Deniz Gök

Seviyosan Git Konuş Bence

27 Mart 2017
Güneşli bir İstanbul sabahına, whatsapp mesaj rekortmeni olarak uyanmıştım.

Guinness rekorlar kitabında güzel ülkemi temsil etmenin haklı gururunu yaşıyordum. Whatsappımın bombastik derecede coşmasının tabii ki çok yerli bir sebebi vardı. Grup olarak üç aydır peşinde olduğumuz, üzerinde stalk rekor denemeleri yaptığımız, annesinin kuzeninin nişan elbisesinin ne renk olduğunu, nişanlısının ne iş yaptığını bildiğimiz, bizi Müfettiş Gadget seviyesinden Sherlock Holmes seviyesine taşıyan yağız delikanlı, arkadaşımızı seviyor muydu? Sevmiyor muydu?

Herkes mesajlarda bulduğu delilleri sunmuştu. Delikanlı bizim kızın instagram profiline girmiş ve tam olarak iki ay üç hafta önce paylaştığı bir fotoğrafı beğenmişti. Bu da yetmemiş, gecenin bilmem kaç bir yarısında çektiği snapini izlemiş bir de üzerine ekran resmi almıştı. Acaba ekran resmi aldığında haberimiz olacağından bi haber miydi, yoksa bu açık açık “seninle ilgileniyorum işte anla” demek miydi? Araştırmalarımıza göre, delikanlının en yakın arkadaşları da bizim kızı takibe almaya başlamıştı. Grup olarak bizim kıza yürüyecek halleri yoktu. Deliller tek bir şeyi işaret ediyordu. Artık emindik! Delikanlı da, bizim kızı seviyordu!

Tamam deliller sevdiğini gösteriyordu ama asıl sorun şimdi başlamıştı. Bunca harekete rağmen hala mesaj atmamıştı. Sırasıyla instagram, twitter, facebook, snap chat. Hepsine bakıldı. DM’lerde herhangi bir yürüme hareketi gözlenmemişti. Acaba bu “ e bu kadar şey yaptım, mesaj da atarsam sapık gibi olurum” demek miydi yoksa “ ben elimden geleni yaptım, seviyosa mesaj atar”  demek miydi? Whatsapp grubu ikiye bölünmüştü. Mesat atsıncılar ve atmasıncılar arasında büyük bir kargaşa yaşandı. Tartışmalar, “ akıl verene bak, kelin ilacı olsa kendi başına sürermiş” seviyesinden “ senin ipinle kuyuya inilmez” seviyesine gelince, beklenen son: Gruptan ayrılanlar ve kapanış.

Biz ne ara bu hale geldik diye düşünmeye başladım. Delikanlı bizim kızı seviyor mu sevmiyor mu diye başlayan konuşmalar, az kalsın mahkemede son bulacaktı. Mesaj atsın diyenler ve mesaj atmasın diyenler hakimin önünde karşı karşıya gelecek, herkes kendine göre savunmasını yapacaktı. “ Asla mesaj atmaması gerekiyor sayın Hakim, ilk adım karşı taraftan gelmeli.” “ İtiraz ediyorum sayın hakim, karşı taraf elinden geleni yaptı. Bu delikanlıyı kaçırmak istemiyorsa artık bizim kızın mesaj atması lazım.” Kafamda tam olarak bu sahneler canlandı. Sonrasında düşündüm, ne kadar çok özledim ilkokulda, ortaokulda yaşadığımız aşkları. Hadi sizi kırmayayım lise de olsun…

Böyle değildi o zamanlar, bir erkeğin bir kızdan hoşlandığını çok başka yollardan anlardık. Hayatın içinden daha tontik göstergeler olurdu, bizi seviyor mu ya da sevmiyor mu diye anlayabileceğimiz. Sizler için, çok özlediğim ve sizin de okuyunca anımsayıp gülümseyeceğiniz 6 maddelik bir Denizz Aşırı nostaljik hoşlaşma kılavuzu hazırladım. Ama unutmayın bu kılavuz artık tedavülden kalktı, o yüzden siz ya günümüz sistemiyle, bildiğiniz sistemle ilerlemeye devam edin ince ince, ya da seviyosan git konuş bence =)

1- Maç yaparken, telefon ve cüzdanı emanet etmek

Yııaa bu bence en romantiği bu yüzden, Denizz Aşırı nostaljik hoşlaşma kılavuzunun ilk maddesi olsun istedim. Erkek arkadaşlarımız ya kendi aralarında ya da, başka sınıflarla, okulun bahçesinde ya da halı sahalarda futbol maçı yaparlardı. Biz de kızlar olarak, destek vermeye, tezahürat etmeye giderdik. Erkek arkadaşlarımız sanki soyunma odasındaki çantalarına bırakamıyorlarmış gibi, cüzdanlarını ve telefonlarını bize emanet ederlerdi. Biz de kendimizi özel hissederdik. Herkes kimden hoşlanıyorsa, ya da kimi özel olarak görüyorsa ona verirdi cüzdanını ve telefonunu. Bu aramızda hiç konuşmadığımız ama çok tontik sözsüz bir anlaşmaydı. Dünyalara bedeldi o zamanlar, telefonunu cüzdanını emanet etsindi, “seni seviyorum” demese de olurdu. Onun izliyoruz diye gaza gelen, ronaldinyo hareketlerini yesinlerdi. <3

