Güney Kore’ye İslam Tasavvufunu tanıtmak istiyoruz / Cemalnur Sargut - 1. Bölüm

Kalplerde taht kuran, benim de kalbimi fetheden, hayatını ışığı yaymaya adamış, mucizelerin bedenlenmiş hali, Dünya’nın akıl almaz yerlerine kadar ışığını taşımış, çok değerli bir isim; Cemalnur Sargut.

Haberin Devamı

Şu ana kadar dünyaca ünlü çok değerli ve ünlü isimlerle çalıştığım için ve benim kendime ait bir özelliğim olarak da, tanıştığım zaman onun gerçek bir ışık olup olmadığını anlarım.

Bunların içinde Cemalnur Sargut  yalnızca gerçek bir ışık değil, hatta yakmak yerine şifalandıran sevgi dolu bir güneş...

Önümüzdeki bir kaç gün, sizlerle Cemalnur Sargut ile yaptığım röportajımı paylaşacağım. Dilerim hepimize ışık olur. Bu röportajı yaptığım sırada ve sonrasında benim için muazzam bir aydınlanma yaratan Cemalnur Sargut’u çok sevdim. Bana güzellikler katan isimler arasına Cemalnur Sargut da girdi.

Dilerim bir kaç bölüme ayırdığım ve sizlerle paylaşacağım bu röportaj bana olduğu gibi sizlere de şifa olsun...

Güney Kore’ye İslam Tasavvufunu tanıtmak istiyoruz / Cemalnur Sargut - 1. Bölüm

Haberin Devamı

-Gerçekten çok seviliyorsunuz tasavvuf ile ilgili çok sayıda araştırma var ama siz çok daha farklısınız. Şimdi şöyle başlamak istiyorum; insanlar hangi sıralamayla sizin kitaplarınızı okusun?

Dinle, Aşk’tan Dinle, Kur’an’la Var Olmak, Allah’ın Sevdikleri, Allah’ıma Sefere çıktım gibi radyo ve TV konuşmalarımı ihtiva eden kitapları daha kolay anlayabilirler çünkü radyo ve TV’lerde insan karşısındakine anlatır gibi konuşma lisanıyla konuları işliyor. Onlar küçük cep kitabı gibidir. Eğer tasavvufa merakları varsa ki, ben gençlerde çok görüyorum. Kur’an’la ilgili yaptığım çalışmaları daha sonra alabilirler. ‘Ey İnsan, Bakara 1, Bakara 2, Bakara 3, Meryem 1, Meryem 2, Ayetü’l Kürsi, Mülk Suresi gibi... Bu kitapları okurken benim tavsiyem anlamadıkları yerleri geçsinler, sonraki kısımları okusunlar. Anladıkları yerleri okuyup tekrar başa dönerler. Mevlana Kur’an için: “Gelin gibidir, peçesini herkese açamaz; yüz görümlüğü vermeyene de peçesini açmaz’ diyor. Yani önce nefsini vereceksin, egonu vereceksin ondan sonra anlamaya başlayacaksın’ diyor. Bu ikinci tür kitaplar daha çok akademik çevrede tefekkürü artıran kitaplar. Ya da gençler arasında o güne kadar Kur’an’ı ayetin tek manasıyla ezberlemiş olanlar, ayetin 30-40 manasından bizim kitaba aldığımız başka manaları okuyunca, bu sefer kendileri de düşünüyor, acaba ayetin böyle bir manası var mı diye. İşte Kur’an’ı, tefekkür eden ve vaktini Kuran’la geçiren insanlar haline geliyoruz. Daha sonra da tasavvufun doktora kitabı olarak kabul edilen İbn-i Arabi’nin 27 peygamberi anlattığı Fususu’l Hikem adlı kitabını haddim olmayarak şerh etmeye başladım. Hz. Adem’le başladım en son Hz. Yakup çıktı. Hz. Yusuf  ise basım aşamasında. Ömrüm yeterse ve Allah izin verirse tamamlamaya çalışacağım inşallah.

Haberin Devamı

Birinci tür ve ikinci tür kitaplar arasında bir de ibadet serisi var. Namazın hakikati kitabında namazı niye kılıyoruz, niye beş vakit kılıyoruz, niye abdestte üç kere sağ kolumuzu, üç kere sol kolu yıkıyoruz gibi hepsinin nedenini anlatmaya çalıştım. Aynı şekilde orucun hakikati, tövbenin hakikati, Kabe’nin hakikati...Kabe’ye gidip neden 7 kere dönüyoruz gibi bütün sembollerin hakikatleri... Zaten Kabe kitabı Kâbe’ye gitmeden önce bir kere okunursa çok iyi olur. Konuyla ilgili çok bilgi veriyor belki bu kitabın evde bulunması bile çok önemli. İbadetlerle ilgili kitaplarda sahih kaynaklara başvurarak haddim olmayarak onların bilgilerini kullandım.

