez uygulanan sokağa çıkma yasağı dışında da Keçiörenliler sosyal mesafeye dikkat ediyor. 65 yaş üstü ve 20 yaş altı vatandaşlarımız sokağa çıkma yasağına uyuyor. Gündüz de gece de sokaktayım, çoğu zaman benden başka kimse olmuyor diyebilirim. Daha çok polislerimiz ve bekçilerimizle karşılaşıyoruz.
* * *
Koronavirüsten sonra Çankaya, eski günlerinden çok uzak. Özellikle kent merkezi Kızılay, Tunalı Hilmi Caddesi, Bahçelievler 7. Cadde gibi popüler bölgeler ‘normal zamanlar’a göre bomboş. Ancak salgınla mücadelede ‘normal zamanlar’ doğru bir kıstas olmuyor maalesef.
Hâlen kentin dört bir yanından çalışmak zorunda olan pek çok insan, Çankaya’nın çeşitli bölgelerine özellikle de Kızılay’a geliyor, ya orada çalışıyor ya da oradan başka bölgelere geçiyor.
Kentin merkezindeki durumu, alınan tedbirleri, Çankaya Belediye Başkanı Alper Taşdelen’le konuştuk:
“Çankayalı komşularımızın genel olarak evde kaldıklarını söyleyebilirim. ‘Evde Kal’ kuralına ilçe sakinlerimiz uyuyor. Kızılay Ankara’nın merkezi olduğu için yaya trafiği oldukça az ama araç trafiği var. Araç trafiğini de polis kontrol noktaları kurarak denetliyor. Ama yaya trafiğinin hem Çankaya’da hem Ankara genelinde minimuma indiğini söyleyebilirim.
ANKARA MODELİ OLUŞTURULDU
Ülkeler kendi içlerinde bu mücadeleyi kazanmalılar. Bu yüzden ülkeler arası geçiş durduruldu. Şehirler kendi içlerinde bu mücadeleyi kazanmalılar, bu yüzden şehirler karantina altına alındı. ‘Her birey kendi karantinasını ilan etmeli’ çağrıları tam da bu yüzden yapılıyor.
Tersten gidecek olursak, bizler izolasyona uyarsak mahallemizi, ilçemizi ve kentimizi; kentlerimizi izole edersek ülkemizi koruyabiliriz.
* * *
Elbette bunu söylemek kolay, uygulamanın komplikasyonları var. Karantina beraberinde sağlık-ekonomi açmazını getiriyor. Dünyanın pek çok ülkesinde olduğu gibi ülkemizde de salgın-ekonomi ilişkisi can sıkıyor. Sık sık bu köşeden artık dünyada ülkelerden ziyade şehirlerin rekabetini anlatmaya çalıştım. Koronavirüste de şehirlerin mücadelesini gözlemliyoruz. İtalya’da Milano, ABD’de New York büyük sıkıntıda.
* * *
Kentlerdeki mücadelenin önemine sık sık dikkat çeken Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, geçtiğimiz günlerde salgının şehirlerdeki durumunu gösteren tabloyu paylaştı. İstanbul’daki tablo endişe verici. Ankara ilk üçte olsa da, rakamlar İstanbul’daki gibi değil. Başkent’in durumunu, alınan tedbirleri ve süreci Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş’la konuştum. Yavaş’ın bu sürecin en büyük mağdurları olan çocuklarla ilgili önemli bir çağrısı oldu:
Sağlık Bakanı Fahrettin Koca önceki gün, ilk kez şehir istatistiklerini açıkladı. Televizyon başındaki milyonlar hemen yaşadıkları şehirlere baktı, sonra sevdiklerinin yaşadıkları şehirlere ve hemen ardından da tüm Türkiye’ye…
* * *
Evet 8 bin 852 kişi ile vakaların yüzde 60’ı İstanbul’da. Durum endişe verici. Ardından 853 vakayla İzmir geliyor, sonrasında 752 vakayla Başkent Ankara.
Bakan Koca’nın açıklamalarından önce de yakın rakamları edinmiştik, ancak böylesi süreçlerde resmi açıklamalara itibar edilmesi, bilgi kirliliğine yol açılmaması için beklemiştik. Şimdi ise şehirlerin izolasyonunun ne kadar önemli olduğu ortaya çıktı. Tedbirler alınıyor. Kimine göre yeterli kimine göre daha da arttırılmalı. Ama dedim ya, bu gibi durumlarda yetkili ağızlara, bazen de satır aralarına bakmak gerekiyor.
Hem Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan hem İçişleri Bakanı Süleyman Soylu hem de Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın açıklamaları gösteriyor ki, eğri aynı şekilde devam ederse kısa süre içerisinde ek tedbirler gelecek.