2-   

Yazının Devamını Oku

Denizz Aşırı Amerika

20 Mart 2017
Dikkat! Bu yazı aşırı dozda “ Amerika’ya gitmişken…” ile başlayan cümle içerir. Baştan söylemesi…

Geçenlerde öylemesine dururken ben, sen kalk benim içimdeki ses “ madem bir yıllık schengen vizesini aldın, hadi Amerika vizesi de al” diye tuttur, bir de yetmezmiş gibi “Amerika verdi mi 10 yıl veriyor” diye de ısrar et. E prensip olarak içindeki sesi asla kıramayan biriyim, napayım ben de ilk olarak başvuru formunu doldurmaya başladım. Şöyle söyleyeyim, bu Amerika vizesinin en zor kısmı, başvuru formunu doldurma kısmıydı. Cevapla, cevapla bitmeyen soruları ve en zoru da tüm cevaplarımdaki Türkçe karakter sorunsalıyla sanırım toplamda bir 4 saatimi almış olabilir. Ben en son sosyoloji tezimi verirken bu kadar zorlanmıştım arkadaş! Neyse her zorlu mücadelenin sonunda aşırı bir güzellik oluyordu, bunu daha önce de birçok kez görmüştük diyip çok söylenmedik içimdeki sesle. Nitekim de öyle oldu, randevu günü gelip çattığında, uzaktan uzay üssü gibi gözüken ve bir cephesi Karadenize bakan Amerikan konsolosluğuna gittik içimdeki sesle, içeri telefon dahil hiçbir elektronik cihaz alınmıyordu. Milyor tane güvenlik araması ve taramasından geçtikten sonra, son derece turist olduğum anlaşılmış ve içeri alınmıştım. Bir tane konsolosluk görevlisi vardı ki, geleni gideni harcadı. Ona denk gelen bir kişinin bile vizesi onaylanmadı. İçimdeki ses, benim o görevliye denk geleceğimi söylüyordu nitekim öyle oldu. Ama görevli benim turist ötesi bir insan olduğumu görünce korktuğum başıma gelmedi ve ardından o sihirli iki kelime duyuldu!

VİZENİZ ONAYLANDI!

Vizemin onaylanmasıyla pasaportuma kavuşmam arasında geçen süre toplasan 48 saat etmezdi. Artık ver elini NewYork’tu ver elini Broorklyn’dii ver elini SOHO!

Tesadüfe bak ki, pasaportuma kavuşmamla, Newyork’a kavuşmam arasında geçen süre de toplasan 48 saat etmedi. Aşk tesadüfleri severdi, Deniz bu filmi daha önce de izlemişti. Her şey bu kadar ani ve üst üste gelişince gerek içimdeki ses, gerek dışımdaki tüm seslerden de o sihirli iki kelime duyuldu!

AMERİKA’YA GİTMİŞKEN!

Amerika’ya Gitmişken, Jazz Tur Yapalım

Jazzın anasının da babasının da doğmuş olduğu topraklar dedik, Amerika’ya gitmişken bir de yetmez beş tane jazz bar gezelim dedik ve daha İstanbul’dayken bir jazz tur satın aldık. Hayatımda gördüğüm en enerjik ve en neşeli insan Amanda’nın tur rehberi olduğu, A Big Apple Jazz tour New York’a gidip, jazz dinlemek isteyenler için muhteşem bir etkinlik bence. Turu internetten satın aldık ve sonra Amanda ile Harlem’de buluştuk. Amanda önce bizi lokalin lokali bir yere götürdü. Gittiğimiz yer Harlem’de bir evin giriş katıydı ve sokaktan elinde enstrümanıyla geçenlerin uğrayıp müziğe doğaçlama katılabilecekleri bir yerdi. Teker teker herkesin şarkı söylediği, enstrümanların doğaçlama dans ettiği, şahane bir müzik şölenine denk gelmiştik. Oradan çıkıp, Sam amcanın 45 yıldır satmak istemediği Blues bara geçtik. Orada da durum aynıydı. Dünyanın en güzel jazzını dinlememiz bir yana, gittiğimiz her yerde kimliğimi gösterip yaş kontrolüne girmem de bir harikaydı!

Yazının Devamını Oku

1 Yılım Gitti 60 Saniyeyle

13 Mart 2017
Bu yazı, bir dakika geç kaldıkları için YGS’ye giremeyen kardeşlerime açık mektubumdur.

Yedi yıl önceydi. Bir yıldır nefes almadan çalıştığım, üzerine bir sürü hayaller kurduğum, tüm hayatımı belirleyeceğini düşündüğüm üniversite sınavına sülalecek gitmiştik. Ben sınavdan hüngür foşkur çıkmış, tam olarak üç gün boyunca hiç ama hiç kimseyle konuşmamış, kendimi odaya kapamış ve bir lokma yemek yememiştim. İlk olarak yalayıp yuttuğum, hepsini ezbere bildiğim tarih kitaplarımı yırtarak, ardından da her gece birlikte uyuduğum matematik test kitaplarımı camdan dışarı fırlatarak başlamıştı isyanım. Sonrası malum, nasıl olsa çalıştığımız yerden çıkmıyor diyip LYS’ye olan tüm umutların suya düşmesi ve pes ediş. Annemler beni sınava girmeden bir hafta önce filan bir psikoloğa götürmüşlerdi. Hiç unutmam adam bana sınav heyecanını suya bırak demişti. Sınavdan sonra suya bıraktığım sadece hayallerimdi. Ya da ben öyle zannediyordum…

Sen şimdi, 4 yanlış 1 doğruyu, 1 dakika 1 yılı götürüyor diye düşünüyorsun ya canım kardeşim. Haklısın da böyle düşünmekle. Şu an senin canın nasıl yanıyor, çok iyi anlayabiliyorum. Ama lütfen şunu aklından çıkarma, bu sınava giremedin diye veya bu sınavın kötü geçti diye hayatın bitmeyecek çünkü iyi geçseydi de hayatın kurtulmayacaktı. Sonrasında bizi daha zor sınavlar bekliyor çünkü. Tek bir sınavla bitse keşke ömür. Ama bitmiyor işte. İş hayatı, evlilik, çocuk YGS çarpı bin beş yüz. Bu sırada geri gelmeyecek tek şey, gençliğimizdeki gır gır şamata günlerimiz… Şu anda geçmiyor ya senin de boğazından iki lokma yemek, aynı benim ki gibi. Kapattın ya odalara kendini, göz pınarlarında ağlayacak damla kalmadı ya canım kardeşim. 1 yılım gitti diye hırpalıyorsun ya kendini böyle, asıl bu günlerin bir daha geri gelmeyecek. Günlerce kendini hırpaladığınla, aç kaldığınla kalacaksın. Birkaç yıl sonra, bu güne geri dönüp baktığında benim gibi “ amma da yıpratmıştım kendimi, ne gerek vardı” diyeceksin belki de çok sevdiğin okulunda, çok sevdiğin arkadaşlarının yanında. Şu anda çok sinirlisin o kapıları sana açmayanlara ama, kim bilir belki sana başka ne kapılar açılacak bu sayede canım kardeşim? Tarih, hayatlarında bir sürü talihsizlik yaşayan ve mecburen başka alternatiflere yönelen başarılı insanların hikayeleriyle dolu. Mesela Apple’ın kurucusu dünyaca ünlü Steve Jobs, Harry Potter kitaplarının yazarı dünyanın en zengin kadınlarından biri olan J.K Rowlings ve ampulü icat eden Edison. Hepsinin hayatları başlarına gelen acımasız ve talihsiz olaylarla dolu ve belki de bu sayede hepimizin hayatına dokunabilecek mucize çözümler üretmişler. Bugün aydınlık evlerimizde, kendimizi koltuğumuza atıp saatlerce iphone umuzla vakit geçirebiliyorsak, ardından da şahane bir Harry Potter kitabı veya filmi patlatabiliyorsak bu, o şahane insanlara bir sürü “kapının” kapanması sayesindedir. Sana tavsiyem, biraz olsun daha iyi hissetmek istiyorsan bu insanların hayat hikayelerini oku veya izle…