Haberin Devamı

-Şu anki etkinlikleriniz neler?

Önce ABD’de Kuzey Carolina Üniversitesinde bir kürsü kurduk. Bunu da kurma nedenimiz o devirde Türkiye’nin henüz bu tür bir enstitüye hazır olmamasıydı. Amerika’daki bu tür bir kürsünün örnek bir kürsü olması en büyük isteğimizdi. Çok faydalı oldu. Şimdi İslamafobia ile mücadele eden ender kürsülerden bir tanesi oldu. Başında da Juliana Hammer var eşi de Türk ve profesör olan bir Müslüman hanımefendi var. Çok mühim bir iş yaparak İslam’da kadın hakları ve İslamofobia ile mücadele üzerine önemli çalışmalar yapıyor ve birçok öğrenci yetiştiriyor. İkincisini Pekin’de kurduk. Çin’de hiçbir dînî, hiçbir yabancı ya da Türk adı geçen bir girişim olması mümkün değil. Fakat bize Pekin Üniversitesi içinde Türk Kadınları Kültür Derneği Kenan Rifai İslam Araştırmaları Kürsüsü adıyla bir kürsü kurmamızı Allah nasip etti. Dikkat ederseniz, hem İslam hem Türk isimleri kürsüde bulunuyor. Ayrıca Pekin Üniversitesi Çin’in en önemli Üniversitesi. En son da Japonya’da da Kyoto Üniversitesinde bir İslam Tasavvuf Araştırmaları Merkezi kurduk. O da çok başarılı oldu. “İki Doğunun Köprüsü” isimli bir proje hazırlıyoruz üniversitede ve Çin’den Japonya ve Amerika’dan gelen öğrencilerle bir öğrenci sempozyumu yapıyoruz. İnanamazsınız gelip görmeniz lazım. Japonya’dan gelen öğrencilerimizin çoğu Türkçe biliyor ve Osmanlı arşivlerini araştırıp Osmanlı tasavvufu öğreniyorlar. Bize bizi öğretiyorlar. Ben yeni ABD’deydim bir sempozyuma katılmıştım orada birisine İstanbul’daki enstitüden haberiniz var mı diye sorunca, Japonya’dan öğrendim dedi. Bu arada, Türkiye’de ilk defa İlahiyat Fakültesi içinde olmayan özel üniversitede YÖK’ün de büyük destekleri, yardımları ve güveniyle Üsküdar Üniversitesi Tasavvuf Enstitüsünü kurduk ve gene Türkiye’de ilk olan, her tür meslek sahibinin bu bölümde master ve doktora yapabiliyor olması. Bu bölüm girmesi kolay fakat mezun olması daha zor bir bölüm zira bu bölümde okuyanlar İlahiyat Fakültesinde okumuş kadar dini bilgilere sahip oluyorlar. Acizane bendenizin oğlu olan Kerim Güç Bey de, elektronik mühendisi olmasına rağmen Enstitü’de üçüncü yüksek lisansını yapıyor. Arapça, Osmanlıca Fıkıh, Hadis ve klasik dini eğitim derslerini alıyor. Ama ana gaye, her meslekte Ahlak-ı Muhammedî’nin yaşanabilmesi. Japonya’ya dönersek, biz burada bu çocukları yetiştiriyoruz ağırlıyoruz ders veriyoruz. Bizim çocuklarımız da oraya gidiyor bu şekilde sonuçta birleşip ortak sempozyumlar hazırlıyoruz. Mesela Japonya’da hiçbir dini eğitim yok, din yokken, ilk defa antropoloji bölümü içinde dini bölüm kuruldu bizim enstitüden sonra.

Haberin Devamı

-Kaç senesinde oldu bunlar?

Japonya o kadar yeni ki, iki sene oldu. Geçen sene büyük bir İslam sempozyumu yaptık Japonya’da. Büyükelçimiz bile büyük bir şaşkınlıkla: “Daha dün kuruldu, ne zaman bu çalışmayı yaptınız” dedi. Gerçekten çocuklar inanılmaz çalışıyorlar. Ben sadece ateşleyen bir hizmetçiyim ama çocuklar olağanüstü çalışıyorlar. Dünyanın her yerindeki tasavvuf profesörleri ile devamlı irtibatlıyız. O profesörler -ben tasavvufun oskarları diyorum- kendileri isteyerek bu sene birer ay gelip Enstitümüzde bedava ders vermek istediler. Bu  Enstitü hem batı tarafından da Türkler tarafından da bir devrim kabul ediliyor.