* * *
Gelelim şehrimize, Başkent’e… Her ne kadar ‘Alınan tedbirlere tam uyuyoruz’ diyemesek de Ankara’daki vaka sayısı nüfusla karşılaştırıldığında, durum vahim değil. Türkiye’nin dört bir yanına yayılmış bu virüsle ilgili şehirde kontrolden çıktı diyeceğimiz bir durum yok, şimdilik…
Nisan ayının ilk 15 gününün, tümünden daha önemli olduğuna dikkat çeken Hacettepe Üniversitesi (HÜ) Rektörü Prof. Dr. Haluk Özen şu bilgileri paylaştı: “Sağlık Bakanlığı’nın haklı olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin güvenliği, halkın kaygılarının artıp artmaması kaygısı var. Büyük fotoğrafa baktığımızda her verinin her şekilde dağıtılmasının sakıncaları olabilir. Sağlık Bakanı ve Bilim Kurulu veriyle konuşuyorlar. Nisan ayı Türkiye Cumhuriyeti için çok önemli, ilk 15 günü nisanın tümünden önemli. Nisan ayının ilk 15 günü biz ciddi derecede ‘Evde kal’a uyabilirsek, artık ezberlediğimiz hayati önlemlere uyabilirsek, şu andaki bulaşma ve pozitiflik hızını kırıp eğriyi sağa doğru büküp bu süreci daha geniş bir zaman dilimine yayabilirsek bunu başarabiliriz. Eğer bunu yaparsak, eğriyi bükebilirsek ben H.Ü. Rektörü olarak bana gelen hastaları yönetebilecek alt yapıya sahip olacağım. Aynı şekilde Ankara Üniversitesi, Gazi Üniversitesi ve şehir hastaneleri de sahip olacak. İtalya’da, İspanya’daki görüntüler, Türkiye’de olmayacak. Benim doktorum, benim hastanem hastalara yetişebilecek. Onun için 15 gün çok önemli, sayıdan daha önemli müdahale edebilmek.
BİR SAAT BİLE ÖNLEM ELDEN BIRAKILMAMALI
Salgının sonunda sayı aynı noktaya gelebilir ama hepsi çok kısa zaman aralığında yığılırsa yönetilemez bir hale gelecek. Allah korusun o kötü görüntüler, kötü fotoğraflar, onların yaratacağı toplumdaki kızgınlık ve hayal kırıklığı, belki o ölümler kadar acı olacak. Nisanı iyi geçirirsek, mayıs başında eğrinin kırıldığını görürüz. Mayısta bitecek mi? Hiç sanmıyorum. Ama süreci doğru yürütürsek haziranda toplanmış olur. Geçtiğimiz hafta sonu Ankara çok güzeldi. Bu gelecek hafta sonu bozulursa hiçbir işe yaramayacak. Bir gün, bir saat bile, önlemi elden bırakmamalıyız. Biz insanlığa hizmet, ülkemize hizmet için yemin ettik. Ama yapamayacağımız, karşılayamayacağımız kadar bir yük geldiğinde biz de pes etmek zorunda kalabiliriz. Allah korusun o noktaya gelmeyelim. Bu eğriyi sağa doğru eğmemiz gerekiyor. Bunun tek yolu; bulaş hızını kesmemiz, mümkün olduğu kadar sokağa çıkmamamız, tüm tedbirleri uygulamamız. Bu tedbirlerden halkımız bunalmasın.
Şimdilerde ise ‘koronavirüs-toto’ başladı: O pozitif çıkmış, bu negatif çıkmış. Son yıllarda her konuda yapılan spekülasyonlar, en ciddi konuların bile geçmiş hesaplaşmalara dönüştürülme hastalığı yine baş gösterdi.
Birilerinin birilerine yönelik ‘koronavirüs üzerinden itibarsızlaştırma’ ucuzlukları...
* * *
Her konunun hızla dedikodusunu yapmak ve istisnasız her konuda fitneye başvurmak da ayrı bir salgın hali.
Bari bu kez işin ciddiyetine varın, dedikoduyu spekülasyonu bırakın. Amerika’da, Avrupa’da çığırından çıkmış bir durum var. Bizim için de tehlike çanları çalıyor.
* * *
Boş işlerle, birbirimizle uğraşma gafletine düşmeden; iktidarıyla, muhalefetiyle, vatandaşıyla bu süreçte koşulsuz teslim olacağımız şey belli: ‘Pozitif bilim’
İlginç ülkeyizdir... Gündem deprem olur, deprem mühendisi kesiliriz; gündem terör olur, hepimiz terör uzmanı...
Şimdi ise daha önce hiç tanışık olmadığımız bir salgın hastalığın pençesinde tüm dünya...
Hâl böyle olunca, bu kez de ‘koronavirüs’e karşı donanımlandık.
Neler yapacağımızı neler yapmayacağımızı biliyoruz. Uyguluyoruz da büyük oranda ama yetmez.