Sen şuan milyonlarca kişinin kalbinde, duasındasın. Bazen bizim için tasarlananlar, hayalini kurduklarımızdan daha güzeldir. Umarım dün sınava giremediğin için, başına çok daha güzel bir şey gelir. Ve eminim de öyledir. Sevgiyle, umutla kal…

Herkes Kaptan Olursa, Gemiyi İskeleye Kim Bağlayacak?

Sınava girebilenleri ve sınavı çok iyi geçenleri gönülden kutluyorum. Ömrünüz boyunca gireceğiniz sınavların belki de ilkini başarıyla atlattınız tebrik ederim. Umarım emeklerinizin karşılığını en şükelasında alırsınız canlarım. Aslında bu yazıyı biraz amağaan YGS de neymiş, gülelim eğlenelim gibi planlıyordum ama yukarıdaki mevzuya değinmeden edemedim. Amacım sınavda üç tane A şıkkını üst üste işaretleyip, sonra da “ ulan bu işte bir bit yeniği var, bu kadar A üst üste olmaz birini sileyim” diyenler için iki kuble bir şey yazmaktı ama olsun. Veya açıklanan sınav sorularını arkadaşlarıyla birlikte kontrol edip “ sen ne yaptın” sorularına maruz kalanların, ya da “ Yaa A yı mı seçmiştim B’yi mi seçmiştim” diye kafa karışıklığının en kralını yaşayanların yüreğine su serpeyim istemiştim, ama bu da olsun. En azından sorunun cevabını bilemeyince, sevgilisinin baş harfini işaretleyen romantik serserileri kokulu kokulu öpücükleyeyim istemiştim. Ama bu da olmadı. Amağaan her zaman, istediğimiz şey olacak değildi ya. Biraz da böyle olsundu.

Ben lisede eşit ağırlık okumuştum ve sınıfta herkes eşit ağırlıkta en yüksek puan olan Hukuk’u kazanmak istiyordu. Ben dahil. Sayısal sınıflarda da herkes yine en yüksek puan olan mühendislik veya tıp kazanmak istiyordu. Sınavda tüm soruları doğru da cevaplasanız, en yüksek puanlı bölümlere girmek zorunda değilsiniz. Bu yanılgıya sakın düşmeyin. İster istemez, her öğrenci en yüksek puanlı bölümü hedefliyor ama benim etrafım hukuk kazanıp, bitirip avukat olup mesleğini sevmeyen arkadaşlarımla dolu mesela… En yüksek puanlı bölümü değil, okurken ve çalışırken en mutlu olacağınız alanı seçin. Tabii gerçekten avukat, mühendis ve doktor olmak isteyenlere, bu meslekte mutlu olacaklarına inanlara değil bu söylediklerim. Sadece yüksek puanlı diye, bölüm seçenleredir nacizhane tavsiyem.

Yazıyı, biricik patroşkam Birol Güven’in The School Of Mandıra Filozofu adlı kitabından bir alıntıyla bitirmek istiyorum. “Her genç kaptan olmak istiyor ama herkes kaptan olursa gemiyi iskeleye kim bağlayacak?"

Örtmen geldi byee…

Yazının Devamını Oku

Korkunç Bir Film 7: Saklama Alanım Doldu!

6 Mart 2017
Hissedilen sıcaklığın eksi bin beş yüz, gerçek sıçaklığın -2 olduğu bir Kapadokya sabahıydı.

Güneş bulutların üstünden kendini göstermeye başlıyor, etraf yavaşça aydınlanıyordu. Büyük bir sessizlik hakimdi… Fonda hiçbir müzik çalmıyor, sadece nefes alış veriş sesleri duyuluyordu. Yerden yaklaşık 5 Ağaoğlu apartmanı kadar yüksekteydik. Kapadokya’ya “gelmişken” balona binmeden olmaz demiş yetmemiş bir de üzerine bir araba parası bayılmıştık. Şaka şaka araba olmasa da bir full depo benzin parası diyelim. Neyse en azından manzara çok güzeldi, tam içimden hava ve zemin evlenme teklifi etmek için çok müsait diye geçiriyordum kii, saniyede altı yüz altmış sekiz fotoğraf çeken Çin’li turistin yanındaki tontik çocuk sevgilisine evlenme teklif etti! Deniz durur mu, hemen bu anları kayıt altına alması gerekiyordu. Isınmak için ceplerime soktuğum ellerimi sakince dışarı çıkardım. Telefonumun kilidini saatte 35 km hızda açtım, kamerayı ayarladıııım, kayıt tuşuna bastııım… Derken fonda, “Bana Kaderimin Bir Oyunu Mu Bu?” adlı nadide eser çalmaya başladı. Çünkü, saklama alanım dolmuştu!!