-İstanbul’da Türkiye’de başka etkinlikler

Haberin Devamı

Biz her sene bir veya iki büyük sempozyum düzenliyoruz. Hz. Şems, Sultan Veled, Hacı Bayramı Veli, Mısri Niyazi gibi Türkiye’de çok bilinen ve batıda da bilinmesini istediğimiz ve onların bakış açısıyla tasavvufun yayılmasını istediğimiz tasavvuf büyüklerini batıya tanıtmaya çalışıyoruz. Onlara da metinler veriyoruz onlar da hazırlanıp gelip anlatıyorlar. Ayrıca benim haftada iki gün halka açık sohbetlerim var.

-İnsanlar size nasıl ulaşabilir?

Biri Çarşamba günü diğeri de Perşembe günü olan sohbetlerim ücretsizdir gelip rahatlıkla dinleyebilirler. Hayatımda hiçbir şeyden ücret almadım çok şükür. Bunun dışında haftada üç gün Altunizade’de üniversitede derslerimiz devam ediyor. Benim yüksek lisans öğrencilerine haftada üç gün derslerim oluyor. Ayrıca bazı sertifika derslerimiz oluyor özel merakı olanlar buraya üniversiteye bir kurs ücreti vererek istediği konuda, mesela yalnızca Mevlana konusunda eğitim görebiliyor. Onlara kurs bitiminde sertifika veriyoruz. Lise mezunu olarak bile başvurabilirler. Ama merakları varsa gelip sertifika alana kadar derslere devam ediyorlar.

-Üsküdar Üniversitesi

Evet sadece benim değil Mahmut Erol Kılıç, Osman Nuri Küçük, Emine Yeniterzi, Niyazi Beki bir de batıda hocalık yapmış doktora sahibi bazı öğrencilerimiz Cangüzel Zülfikar, Dilek Güldütuna gibi hocalarımızın da dersleri devam ediyor. Köln Üniversitesi’nde de İslam tasavvvufu ile ilgili bir ders başlatmak üzereyiz.

Senede bir kere Mevlid kandilinde Peygamber gecesi tertip ediyoruz. Kandilin bir gün öncesi veya bir gün sonrası gibi yaptığımız çok özel bir gece. Bu yıl 14.sünü yaptık elhamdülillah. Bu gün için bir tema seçiyoruz Bu tema, Peygamber’in ahlakının bugün yaşanır hale getirilmesi, bu ahlakın yayılması gayesini güdüyor. O tema üzerine bir kitap çalışması yapıyoruz. Ve bu kitaptan iki bin tane bastırarak sanat eseri halinde dağıtıyoruz. Gecede bir ana konuşmacının ardından bir tane Türkiye’den bir de yurt dışından yabancıya bu konudaki İslam’a hizmetinden dolayı “Dost Ödülü” takdim ediyoruz. Bugüne kadar çok meşhur kişilere verdik. Mesela, Carl Ernst, Anne Maria Schimmel, Martin Lings, Muhammed Hamidullah, Muhammed İkbal, Reno Guenon gibi gerçekten Müslüman olmuş olmamış ama gerçekten Müslümanlığa hizmet etmiş kişilere veriyoruz.

-Türklerden kimlere verdiniz?

Bu sene Fuat Sezgin’e verdik çok büyük hizmeti var biliyorsunuz, Daha önce, İbrahim Kalın, Mustafa Asım Köksal, İsmail Kara, Yaşar Kandemir Ali Bardakoğlu, T. Altıkulaç, Elmalılı H. Yazır, Casim Avcı, Yusuf Ömürlü, Emine Yeniterzi, Ali Yardım’a verildi.. Bu gecelerimiz de çok ses getiriyor, salonda iki bin kişi kadar oluyor. Hz. Mevlana’nın torunu Esin Çelebi Hanım bizim çok yakın aile dostumuz, çocukluğumuzdan beri beraberiz. Benim Türkiye’deki bütün tarikatların bir araya gelmesi, ve Tarik-i Muhammedi üzerinde birleşmesi ve bir tevhid oluşması için çalışıyoruz. Biz el ele verirsek İslam alemi de el ele verir. Bunun için biraz taviz vermek gerekir diye düşünüyorum ben o tavizi vermekten yanayım. Onun dışında Pazar günleri tasavvuf ve sinema diye çok zevkli bir ders yapıyorum. Sınıfımız çok kalabalık oluyor. Avatar’dan tutun Lucy’ye, Matrix’e kadar hepsindeki tasavvufi ögeler üzerine çalışıyoruz. O ders çok ilgi çekiyor. Anlattıklarımı genelde filmlerin yönetmenlerine de gönderiyorum.