Tedbirlere direnenler, gereksiz yere sosyalleşenler, asker uğurlayanlar, zaptedilemeyen yaşlılarımız...
Yüzde 90’ımız tam uygulasak bile yüzde 10’un hatta yüzde 5’in ihmalkârlığı, salgını işin içinden çıkılmaz bir hale getirebilir. Bunun bedelleri ağır olur ve hepimiz çok üzülürüz.
* * *
Ortak akıl, falan filan
Türkiye’nin siyaseten ayrışmasının, ülkenin dört bir yanında farklı konularda derin hasarlar oluşturduğu açık.
Mesele öyle bir noktaya geldi ki her konuda fanatizme dönüşen taraf tutma hastalığı ülkemizin her yerine yayıldı.
Bırakın siyasi partilerin/temsilcilerinin/taraftarlarının birbirini dinlemeden ‘reddetmesini’, son dönemde tartışma konusu olan WhatsApp konusunda da aynı fanatizmi görüyoruz, Survivor’da kimi tutacağımızda da aynı fanatizmi ve agresifliği görüyoruz.
* * *
Yaşanan hiçbir şey bizi uzun süreli birliktelik konusunda motive edemiyor. Ne hukuk sistemimizi alt üst eden Ergenekon-Balyoz süreci ne FETÖ’nün hain darbe girişimi ne de pandemi...
Ayrı düşecek yer arıyoruz, tartışma ve kavga görünce dayanamıyor, alakamız olsun olmasın dalıveriyoruz.
“Neden bu hale geldik?” sorusuna elbette herkesin kendine göre yanıtı vardır. Siyaset, ekonomi, teknoloji, sosyal medya, insanların değişmesi gibi pek çok başlık sayabiliriz.
* * *
Üzerinde durulması ve düşünülmesi gereken soru ise “Her konudaki bu fanatizm halinden nasıl çıkarız?” olmalı.
Açıkçası 2019 yerel seçimleri sonrası bu kamplaşmanın bitmesi için bir fırsattı. İstanbul ve Ankara’da merkezi hükümetle Büyükşehir yönetimi ayrılmış, farklı kesimlerin temsil kabiliyeti artmıştı. Siyasi köken itibarıyla Mansur Yavaş’ın Ekrem İmamoğlu’na göre ‘şehir barışını’ sağlaması daha yüksek ihtimaldi. Çünkü şehrin siyaseti seçimle bitmeliydi ve bitmeyen siyasetin sıkıntısını çeken kentlerin başında Ankara geliyordu, ama olmadı.
* * *
Geride kalan 19 ay ve her ay yapılan belediye Meclis’lerine ‘kavgaya hazırlanır’ görüntüsünde olan iktidar ve muhalefet.
Bugün Murat Yılmaz imzalı haberimizde detaylarını okuyacağınız Meclis’teki son tartışma konusu Türkiye’nin başkentinde belediye hizmetlerini kimin yapacağı tartışması.
AK Parti Grup Başkanvekili Murat Köse, büyük çoğunluğu AK Parti’li belediyelerce yönetilen ilçelerde son kar yağışında, Büyükşehir’i yeteri kadar çalışmamakla eleştirdi. Başkan Mansur Yavaş ise, “Hiçbir belediye başkanı arkadaşım Büyükşehir’in hiçbir işine karışmasın. Ben hepsini yaparım, siyasi sonucuna da razıyım” karşılığını verdi.
* * *
Peki biz Ankaralılar bu tartışmadan ne anlamalıyız? Mesela Mamak’ta yaşayan bir vatandaş ilçede Murat Köse’ye Büyükşehir’de Mansur Yavaş’a oy verdiyse (Aynı durum diğer ilçeler için de geçerli) ne yapacak?
Uzun yıllar süren Melih Gökçek dönemlerindeki en büyük eleştiri, muhalefetteki ilçe belediyelerinin, üniversitelerin ve STK’ların yönetim süreçlerinde paydaş olmamasıydı.
Geldiğimiz nokta benzer bir tabloyu ortaya koyuyor. Büyükşehir Belediyesi’yle ilçe belediyelerinin arasında zaten zayıf olan diyalog köprüsü bu tartışmalarla kopma noktasına geliyor.
* * *
Seçimin üzerinden 2 yıl geçmiş, şehrin yöneticileri birbirinden şikâyetçi, koordinasyon yok, birlikte üretilmiş bir proje yok.
Tepeden tırnağa dijitalleşen dünyayı nasıl yakalayacağız diye düşüneceğimize hâlâ yeşil alanın, parkın, asfaltın, kaldırımın, karla mücadelenin siyasetiyle meşgul olarak bırak ortak aklı, normal aklı çalıştıramayız.
Haber Yorumlarını Göster
Haber Yorumlarını Gizle