Bir Denizz Aşırı gezmesinde başa gelebilecek en kötü şeylerin başında “ Saklama alanının dolması” yer alıyordu. Prensip olarak asla yağmurlu havayı tutturamayıp şapka takmadığım gibi, asla ders de almıyor fotoğrafları aktarmıyor veya inatla hafıza kartı satın almıyordum. Tüm Denizz Aşırı gezilerimin bir kısmı galerideki saçmik fotoğrafları silmekle geçiyordu. İlk silinenlerde bayrak her zaman, whatsapp sohbetlerinin ekran resimlerindeydi. Gıybet yapıyorsun, başkasının yazdıklarını ekran resmi alıp bir başkasına atıyorsun bari delil bırakma dimi… Whatsapp sohbetlerinin ekran resimlerini sildikten sonra, sıra kıyafet ve gelinlik modellerine geliyordu. Hepsini silmeme rağmen telefonun hafızasında hala yer açılmadıysa yemek fotoğraflarını, şişko çıktığım fotoğrafları ve aynısından on tane olan fotoğrafın dokuzunu sildiğimde gerekli yer kesin açılmış oluyordu. Saklama alanı boşaltma işlemlerini genelde tuvalete, otel odasına bıraksam da bazen olur olmadık yerlerde de aynı silme işlemlerini yapmak zorunda kalıyordum. Mesela yukarıda da bahsettiğim gibi balonda ve bir evlenme teklifinin ortasında! Daha da kötüsü çiftimiz de heyecandan fotoğraf çekemediği için şuanda evlilik teklifi temalı paylaşacak tek bir tane fotoğrafları yok. Allah düşmanımın başına vermesin! Bana bir umut “ siz çekebildiniz mi?” diye sorduklarında utancımdan yer yarılsın da içine gireyim demek isterdim ama havadaydık onu bile diyemedim. İçime içime ağladım, başımı öne eğdim ve sessizce “saklama alanım dolmuş, çekemedim” dedim. Evlenme teklifi alan kız o kadar üzüldü ki, ciğerim parçalandı. Onun yerinde olmak hiç istemezdim, keşke onu mutlu edebilseydim…Derken balon da inmişti. Hüzünlü bir şekilde çiftimizi tebrik edip yanlarından ayrıldım. Bu sırada süpersonik bir fikirle aniden bir aydınlanma yaşadım!

 

Şuanda bizim tek umudumuz saniyede altı yüz altmış sekiz fotoğraf çeken Çinli turisti. Muhtaç olduğumuz kudret onun galerisinde mevcuttu! O Çinli buraya gelecek, bize o evlenme teklifi fotoğraflarını verecekti! Çiftimiz bu fikirle müthiş bir sevinç yaşadı, havai fişekler patlattı. Derken fotoğraf çekme hızı, yürüme hızına eş değer olan Çinli ortalardan kaybolmuştu. Onu ülkesine dönmeden bulmak zorundaydık! Gencecik yüreklerin mutluluğu için hiçbir masraftan kaçınmadık ve kaldığı oteli bulamadığımız Çinli turistin, fotoğraf çekme ihtimali olan her yere tek tek gittik. Kapadokya kazan biz kepçeydik!

1-     Göreme Açık Hava Müzesi

İlk olarak Göreme açık hava müzesine gittik. Her hangi bir turistin Kapadokya’ya geldikten sonra yapacağı ilk şey balona binmekse ikinci şey de açık hava müzesine gitmek olur her halde diye düşündük. Çünkü burası 1985 tarihinden bu yana doğal ve kültürel varlık olarak UNESCO’nun Dünya Mirası Listesi’nde yer alıyordu. Kaya blokların içine oyulmuş yemekhaneler, kiliseler ve yaşam alanlarından oluşan kocaman bir kaya yerleşim alanıydı. Çinli turist kesin buradadır ve şimdiye fotoğraf sayısını kesin bin beş yüze yaklaştırmıştır diye düşünürken, insanlar M.S. IV. yüz yılda bu kayaları oyup nasıl kendilerine bir yaşam alanı yapmışlar, kocaman kayaları oyup nasıl da kilise yapmışlar diye hayretler içerisinde dolaştık. Bir yandan galerimdeki saçmik fotoğrafları silmeye devam ediyor, bir yandan bu muhteşem yerde yeni fotoğraflar çekiyor bir yandan da gözlerim Çinli turisti arıyordu. Çok işim vardı çok! Göreme açık hava müzesinin her yerini yaklaşık bir saatte dolaştık ama Çinli turisti bulamadık. Pes edecek halimiz yoktu, ikinci durağımız Uçhisar Kalesiydi!

 

Yazının Devamını Oku

Korkunç Bir Film 6: Misafir Evinde Erken Uyandım!

27 Şubat 2017
Yağmurlu ve serin bir İstanbul sabahıydı. Etraf alacakaranlıktı ve en ufacık bir çıt sesi bile yoktu. Ağaç dallarının hışırtısı ve duvardaki saatin tik tok tik tok sesinden başka….

Gözlerimi biraz daha açtığımda, ilk gördüğüm tavandaki birkaç çatlaktı. İçimi aniden bir korku sarmıştı. Allahım ne olur, yalvarırım içimden geçen şey olmasın dedim. Ama kabul etmedi. Adeta “Korkunç Bir Film 6” nın içindeydim. Misafir evinde erken uyanmıştım!!

Sabah saat 07.00… Alarm yok, iş yok güç yok. Bir önceki gece üçlere dörtlere kadar gıybet rekoru kırılmış. Normal şartlarda kendi evinde olan yetişkin bir Deniz’in en erken 12.30’da uyanması gerekirken, horozları işinden etmek istercesine, kargalara çaktırmadan onların mamasını yercesine bu kadar erken uyanmak ne diye düşünmeden edemedim. Adeta asla bozulamayacak bir lanete bulaşmıştım. Murphy kanunu falan değildi bu. Bir insan misafir olduğu evde sürekli herkesten önce uyanamaz ki, hele de günde 18 saat uyuma rekorunu elinde bulunduruyorsa…

Tavandaki çatlakları saydım. Çatlaklardan ev sahibine tavan falı bile baktım. Geçmişini geleceğini okudum, acaip şekiller fark ettim. Biraz daha baksam soy ağacını bile çıkarırdım. Steve Jobs’un ruhuna bir kez daha Fatiha okudum. Allah’ım iyi ki iphone um var diye şükrettim. Sonra oradan internete sektirme yaptım. Bu interneti bulandan Allah razı olsun dedim, bu zamana kadar hiç araştırmamıştım bu vesileyle internetin babasının Vinton Cerf olduğunu öğrendim. Sadece internetin değil hepimizin babası diye düşündüm. Sonra oradan Facebook’a geçtim. Mark Zuckerberg’i de anmadan edemedim. Twitter, instagram derken, rutin eski sevgili, eski sevgilinin yeni sevgilisi stalklarımı da yapınca saati ettik 08.00… Yetmiyordu sevgili okuyucu, o kadar şey yaptım sadece bir saatimi yatakta oyalanarak geçirebildim. Ancak evdeki herkes, hala uyuyordu.