-Siz mi anlatıyorsunuz?

Ben anlatıyorum yine Üsküdar Üniversitesi içinde. Bir gün özel gelirseniz.

-İnsanlar sizinle Umre’ye gelebiliyor mu?

Herkes gelebiliyor, ben turun sahibi değilim. Ama bize özel fiyatta veriyorlar mesela 120 kişi 130 kişi kim istiyorsa gelebiliyor.

-Ben de sizinle gelmeyi istiyorum

Çok sevinirim

-Geleceğe dair projeleriniz neler

İnşallah Güney Kore’de bir enstitü kurmak istiyorum. Oranın ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. Oradan Kuzey’e de atlar evvel Allah. Allah büyük! Nasıl Çin’de oldu, hala inanamıyorum ben. Allah isteyince hepsi oluyor biz niyet ediyoruz o istiyorsa oluyor. Benim öyle bir yapım vardır, çalışırım karşılık olmazsa, ‘demek daha Allah istemiyor’ diye düşünür ve hemen bırakırım. Başka şeye gider çalışırım. Üçe kadar itiraz gelirse…

-Yani

Üçe kadar uğraşırım, üçüncüde de ters dönerse, “Allah’ım istemiyorsun vakti gelince olur inşallah” der, orada dururum. Yani öyle bir yapımız var çok şükür. Bu kürsüleri idame ettirecek bir fon kurmak istiyoruz. Bizim hiçbir zaman hiçbir paramız olmaz. Beş kuruşsuz işe başlarız. Allah istiyorsa o iş olacaksa hiç inanamayacağınız şekilde o para gelir. Bir tane örnek vereyim. Bizim yaptığımız işlerden bir tanesi de, mübareklerin türbelerini restore etmek. Mesela Bursa’da Emir Sultan’ın türbesinin içinin yapmak bize nasip oldu Tamamen altınlarına kadar yeniledik. Emir Sultan’ın içi 250 milyar falan tutuyordu o zaman. Biz talep ettik. Çünkü çengelli iğnelerle tutturulmuş berbat bir haldeydi. Vakıflar, “hadi yapın bakalım” dedi bize. Allah nasib etti, inanılmaz insanlardan yardım geldi. Hazret kendi türbesini kendi yapmış oldu.

 Üftade hazretlerinin türbesini yaptık.  Bakın gidin görün şimdi ne kadar güzel. Üftade hazretlerini örtülerini ikinci yenileyişimiz. Merkez Efendi Hazretlerinin türbesini. Edirne’de Gülşenî hazretlerinin türbesini yenilemek nasip oldu.. Çok şükür Harakânî Hazretlerine de hizmet etmek ve oraya bir kültür merkezi inşa etmek nasip oldu.

Türkiye’de çok ses getiren iki büyük sergi açtık.  Birincisi, “Bir Kul Bir Resul” sergisi..Peygamber efendimizin bütün şahsi eşyalarını İslam Eserleri Müzesinde bir ay süreyle sergiledik. Dünyanın en çok hızlı gezilen sergisi oldu. Suudi Arabistan’dan Katar’dan Emirler geldi. Bedava olduğu için ortaokullar liseler her yerden gelip ziyaret ettiler. Bence bu sergiden daha önemlisi, ilk defa Topkapı Sarayının içinde çok sevgili dostumuz İlber Bey’in de yardımlarıyla Hazreti Fatma ve Hüseyin’e ait giysileri çıkarttırdık. O zamana kadar Kutsal Emanetlerde ehlibeyte ait hiç bir şey yoktu. Fabrikadan özel kumaş dokutarak onları restore ettirdik. İlber Bey sergiyi altı ay için açarız demişti. Mehter takımlarıyla, Diyanet işleri Başkanıyla açıldı sergi, yer yerinden oynadı. Hala devam ediyor.

-Gelecekte ne yapacaksınız?

Özellikle bu ilişkileri devam ettirip artırmak istiyoruz. İnşallah bu sene çok önemli bir sempozyuma, Dünya Dini Liderler toplantısına davet edildim.

