Her şeye Rağmen…

Muhtemelen Türkiye’de hatta dünyada birçok kişi Cemal Kaşıkçı ismini hiç duymamıştı.

Haberin Devamı

Washington Post’ta yazan, yazılarında çoğunlukla Suudi Arabistan’ın mevcut yönetimini eleştiren bir isimdi Cemal Kaşıkçı, doğru telaffuzu ile yazmak gerekirse Jamal Khashoggi. Ekim ayının ikinci günü itibarıyla Türk ve dünya basınında bir “Kaşıkçı” sözü geçmeye başladı. Türk nişanlısıyla evlilik işlemlerini gerçekleştirmek için Türkiye’ye gelmişti. Suudi Arabistan Konsolosluğu’na giriş yapmış ve bir daha çıkmamıştı, en azından çıktığının görüntülerde bir ispatı yoktu. Türk istihbaratı konuyu yakından takip ediyordu ancak dışarıdan izleyen birçok kimse olayı hala tam manasıyla kavrayamamıştı. Önce Suudi Arabistan Konsolosluğu’ndan bir açıklama geldi: “Kaşıkçı çıktı.” diye, ama çıkmamıştı. Deliller ortaya konulmaya başlandıkça oluşan baskıdan sonra farklı bir açıklama geldi: “Kaşıkçı arbede sonucu hayatını kaybetti.” Bu demek oluyordu ki verilen ilk bilgi yanlıştı. Ardından cesedin nerede olduğu konusu gündeme geldi ve yine cevap yoktu. Bu andan itibaren gündem, cesedin parçalara ayrıldığına, gelen timin özel olarak görevlendirildiğine dair söylemleri ve adını daha önce hiç duymadığımız isimleri içeren haberler ile doldu.

Haberin Devamı

Amerika’da ise Suudi Arabistan’ı şimdiye kadar destekleyen Bob Corker, Lindsey Graham ve Rand Paul gibi güçlü, cumhuriyetçi senatörlerin dahi konuya ciddi bir tepki ortaya koyması, bu ölümün küresel bir krize dönüştüğü gerçeğini gözler önüne serdi. Bu duruma birçok noktadan bakabiliriz ancak akıllardaki en büyük soru, bilhassa Amerika’daki seçimlerin hemen ardından sadece Demokratların değil Cumhuriyetçi senatörlerin dahi Trump yönetimine bu konuda gösterdikleri tepkilerden sonra Amerika’nın yıllardır süregelen Suudi Arabistan ilişkilerinin eskisi gibi olup olamayacağıydı.

Net bir şekilde ifade etmek gerekirse, belki de sonda söyleneceği başta söylemek lazım; Trump ile Selman’ı kastetmemekle birlikte, Amerika ile Suudi Arabistan arasındaki ilişki bozulmaz, bozulamaz. Tarihi süreçte iki ülke arasında kurulan işbirliklerinden ve münasebetlerden bahsetmiyorum bile… Suudi Arabistan’ın Amerika’daki finans gruplarına olan desteğini, ortaklıklarını ve yatırımlarını değerlendirmeye bile almıyorum… Düşünce kuruluşlarına yaptığı bağışları hesaba katmıyorum bile… Sadece son dönemde Trump’ın politikalarına baktığımızda, diğerlerine lüzum yok. Donald Trump’ın yönetimdeki başarısını her sorguladığımızda karşımıza çıkan yegane bir konu var, o da ekonomi. Ekonomi noktasında da aldığı kararların ve yaptığı anlaşmaların belki de en elle tutulur olanı Suudi Arabistan ile imzaladığı 350 milyar dolar civarındaki savunma anlaşması. Yani seçim öncesi vaatlerinin de, seçim sonrası söylemlerinin de güçlü ekonomiye yönelik duruşunun da en önemli dayanaklarından birinden bahsediyoruz. Altını çizerek söylüyorum Amerika, kongre baskısı bile olsa bu anlaşmadan kolay kolay geri döner mi? Hayır.

Haberin Devamı

Hadi bunu da bir kenara bırakalım. Esas turbun büyüğü heybenin dibinde... Amerikan hükümeti hangi adımı atmış olursa olsun, ekonomi politikası, askeri ya da nükleer politika fark etmeksizin öncelik son 25-30 yıldır İran’dı. Ne Obama ne de Clinton kendi dönemlerinde bu önceliği değiştirmeyi başaramadılar. Ne terör, ne Irak, ne de Suriye, öncelik daima İran’ın hareketlerinin kontrol altında tutulmasıydı.

Peki İran’ı kontrol altında tutmak nedir? Siz stratejilerinizle İran’ı askeri alanda, dış politika ve ekonomi politikalarında kontrol altında tutabileceğiniz bir sürü unsur bulabilirsiniz. Fakat öyle bir nokta var ki İran’ı bölgede dengeleyebilmek için, Ortadoğu’nun maalesef uzun süredir en büyük sıkıntısı ve yakın tarihte de muhtemelen en büyük çatışma noktası olacak olan Sünni-Şii çatışması… Bunun Şii dünyasında bir noktada bayraktarlığını yapan İran iken, Sünni dünyasında ise siyasi olarak Mısır’ın, sosyal ve dini olarak da Suudi Arabistan’ın öncülük ettiğini görürsünüz. Her şey bir kenara, sadece bu dengelemeden dolayı bile İran faktörü nedeniyle Amerika Birleşik Devletleri, Suudi Arabistan ile ilişkisini bozmaz, bozamaz.

Haberin Devamı

Yaşananlar Amerika ve Suudi Arabistan üzerinde bir baskı unsuru oluşturur mu? Evet. Dünya kamuoyu Prens Selman’a, Amerikan Kongresi Başkan Trump’a baskı uygular mı? Muhtemelen. Bu mesele uluslararası bir soruşturmaya dönüşebilir mi? Belki evet, belki hayır. (O günün konjonktürüne göre değişebilir.) Herhangi bir yaptırım olur mu? Olabilir de olmayabilir de. Ama bu muğlak cevapların hiçbiri önemli değil. Önemli olan, muğlak olmayan tek net cevap şu ki: Suudi Arabistan ile Amerika Birleşik Devletleri arasındaki ilişki en azından orta vadede bozulmaz, bozulamaz.

Yazarın Tüm Yazıları