Odanın içinde birden asfalt delici makina sesi yankılandı. Ta ta ta ta ta diye. Allah allah bu koskoca makinanın apartmandaki bir odanın içinde ne işi var diye düşünürken sesin midemden geldiğini fark ettim. Midemi hiç bu kadar uzun süre boş bırakmamıştım. 25 yıllık midem beklemediği yerden gol yemişti. E şimdi kalksan elalemin dolabını açsan bi dert. Bekleyip açlıktan şuurunu kaybetsen bir dert. Resmen içinde bulunduğum durum iki ucu çok güzel bir değnek. Acaba açıklarda, şöyle tezgahta falan bisküvi gibi bir şey bulabilir miydim diye düşündüm. Akabinde düşüncemi eyleme döktüm, napayım öleyim mi açlıktan a dostlar!

Şu düştüğümüz hale bak be, bir gün önce ne duygularla, ne heyecanla geldik bu eve. Tatlı bir sofra, hoş bir sohbet ardından da gıybet üzerine gıybet! Kahkahalar gırla derken şimdi koridorda fonda pembe panter müziği eşliğinde hırsız gibi yürüyoruz. Aman kimseyi rahatsız etmeyeyim, geç yattık zaten kimse uyanmasın diye stres içinde sonunda mutfağa ulaşabildim. Saat 09.00…

Ortalıkta bisküvi benzeri bir şey yok, ya dolapları açıp bakacağım ya da buzdolabını karıştıracağım. Böyle durumlarda da insanı bir çekingenlik hali alır ki sorma yani. Herkes ayaktayken o dolapları löpücük diye açarsın ama evde herkes uyurken açamazsın işte. Ayıp gelir sana. Belki o çok değerli peynirden yemeni istemiyor, belki pastırmanın kilosu pahalı diye ona asla dokunmuyor özel günler için saklıyor. Belki zeytin de egedeki halasından gelmiştir. İşte bunların hepsi mutfakta ev sahibi olduğu zaman sorun olmuyor ama kimse olmadığında insan bi çekiniyor. Bari bir galeta olsun be derken, gözüme çarpan çubuk kraker bana ordan göz kırpıyor. Hayaller sucuklu yumurta gerçekler çubuklu kıraker diye en azından midemdeki sesi kesiyorum. Ardından tuvaletim geliyor. Yapma be sindirim sistemi, başka zaman olsa bu kadar hızlı çalışmazsın. Senin yüzünden içimden bitki çayı ağacı çıkan bir kadına dönüştüm. Şimdi mi yani sindirim sistemi! Tuvalete gitsen bir dert gitmesen bir dert. Sifonu nasıl çekeceğim? Çok ses çıkarır mı acaba? Ay galiba şuan bunu düşünecek halde değilim hemen tuvalete koşmalıyım!

Hayatımda hiç bu kadar sessiz görmemiştim bu işi. Demek insan isteyince her şeyi başarırmış! Saat 09.30 insanlık için nasıl bilmem ama bu evdeki insanlar için çok erken bir saat olmalı ki henüz odalardan bir tıkırtı duymuyor, bir uyanma efekti sezmiyorum. Televizyonu açsam kesin uyanırlar, hayır rahatsızlık da vermek istemiyorum. Küçükken uyanmam için bilerek bulaşık makinasını boşaltan, hunharca tabak çanak yerleştiren efendime söyleyeyim çaydanlığı fütursuzca birbirine vurup ses çıkartan babaanneme de benzemek istemiyorum. Şöyle bir köşede sessizce uyanmalarını bekleyeyim ben en iyisi derken kütüphanedeki kitaplar dikkatimi çekiyor.

Saat 10.00 kendime kütüphaneden bir kitap seçip okumaya başlıyorum. Sonra büfedeki fotoğraflar dikkatimi çekiyor. Gıybet sevdiğim kadar meraklı da olduğumdan hepsine bakıyorum. Ay ya biri uyansa ve beni şimdi görse. Evini karıştırdığımı düşünür mü, evden bir şey eksilse benden bilirler mi? Deniz uyandığında herkes uyuyordu ve saatlerce ayakta yalnız takıldı. Dedesinin kızının görümcesinden kalan ve kaybolan gerdanlığı kesin o yürütmüştür derler mi? Ay ben gencecik yaşta hapislere mi düşeceğim şimdi! Sevgilim beni beklemez kesin gider evlenir o biriyle. Şimdi ben hem özgürlüğümü hem de sevgilimi sırf bir gün misafir evinde erken uyandığım için mi kaybedeceğim Allahım!

Yazının Devamını Oku

Denizz Aşırı Kısmet Vakfı

20 Şubat 2017
Merhaba çok sevgili okuyucu, merhaba yalnız insanlar, merhaba sevgilisi olanlar… En tatlılar platonik aşıklar sizlere de merhaba. Sevip de kavuşamayanlar, kavuşup da mutlu olamayanlar, radyolardan şarkı tutanlar hepinize MERHABA! Sıradaki şarkı sizin için gelir mi bilinmez ama ben sizin için kürsüye alkışlarla Denizz Aşırı Kısmet Vakfı Başkanı Deniz GÖK’ü çağrıyoruum!