-Dalai Lama da gelebilir

Geçen sene vardı bu sene de olabilir. Dünyandaki tüm dini inançların liderleri toplanıyormuş, oraya davet edildim bu sene. Dolayısıyla Türkiye’de Enstitümüzde dini lideri davet etmek her dinin, her inancın hakikatlerinin burada öğrenilesine ve İslam tasavvufunun diğerlerinden ne kadar üstün ve farklı olduğunun anlaşılmasına zemin hazırlayacağımıza inanıyorum. Gerçi ben tasavvuf lisanının Türkçe olduğuna iman ediyorsam da İngilizce vasıtasıyla yayılacağına inancım olduğundan daha çok lisan çalışmamız gerektiğini düşünüyorum. Ama asıl dünyadaki Müslüman olmuş ve hakikaten çok ses getiren ve dünyanın tam tanıyamadığı profesörlerin bilgilerinin burada anlatılması çok önemli diye düşünüyorum. En büyük eksiğimiz Türkiye’de lisan, çünkü tasavvufun da lisanı İngilizce olmaya başladı onu da artırmak için çalışmalar yapmamız gerektiğine inanıyorum. İlk defa benim Amerika’da İngilizce kitabım (Beauty and Light) çıktı. İslam’a hizmet eder inşallah.. Gayem daha çok kitabın İngilizceye çevrilmesini sağlamak. Hocam Kenan Rifai hazretlerinin ve Hocam Samiha Ayverdi’nin kitaplarının da İngilizceye çevrilmesini sağlamak istiyoruz

-Hangi yayın evi?

Fons Vitae. Çok ünlü bir  akademik yayınevi kabul ediliyor.

- Gelecekte böyle bir portre olarak gözünüzün önüne getirecek olursanız neye ulaşmak istiyorsunuz?

İstediğim hepimizin Ahlak-ı Muhammedi’yi giyinmemiz. Kendi işimizde en ahlaklı şekilde olmamız, psikologsak en doğru ve ahlaklı şekilde görevimizi yapmamız, sosyologsak halkı ona göre incelememiz yani modern ilimle Kur’an’ın getirdiği hakiki ilmin birleştirilerek İslam’ın getirdiği orta noktanın bulunması ve bu şekilde de başta kendimize sonra herkese ahlakı, edebi aşılayabilmek... Benim tek beklentim Kur’an’ı yaşar hale geçirebilmek, Kur’an-ı alıp ezberlemenin mutlaka ki çok faydası var. Ama yaşamadığımız sürece bilginin insana sadece mesuliyet yüklediğini görüyoruz. Zira Harun Reşit’in papağanı da Yasin Suresini ezbere biliyormuş.

-İnsanların Müslüman olması mı yoksa başka dinden de olsa o bilgiye haiz olarak onunla yaşaması mı?

İnsanların zaten Allah’a teslim olarak yaşadıklarını görüyorum. Allah’a teslim olarak yaşayanlar da ismi ne olursa olsun Müslümandır zaten. Mühim olan teslim olmaktır, Kur’an-ı anlamak ve yaşamaktır. Biz bütün dinlere ve inançlara hürmet etmeyi öğrenmeliyiz zira bunu Kuran emrediyor. Dolayısıyla inançlar ve dinler insanı Allaha götüren yollardır. Tapılacak yegane güç Allah’tır.. Herkesin tek Allah’ı var ve dolayısıyla kim onu daha iyi anlıyor, daha aşık ve onun sayesinde edep ve ahlakı daha fazla giyiniyorsa bence o en Müslümandır. Bugün bizim daha Müslümanca yaşamamız gerektiğine inanıyorum. Çünkü bugün İslam alemi cahiliye devrini yaşıyor. Yani Müslümanca yaşamıyorlar dolayısıyla o idrake varabilmeyi sağlamak lazım diye düşünüyorum. Yani birleştirici olmak, Kur’an-ı’n hakikatine ermek, affetmek, insanların Allah algılarını değiştirmeye çalışmadan Allah aşkını aşılamak, kaçırtmadan birleştirmek gibi gayemiz var. Yoksa biz kimseye şu dinsin bu dinsin şu inançsın diye eleştirecek bir kul değiliz. Biz o güçte değiliz. Biz hizmetçiyiz. 

-Maddesel olarak dünyanın her yerinde olması gibi böyle bir şey var mı?

Tabi o kadar büyük hedeflerimiz henüz yok ama dünyanın her yerinde tasavvufun yaşanması gerektiğine inanıyorum. Onun için biz bir adım atarız ama Allah isterse onu milyonlara taşır.. Bir bak Peygamber devrinde kaç Müslüman vardı şimdi bak Kabe’nin etrafına sığmıyoruz bile. Dolayısıyla inşallah Türkiye’de ilk adım bize nasip oldu.  Bunun gelişip Allah’ın istediği şekilde, vakit ve zaman içinde her yere yayılması lazım. Yani batının da Ahlak-ı Muhammedî’yi yaşaması, doğunun da yaşaması, ve önce İslam aleminin birleşmesi gerekir  diye inanıyorum.

-Çok etkileyici mucizelerle karşılaştınız mı bu süreçte

En büyük mucize, benim. Benim gibi akrep burcu, şüpheci, hiçbir şeyi beğenmeyen, çok mutsuz, iman etti mi yüzde yüz eden, ama etmedi mi de şüpheyle karşılayan ve o kadar hassasken, hocam beni aldı bir büyük mucize olarak her şeyden mutlu olan, kendini adam yerine koymayan bir sürü hizmet yapması nasip olan ama her gece sabaha kadar Allah’ım niye benim gibi edepsiz bir kulu seçtin ki daha nice kulların varken, diyebilen ama bunu söylerken bile içinde bir üzüntü olmayan, mutluluk içinde yaşayan, dünyanın en mutlu insanlarından biri haline getirdi. Bundan büyük mucize mi olur?  Daha ne diyeyim sana, taşı alıp mücevher yaptı yani. Onun için bakın bir tane anlatayım size. Gençliğimde hocam beni 24 yaşında vazifelendirdi. O zaman dedim ki, “Ben hiçbir şey bilmiyorum. Edepsizlik etmek istemem ama sizin gibi sultanlar var ben kim oluyorum.” Ben doğduğum günden beri bu işin içindeyim ama 24 yaşında öğrencilerim olmasını ve onlara Mesnevi öğretmem gerektiğini söyledi. Annem de babam da anneannem de dedem de hepsi dervişti. Onun için bize hep böyle yaşayarak gösterdiler. Hiç empoze yok, zorlama yok. Hep yaşanarak gösterildi. Ondan sonra 24 yaşında buna başladıktan birkaç ay sonra etrafımda insanlar birdi bin oldu, dolmaya başladı. Çünkü ben “biliyorum” diye anlatmadım,  Hadi gelin beraber okuyalım beraber konuşalım ne anlıyoruz.” diye anlattım.  Etrafım çoğaldı, çoğalınca da kendimi bir şey zannettim, ne güzel konuşuyorum, dedim. Kendimizin ne olduğunu biliyoruz. O devrelerimden birinde Geceleri bir grup Fihimafih çalışması yapıyoruz. Mevlana Hazretlerinin en ağır kitabıdır Fihi Mafih. Bir Ramazan ayı gecesi bizim yan dairemizde oturan bir arkadaşımızın evinde iftardayız. Önce iftarı açacağız sonra okuyacağız. İftara üç dört dakika kadar kalmışken kapı çalındı. Hayatımda gördüğüm en etkileyici adam girdi içeri. Yemyeşil gözler çok yaşlı çok şık çok zarif... Kapıyı açan arkadaşımıza, “Açım acaba beni de misafir olarak kabul eder misiniz?” demiş. Arkadaşım buyur etmiş ve biz beraber iftar ettik. Ama hiç kimse konuşamıyor, herkes tir tir titriyor. Adamcağız devamlı dua ediyor. Dünyanın en şanslı insanlarıyız biz dedi. Tam bizim anlatmaya çalıştığımız gibi. Yemek bitti “Müsaade ederseniz ben size dua etmek için teravihe gidiyorum” dedi. Kimsede ses yok. İtiraz falan yok. Gitti. Ben de hemen anneme açtım. Annem çok mübarek bir hanımefendidir, sohbet de yapar. Anne dedim, ben çok etkilendim acaba Hızır (a.s). olabilir mi?. Annem de - sanki Hızır her gün her yere geliyormuş gibi- “Hızır’dır kızım gelmiş, gitmiştir”, dedi. Gayet basit algıladı.  Ben dedim ki: “Çocuklar bir mucize gördük. Hızır geldi, Demek ki biz hakikaten sevilip beğeniliyoruz.” O sırada, tebrik edilelim diye Mevlana’yı açtık. Şöyle diyordu: “Böyle bir mucize gördün diye kendini adam oldun mu zannettin? Gerçek mucize kendi nefsinle mücadele edip daimi huzuru yakalamaktır. Bundan daha büyük mucize mi olur?” İşte orada hemen ne olduğumuzu bizim yüzümüze çarptı Hz. Pir. Biz hemen bir tövbe namazı kıldık sonra oturduk ağlaya ağlaya aşkla Fihi Mafih’i okumaya devam ettik. Yani en güzel şey okuduğunuz şeyin size tesir eder hale geçmesidir. Kur’an gibi.. Şimdi bakıyorum insanlar bugün kaç tane tesbih çektim, kaç cüz okudum diye bakıyorlar, onların bir tesir yapacağını zannediyorlar. Tabi iki Kur’an’ı Arapça okumanın enerjisi var ama gerçek tesir onu hal etmek, giyinmek, öğrenmek. Hikayeyi bilirsiniz; Mevlana’ya demişler ki, adam Kur’an’ı çok iyi biliyor bir kelime sorun anlatsın size, hangi surede kaç kere geçiyor. Demiş ki cevizleri saymayı çok güzel öğrenmiş bir gün inşallah içini de yer de, manasını anlar. İşte biz onu anlamaya çalıştık.