Alkış kıyamet koptuğuna, havai fişekler patladığına ve her zamanki gibi havalı bir giriş yaptığıma göre ana meseleye geçebiliriz beybisiler. Hayatım boyunca en çok saygı duyduğum şey “sevgi” oldu. Ailede büyüklerine, işte patronuna, okulda öğretmenine saygı duyman beklenir hep. Kimse sevgiden bahsetmez. Patronuna saygı duyman beklenir ama onu sevmen beklenmez, kimse öğretmenini sevmek zorundasın demez ama herkes öğretmenine saygı duymak zorundasın der. Ben tam tersini düşünüyorum. Bu hayatta daha güzel, daha mutlu ve daha keyifli yaşamak için sevmek ve sevilmek zorundayız, çok net! Öğretmenini sevdiğinde okul, patronunu sevdiğinde işin daha keyifli gelir sana çünkü.

Yedi kişiyi evlendirdiğinde cennete gideceğine inanan bir annenin çocuğuyum ben. Durum böyle olunca da kendimi bildim bileli birbirlerine uyumlu olduğunu düşündüğüm insanları sevgili yapma, küsleri barıştırma, mutsuzları ayırıp onlara daha mutlu olacakları sevgililer bulma gibi misyonlar yüklemişim kendime zaman içinde. Çok şükür bu güne kadar kimseyi ayırmak nasip olmadı ama mutsuz olduklarını görsem onu da yaparım. Neyse, çift yaptığım insan sayısı gün geçtikçe artmaya başlayınca bunu bir meslek haline dönüştürmeli miyimi bile düşündüm ne yalan söyleyeyim =) Başlarda birçok kişi benim zorumla ve çeşitli fişteklemelerimle buluşup, bir araya gelirken, ünüm hızla yayılmaya başlamıştı. Artık insanlar sevgili bulmak, ayrıldığı sevgilisiyle barışmak veya platonik aşkına kavuşmak için direkt Denizz Aşırı Kısmet Vakfına bağlanıyordu. Pıtırcıklarımın sayısı gün geçtiktçe artıyor, biz yedi kişi diye yola çıkarken yedinin katlarına ulaşıyorduk. Ben de annemin deyişiyle cennetteki yerimi garantiliyordum. Artık kadın ve erkek pıtırcıklardan oluşan bir portfolyom bile oluşmuştu. Bu yazıyı okuyup pıtırcığım olmak isteyenler bana sosyal medya hesaplarımdan veya mailimden ulaşabilir. Sen de Denizz Aşırı Kısmet Vakfının pıtırcıklarından biri olmak istersen özelden gel bana börekler açayım sana. Ama öncesinde başkanlığını severek yaptığım bu vakfın çalışma prensiplerinden, görev ve sorumluluklarından bahsetmek istiyorum size. Hazır mısınız, işte karşınızda Denizz Aşırı Kısmet Vakfı’nın görevleri!

GÖREV 1: Pembe Yalanlar!

İşin ucunda sevgi varsa, pembe yalanlar söylemekten kimse ölmez bence diye düşünüp, pıtırcıklar arasında küçük pembiş yalan akışı yaptığım doğrudur. For egzampıl mesela iki insanın birbirine çok uyumlu olduğunu düşünüyorum, onların adını da Denizz Aşırı Kısmet Vakfı pıtırcıklar listesine altın harflerle yazmak istiyorum diyelim. Önce kadın olana gidip, “ bir erkek arkadaşım var fotoğrafını görmüş çok beğenmiş” diyorum. Tabi bunu diyebilmek için gerekli alt yapıyı önceden hazırlıyorum, kızla fotoğraf çekinip paylaşıyorum vs. Sonra erkek olan arkadaşıma gidiyorum, “ bir kız arkadaşım var seninle tanışmak istiyor ama utanıyor” diyip kızı sosyal medya hesaplarından eklemesi için onu cesaretlendiriyorum. Bu sayede ilk adım erkekten gelmiş oluyor ve kızımız da gerçektenden kendisinden hoşlandığını zannediyor. İkili birbirlerinden hoşlaştıklarını sanarak böylece konuşmaya başlıyoor. Bu arada aralarındaki köprü görevimi katiyen bırakmıyorum. Sana bayılmış, senden çok etkilenmiş gibi ara gazlarıma sürekli olarak devam ediyorum. Tedbiri elden asla bırakmamak lazım bu çok mühim bir iş.

GÖREV 2: Sosyal Medya Hesaplarını Ele Geçirme

İkinci adım, ne kadar bir birleriyle iletişime geçmiş olsalar da işin kontrolünü vakıf olarak asla bırakmıyoruz. Aday da olsalar bir sevgi pıtırcığı kolay yetişmiyor arkadaşlar, hele Denizz Aşırı Kısmet Vakfı pıtırcığı olmak zaman ve emek gerektiriyor. Bu yüzden pıtırcık adaylarının sosyal medya hesaplarının kontrolünü ele geçirip, o hesapları dilediğimiz gibi yönetmek şart. Erkek olan arkadaşımızın instagram hesabını ele geçirerek, kız arkadaşımızın en eski fotoğraflarını like lamaya başlıyoruz. Böylece kızımız, erkeğin en eski fotoğraflarına kadar indiğini, saatlerini kendisinin profilinde geçirdiğini düşünüyor. Ardından kız arkadaşımızın facebook una girip erkek arkadaşımıza etkinlik daveti gönderiyoruz. Günün sonunda her iki pıtırcık adayından da zılgıdı yemeği göze alıyoruz ama sevildiklerini düşündükleri için çok üstünüze gelmiyorlar, tecrübeyle sabittir. Bu yöntemimde hiçbir zaman yanılmadım. Sadece geçenlerde bir pıtırcığımı, sevdiceğine kavuşturacağım diye saati 4000 TL +KDV olan bir yoga eğitmenliği kursuna gönderme gafletinde bulundum. Bazen yoğunluktan facebook etkinliklerini detaylı okuyamadığım oluyor canım, olur böyle vakalar Denizz Aşırı hatalar!

GÖREV 3: Yakın Çevreden Destek Kuvvet

İlk iki görevi başarıyla atlattıktan sonra bu üçüncü görev pırlanta niteliğinde oluyor benim için. Birbirlerine ayarlamaya çalıştığım kişilerin ikisi de zaten genelde benim arkadaşlarım oluyor. Ama birinden birini benden başka tanıyan 3. Bir kişi varsa onun konuyla ilgili yorumlarını da destek kuvvet şeklinde çiftlere yansıtarak, konuyla ilgili objektiflik konusunda rekor üzerine rekor kırıyorum. Çünkü en çok karşılaştığım sorun, iş bu aşamaya geldiğinde objektiflik oluyor. Çiftler benim objektif olmadığımı düşünüp, 3.kişilerden ilişkileri ve birbirleri hakkında olumlu şeyler duymak istiyorlar. Bunu bildiğim için önceden bu iş için görevlendirdiğim kişileri hem kız arkadaşıma hem erkek arkadaşıma yolluyorum. Denizz Aşırı Kısmet Vakfının bordrolu ajanları da, pıtırcıklarıma ne kadar tatlış gözüktüklerini anlatıp, kıza erkeği, erkeği kıza övüp onlara ne kadar muhteşem bir karar verdiklerini hissettiriyorlar.

Yazının Devamını Oku

Sevgililer Günü Hediyeme, Sevgili Almam Lazım!

13 Şubat 2017
Geçen hafta yazdığım “ Futbol taraftarını anlama kılavuzu” isimli yazıya birçok pozitif geri dönüş alınca, ben bu kılavuz meselesine kafayı taktım çok sevgili okuyucu. Sonra da dedim ki madem yarın Sevgililer Günü, e o zaman ben de bir çılgınlık yapıp “ Sevgililer gününde hayatta kalma kılavuzu” yazayım bu hafta.

Aylavyu Boz Baykuşlar =)

Korkmayın! Yok efendim “ sevgililer günü kapital sistemin oyunu”, aman efendim “ bunlar hep para tuzağı” gibi şeyler yazmayı hiç düşünmüyorum. İsteyen istediğini düşünsün, isteyen sevgililer gününde ölü taklidi yapsın, isteyen gitsin sevgilisine tek taş pırlanta kolyeler, yüzükler alsın… Kuyumcuların da zengin olmaya hakkı var, onların da çocuklarının özel okul taksitleri var, e onların da eşleri evde hediye bekliyor. Siz çiçekçiden gül alacaksınız ki, adam da karısını romantik bir yemeğe götürecek parayı bulsun. Hayır babam çiçekçi oradan biliyorum. İşte bunlar hep ekosistem! Neyse yani, bu günü saçma bulana da, bulmayıp eğlenmek ve mutlu olmak için bu bahanesini sonuna kadar kullanana da saygım sonsuz. Bir kere geliyoruz bu dünyaya istediğinizi yapın beybisiler, ama benim asıl derdim sevgililer gününde yalnız olanlarla! Sevgilisi olan için, amaan bize her gün sevgililer günü demek kolay tabi, onu da kendimden biliyorum =) ama sevgililer günü, bence sevgilisi olmayanlar için daha önemli! Bu yüzden hazır olun yalnızlar, sizin için sevgililer gününde hayatta kalma kılavuzu yazdım. Haa beğenmezseniz, buyrun bize takılın çok çılgın planlarımız var yarın için. Özelden gel bana börekler açayım sana!

Düşman 1: Kırmızı Güller

Kırmızı ışık gördün mü dur, kırmızı gül gördün mü kaç yarın tatlım su! Yarın senin en zorlu mücadelen bu kırmızı güllerle, daha da kötüsü onları yollarda, trafikte satanlarla olacak. Sen kafanı öne eğip hızlı adımlarla yürüyorken birden burnuna sokulan bir gül yaprağıyla irkilebilirsin! Korkma! Arabadaysan aç müziği sonuna kadar, kitle kapanı bacanı öne doğru bak, sakın sağa sola bakma. Yolda yürüyorsan daha çok ara yolları tercih et, bu kırmızı gül canavarları daha çok ana yollarda seni kuytuda kıstırmak için bekliyor olacak, güllerini sadece burnuna değil gözüne de sokacaklar. O güzelim gül kokusu bu sefer sana foseptik çukuru gibi gelecek.  Sen, “istemiyorum” deyince daha çok üzerine gelecekler, yalnızlığını yüzüne yüzüne vuracaklar. Gururun incinicek, bağrın yanacak, ciğerin sökülecek.. Ağlamaktan göz pınarların kuruyacak. Neyse ben kötü oldum daha fazla yazamayacağım. Sen beni dinle yarın ara sokakları kullan…

Düşman 2: Sosyal Medya

Kırmızı güller kadar tehlikeli olan bir düşmanın da sosyal medya olacak yarın. Ortalama bir yalnızın, kendini törpüyle kesmesi veya aseton içmesi için yarın sadece instagrama girmesi yeterli olacaktır. Yapmayın canlarım. Sadece instagram değil, yarın facebook, twitter, snapchat hiçbir sosyal mecraya girmeyin. Hatta google a bile girmeyin. Bu sevgililer günü sizi orada da bulur, beni dinleyin. Milletin sarmaş dolaş, mıçmıçlı, aşklı böcekli kelebekli fotoğrafarından kaçarken, google reklamlarına yakalanmayın. Hatta telefonu, bilgisayarı bu günlük bir rafa kaldırın, kendi iç dünyanıza dönün. Belki aradığınız aşkı orada bulursunuz =)

Düşman 3: Kuyumcular

Yazının Devamını Oku

Futbol Taraftarını Anlama Kılavuzu

6 Şubat 2017
Merhaba çok sevgili okuyucu, öncelikle bilmeni isterim ki bu yazıyı yazabilmek için, 4 yılımı bir holiganla geçirdim. Hem de Beşiktaş’lı bir holiganla.

Bugün istisnasız bütün erkekler Beşiktaş-Fenerbahçe derbisinden bahsedecek. Dolmuşta, otobüste, okulda, iş yerinde, vapurda, evde, sosyal medyada bu derbi konuşulacak. Sadece sevgilinizin, eşinizin değil patronumuzun da gündemi bu derbi olacak. Yani üzerinize üzerinize aşırı dozda gına basacak. Sevgilinize, eşinize “ eee yeter be bıktım derbinden de futbolundan da, başka bir şey konuş” diyebileceksiniz, hatta ileri gidip kavga bile edeceksiniz ama her ay hesabınıza tıkır tıkır maaşınızı yatıran patronunuzun, yanınızda bağıra çağıra ofsayt tartışmasına sesinizi çıkaramayacaksınız. Ama üzülmeyin, derbi günlerini sorunsuz sıkıntısız atlatabilmenizin formülü bende! İddia ediyorum bu yazıyı okuyan hiçbir kadın, erkeklerin futbol sevdasını anlayamamakla asla suçlanmayacak, sevgililer eşler futbol yüzünden artık kavga etmeyecek!