-Evliyaların Pir’lerin insanları tabi hak eden kişileri ziyaret ettiklerine ve yardımcı olabildiklerine inanıyormusunuz?

Ben onların yaşadığına bizim ölü olduğumuza inanıyorum. Zaten onlar buradalar da biz ara sıra hak edersek onlara uğruyoruz yani. Yani onlar daim varlar. Peygamber şurada olmasa ne siz ne biz onun adını anamayız. Daimi varlar onlar. Ezeli ve ebedi canlılar. Biz ölüyüz, çünkü bakın Peygamber’in bir hadisi var diyor ki, sadaka verenin ömrü uzar. Halbuki biliyoruz ki ömür belirli, kaderde yazılıdır. Niye böyle bir şey söylemiş? Çünkü ölü yaşıyoruz ancak sadaka verince başkasını kendimizden önce düşündüğümüz zaman diriliyoruz. Hizmet edince hayat uzuyor, ölü hayat diri hale geçiyor.

-Mesnevi ya da tasavvuf sayesinde hastalıklarından iyileşenleri gördünüz mü?

İslam tasavvufu gerçekten insanı bağımlılıklardan kurtarıp huzur ve mutluluk verdiği için yani hür kıldığı için hastalıklar üzerinde tesirli olur. Acizane öğrencilerimizden pek çoğu kanseri çok kolay atlattılar. Geçen gün bir arkadaşım maddi bir grupla karşılaşmış nasılsın canım diyorlarmış. Bunlar delirdi mi bana niye böyle soruyorlardı diye düşünmüş. Sonra hatırlamış ki iki sene önce kanserdi. Yani o kadar hastalıktan memnun hale geliyorlar ki, o kadar unutuyorlar. Hz. Mevlana diyor ya, seni Allah’tan iki şey uzaklaştırır: paran ya da sıhhatin... İşte o hastalığın lütuf olduğunu kabul ediyorlar. Mesela ben TV’de anlatıyorum hocamın hastalık misafirdir dediğini. Bana şöyle mektuplar geliyor. Hocam bir misafirim var dua edin çabuk gitsin. Böyle algılanınca o hastalık, hastalık tesiri yapmıyor. En azından siz çok iyi bilirsiniz, hani ömrü belirlidir insanın, kanserden ölecekse ölecek, onu iyileştirmez ama  hayatın o devresini çok zevkli yaşamasını sağlar. Ömür uzuyor dediğim gibi.

- Tasavvuftan dolayı iyileşenler var

Benim çevremde çoğu iyileştiler. Bir tane kan kanseri kızım var- o da burada şu anda- o da hastalığıyla iftihar edenlerden biri. Şu an ayakta, gayet iyi.

-Esin Çelebi ile röportaj yaptığım zaman kendisi Mevlana Köyünün kurulmasını istemişti. Siz ne düşünüyorsunuz bu konuyla ilgili bir çalışmanız niyetiniz var mı?

Esin Hanım benim çok yakın dostum. Esin Hanım ve ailesi kendi dedelerine hizmet edenlere çok yardım eden, bütün arşivleri açan, takdir eden, hizmeti ön plana alan Allah sevgilileri. Bence Mevlana’nın torunu olmanın güzelliğini yaşadıkları gibi Mevlana’ya da çok layık olmanın bize göstergesiler. Esin Hanım bir şey diyorsa o çok doğrudur. Esin Hanım çok iyi bilir ki ben bu yolun hizmetçisiyim kendisi bana söyler ben uygularım. Ben konuya inanıyorum iman ediyorum ne zaman ne istenirse her zaman yapmaya hazır oluyorum Esin Hanım bu konuyu çok iyi bilir. Kendileri de Allah razı olsun benim bütün çalışmalarıma teşrif edip bizi destekliyorlar. O yüzden tabi iki ben de taraftarım, hizmeti artırmak için ne yapılabilecekse ben onu yapmak istiyorum.

-Müslümanlıkta kedi, Mesnevi’de kedi ve Hz. Mevlana’nın kızı Melike Hatun’un kedisi varmış. Kedinin de mezarı var sandukası var bununla ilgili ..

Şimdi özellikle Peygamber efendimiz dünyanın en büyük kedi seveni kabul ediliyor. Benim hocam Kenan Rifai hazretlerinin devamlı kedi ve köpekleri var. Mevlana hazretlerinin çok sevgisi var. Bir kere Peygamber bir şeyi seviyorsa insanı kamil onu sever. Başka bir şekli yok. Ayrıca biz şu ayete inanırız. “Her şey Beni tespih eder.” Demek ki şurada bile milyonlarca atom “Allah” diye dönüyor. O zaman ben her şeye hürmet etmek zorundayım. Tahtaya da masaya da. Hele hayvanlara, hele bitkilere, hele insana yani elimden gelen her türlü hizmeti yapmak zorundayım. Biz Rifai meşrepliler Ahmet-er Rifai hazretlerinin grubundan geliyoruz kendileri Peygamberin torunlarından. Kendisi ne kadar hasta kedi varsa ve dahası köpek alır evinde koynunda iyileştirir ondan sonra tekrar salarmış. Biz manevi büyüklerimizin hepsinin kedisinin ya da köpeğinin olduğunu biliyoruz. Evin içinde biliyorsunuz köpeğin bakımı daha zor ama kedi kendini temizlediği için daha kolay ama hiçbir şekilde hiçbir hayvana hürmetsizlik etmediklerini onlarla konuştuklarını onlara çok değer verdiklerini biliyoruz Mesnevi de bazen kedi ya da köpek nefis olarak da geçebilir. İbn-i Arabi ise başka bir bakışla bakmış. Hayvan dediğiniz zaman “hay” dirilmiş varlık demektir. Onun için hayvanlara çok değer vermek gerekir diyor. Böyle bir bakış açısıyla birliği beraberliği ve yadsımadan sevginin önemini öğretmiş bize. Ama Peygamber bilin ki en çok kedi sever.

-Kedi belgeseli çekildi çok ses getirdi

Konuyla ilgili değil ama ne zaman Amerika’ya gitsem en lüks otelin içinde farelerin dolaştığını görüyorum. Çünkü orada kedi yok. Halbuki burada kedilerden şikayet ediyoruz

Kerim Güç (Cemalnur Sargut’un oğlu): Engizasyon mahkemesinde kadınların cadı olarak yakılmasında her kadın bir cadıyla beraber yakıldı. Cadının sembolü kediyle beraber yakılır onun için veba salgının da aslında biraz ondan kaynaklanıyor.

-Müthiş bir bilgi teşekkürler.

-Kediyi özellikle soruyorum.

Peygamberimizden dolayı da çok seviliyor.

-Peygamberimizin kedisinin adı Müezza’ymış

-Mevlana kedisiyle ilgili ne biliyorsunuz

Ben Melike Sultan’ın kedisini biliyorum. Mutlaka Hz. Şems’in yanında da kedi olmalı. Mesela Hocam Samiha Ayverdi’nin de evinde kedi vardı. Samiha Ayverdi’nin kedisi Samiha annem yemek yiyeceği zaman masa olurdu. Üzerine tepsi konurdu hiç kımıldamadan orada masalığına devam ederdi. Ben beraber yaşadım çok gördüm. Vefatından sonra da hocamın odasından ayrılmadı çok ağladı onu biliyorum. Yani İnsan-ı kamillerin kediyle çok yakın ilişkileri olduğunu onlara çok değer verdiğini ve kendi nefsimi nasıl susturuyorsam kedim de bana hizmet ediyor dediğini biliyorum.

-Yakın da Hacı Bayram Veli’ye de gideceğiz.

Hacı Bayram Veli çok büyük sultan. Tasarrufu çok yüksek.

-Üftade hazretlerinde çok etkilendim bana çok cevap verdi çok etkilendim bir de benim Evliyalarla yaşamak diye kitabım var size yollayayım onu. Çok ilginç mesela o kitap çok ilginç oldu ben Brezilya’ya gittim. John of God’da orada enerjisel bir şeye soktu. Bir kitap yazmak istiyorum, çıkınca ne yazacağımı biliyordum. Kitabı yazarken İngiltere’de. var gözü kapalı iki ele aynı anda iki resim çizebiliyor kitabın içindeki bütün evliyaların resmini de o çizdi. Mesela Mevlana’nın da çizdi ben sonra gördüm Esin Hanım’ın şeyinde o resmi aynısı ama daha zayıfı, ondan sonra çok ilginç yani size yollarım onu.

Yazarın Tüm Yazıları