Başlarda hayatı, işi, gücü futbol olan, tek derdi ve tek aşkı Beşiktaş olan biriyle birlikte olmak çok zor olsa da, onunla empati kurarak hissetiklerini anlamaya çalıştım. Derbi gününden bir gün önce formayla uyumasına anlam veremesem de, 90 dakika maç izledikten sonra izlediğini hiç anlamamış gibi tekrar tekrar maç görüntülerini ağır çekim gösteren programları saatlerce izlemesini saçma bulsam da, maçtan günler sonra bile maç hakkında en ufacık ayrıntıyı tartışabilmesine, en önemlisi kıymetli zamanını buna ayırabilmesine hayretler içinde baksam da, maç günü saatler öncesinden stadın önüne gitmesi bence dünyanın en gereksiz eylemi olsa da, birçok taraftarın da böyle olduğunu görünce, tüm bu durumların hepsine kendi dünyamdan benzetmeler yaparak onları anlamaya başladım. Şimdi hazır olun, sizlerle futbol taraftarını #denizzasiri anlama kılavuzunu paylaşıyorum!

DERBİ

Hazır gündemde Beşiktaş-Fenerbahçe derbisi varken ve gınalar sülalecek size gelmeye başlamışken, ilk olarak şu derbi meselesini aydınlatalım. Arkadaşlar, “derbi” erkekler için hayat memat meselesidir, düğünde bir baldızın, görümceden daha güzel olmaya çalışmasına benzer. Günler öncesinden hazırlanırsınız damadın kız kardeşinden daha güzel olabilmek için. Diyet yaparsınız, zayıflamak uğruna günlerce aç kalırsınız. En tarz elbiseyi bulabilmek için haftalarca sokaklarda dolaşırsınız, ayaklarınız su toplar, butik sahipleriyle enseye şaplak kıvamına gelirsiniz birazcık daha indirim alabilmek için. En güzel elbise modelini bulmak için instagramda onu bunu stalklarken kör olursunuz, whatsapp gruplarını bu meseleyle meşgul eder, kız arkadaşlarınızın da galerisini binbir çeşit kıyafetle doldurur, internet kotalarının anasını ağlatırsınız. Çünkü kız kardeşinizin düğününde en güzel siz olmalısınız! Düğünden sonra fotoğrafları en yakın arkadaşlarınıza gösterir, görümceden daha güzel olduğunuzdan bahsedersiniz veya fotoğraflarda çirkin çıkmanızı yanlış korse seçimine bağlayıp günlerce anlatırısınız. İşte görümce ve baldız için bu düğün neyse, erkekler için de derbi odur! 

OFSAYT

Hiiiiç öyle, bu ofsayt denilen şey günlerce tartışılır mı abicim tribine girmeyin. Mesela, aylardır o en beğendiğiniz, dünyanın 8. Harikası olan ayakkabının 38 numarasını arıyorsunuz. Bu ayakkabının 38 numarası her nasıl olduysa tükenmiş, hiçbir yerde yok diyelim. Sadece bir şubede kalmış. Aniden fonda dındındındındındındın diye köpek balığı geliş müziği çalmış. Bu ayakkabının olduğu dükkana girerken, “ bu modelin 38 numarasını alabilir miyim?” dediniz. Aynı ayakkabıyı alacağınızı karşı kaldırımdan fark eden bir kadın da kasadaki arkadaşını arayıp siz ayakkabıyı alana kadar o ayakkabıyı almasını söylemiş. O dünyanın 8.harikası olan ayakkabıya daha ayağınız değil eliniz bile değmeden, ayakkabı satılmııış.. Üzerine üstlük kasiyer de bu haksızlığa göz göre göre sesini çıkarmamış. Ne yapardınız? O ayakkabı benim hakkımdı, ben ondan önce geldim, sırf bu yüzden trafik var diye almayan kaç taksiciyle kavga ettim, yağmur demedim kış demedim bu ayakkabı için yürüdüm demez misiniz? Bu hain davranışı kız arkadaşlarınıza anlatıp, beddualardan bir seçki yapmaz mısınız? Fake hesaplar açıp sosyal medyadan o kadını bulup, ona küfürlü mentionlar atmaz mısınız? İşte o kadın yeşil bir sahada olsaydı, erkekler bu yaptığına ofsayt derlerdi. Sizce de günlerce konuşmakta haklı değiller mi?

FUTBOL TARTIŞMA PROGRAMLARI

Gelelim zamanında benim için de anlaması en zor olan futbol tartışma programlarına. Başta da bahsettiğim gibi, insanın bu programları izlemesi için, 90 dakika boyunca izlemiş olduğu maçı hiç anlamamış olması gerekiyor diye düşünüyordum eskiden. Ama öyle değilmiş. Özellikle yenen takımın taraftarı nasıl yendiğini tekrar tekrar izleyip daha çok keyfine varmak istiyormuş durumun. Zaten yenilen takımın taraftarı da istatistiklere göre daha az izliyormuş bu programları. Durum böyle olunca ben de empati yapayım dedim. Bana aynı şeyi tekrar tekrar yapmaktan en çok ne keyif veriyor diye düşündüm. İlişkinin ilk günlerinde, daha böyle yeni yeni flörtleşirken mesajlar çok tatlıştır. Bu mesajlar aşırı dozda aşk, ilgi ve iltifat yüklüdür. Birçok kadın da bu aldığı mesajları özellikle yatmadan önce tekrar tekrar okur. Belki arkadaşlarına okutur, hatta ekran resmi alır sonsuza kadar saklar. Yani bizi mutlu eden, bize keyif veren bir şeyi tekrar tekrar yapmaktan hiç sıkılmayız. Futbol tartışma programları da, erkekler için böyle bir şey sanırım…

Yazının Devamını Oku