Bülent Katarcı

Sağlığımızın tanı tedavi ve takibinde Vegatest Expert Plus

11 Eylül 2023
MODERN tıp alanında gelişen tanı yöntemleri biyomedikal laboratuvar ile görüntüleme yöntemleri acil durumlarda ve klinik seviyede bulgu veren hastalıkların teşhisinde başarılı olurken, preklinik dönemdeki sağlık bozulmaları ve sağlıklı dönemin devamlılığı konusunda bireye özel destekleyici ve önleyici tıbbi yaklaşımların oluşturulmasında geleneksel, tamamlayıcı, fonksiyonel tıp uygulamaları modern tıbba oranla daha etkin oluyor. Geleneksel ve Tamamlayıcı Tıp Uygulayıcısı Dr. Doğu Yıldırım, bugün vega test yöntemini anlattı.

 


Hastalığa tanı koyduran klinik tanı yöntemlerinden çok önce bireyin sağlık durumu hakkında veri toplamamızı sağlayan Vegatest, organizmanın ilgili test verilerine tepkisinin, deri üzerindeki akupunktur noktasından sorgulandığı BİA Biyoelektriksel Direnç Analiz yöntemidir. EKG, EMG. EEG gibi elektrofizyolojik teşhis yöntemleri arasındadır. Yöntem organlarımızın sağlık durumu iki elektrot arasında test edilen doku-organların elektriksel direnç değeri ile biyolojik fonksiyon kayıplarını erken dönemde fark ederek modern tıp ile geleneksel tamamlayıcı fonksiyonel tıp arasında köprü oluşturur.
Binlerce yıldan beri geleneksel Anadolu-Hint-Çin tıbbı yaklaşımında vücudun sağlığını bozucu içsel ve çevresel etkenleri düzenleme mekanizmalarını dengede tutmak amaçlı tedavi yaklaşımları uygulanıyor. Vegatest expert plus vücudun kendisini iyileştirme engellerini saptanması, hastanın tedaviye uyumunu optimize etmesi ile koruyucu hekimlerin tanı-tedavi ve takibinde öncelikli tercihi olmuştur.

TEST SÜRECİ NASIL OLUYOR
* Biyolojik yaş değerlendirmesi: Takvim yaşından farklı olarak biyolojik yıpranmanın derecesinin tespiti. Gerçek anlamda Anti-aging geriye yaşlanmak belirli bir süre mümkün olabilir.
* Genetik-irsi hastalık yükleri: Diyabet, gut, kalp, hipertansiyon, kanser yükleri

Yazının Devamını Oku

Obezite tedavisinde akupunktur

4 Eylül 2023
GÜNLÜK hayattaki pek çok alışkanlık ve aktivite, vücuttaki çeşitli organları ve sistemleri etkilemektedir. Ciltte yağlanmaya ve diğer sorunlara da yol açan alışkanlıkların başında da sağlıksız beslenme gelmektedir. Yaşamımızı sürdürmek için gerekli bir eylem olan beslenme, cilt yağlanmasını çok büyük bir oranda etkilemektedir. Özellikle öğün hesabı yapmadan; çok tuzlu ve baharatlı besinleri, işlenmiş yağ ve diğer katkı maddelerini bolca bulunduran fast-food tarzı yiyecekleri veya şekerli içecekleri tüketmek cildin aşırı yağlanması için başta gelen nedenlerdendir.


Başta kalp ve damar hastalıkları olmak üzere,hareket sistemi bozukluklarından, kansere kadar bir çok hastalığın nedeni;vücudun normal kabul edilebilecek snırların üstünde kilolu olma durumudur. Aşırı kilolardan kurtulma çalışmalarında,göz önünde bulundurulması gereken çok önemli parametreler vardır. Kilo vererek sağlıklı olma durumuna dönme isteğinin yeni sorunlara yol açmaması en önemli bir noktadır. Kilo verirken; tansiyon oynamaları olmamalı, baş dönmesi, göz kararması, kas erimesi, cilt buruşması, sindirim sistemi sorunları, halsizlik olmamalıdır. Kadınların regl periyotları düzgünse bozulmamalı, dengesizlik varsa düzeltilmelidir. Az acıkılmalı, psikolojik problemler çıkmamalıdır.
Dr Alpaslan Bilen,konuyla ilgili görüşlerini şöyle açıkladı:

5 BİN YILLIK TIP ÖĞRETİSİ
“Hastanın kan kimyası ve metabolik verileri, ailevi veya sonradan oluşmuş durumlar iyice değerlendirilmelidir.
Sonuçta kişiye, yeniden vücudun yağ bağlayıp tekrar eski durumuna dönülmemesi için kalıcı beslenme eğitimi verilmelidir. Bütün bu amaçlara yönelik çalışmanın ana dayanağı vücüdun çalışma prensipleri ve hormonal denge bilimi bilincidir. Yaklaşık beş bin yıllık bir Tıp öğretisi olan akupunkturla tedavi zaman içinde kristalize olmuş bir “sağaltım sanatı”dır. Akupunktur noktalarına uygulanan ajanların, bir kısmı vücuda uyarı bir kısmı da yatıştırıcı sinyaller yollar. Akupunktur noktaları yaradılışta canlıların vücuduna yerleştirilmiş bilgisayar tuşları gibidir.
bu noktalar objektif olarak hassas elektro-manyetik cihazlarla saptanıp, ölçülebilmektedir. Akupunktur noktaları ve buna dayalı bilim insanların bir buluşu değildir, yaratılıştan beri tüm bitki, hayvan ve insanlarda bulunur.

Yazının Devamını Oku

Beden algısı ve yeme bozuklukları ilişkisi

28 Ağustos 2023
BEDEN algısı bedenin öznel ve bireysel algısı olup, kişiliğin temel bileşenlerinden biri olarak tanımlanmaktadır. Bireyin fiziksel kendiliğinin zihinsel bir resmi, özelikle ergenlikte kendiliğin simgesi olarak nitelenen beden algısı kendilik algısıyla bağlantılı olarak ele alınmaktadır. Beden algısı kimliğimiz için bir temeldir ve varoluş duygusunu sağlar. Günlük yaşamda karşılaştığımız stresler ve tehdit edici durumlara karşı benliğimizi savunmamızda yardımcıdır. Aynı zamanda insanların kendilerini görme biçimlerine ve iş görme yeteneklerine de etki eder. Bu nedenle bireyin kapasitesini ve sınırlılıklarında belirleyici bir kavramdır. Beden imgesinin gelişimi bebeklikte başlar, yaşam boyu gelişir ve değişir. Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Funda Aksu, beden algısı ve yeme bozukluklarının anatomisini sizler için anlatı.

 

ARAŞTIRMALAR GÖSTERİYOR Kİ
Beden imgesinin gelișmesi ve sürekli olarak değișmesi bedensel gelișme dıșında birçok etkenle belirlenir. Bunlar arasında bireyin benlik gücü, dürtüleri, güdülenmesi, kendilik imgesi, güven duygusu cinsiyeti, öğrenme ve olgunlașma düzeyi, bedenine karșı duyarlılığı ve verdiği anlam, nesne ilișkileri, bașkalarına karșı tutumu ile bașkalarının ona karșı tutumu toplumun beden görüntüsüne verdiği değer sayılabilir.
Ergenlik döneminde olan kız ve erkek öğrencilerde yapılan bir araştırmaya göre diyet yapan grupta yapmayanlara göre daha düşük beden algısı ve kendilik algısı olduğu saptanmıştır. Fitnes uzmanları üzerinde yapılan bir çalışmaya göre düzenli fiziksel aktivite yapan kişilerin beden algılarının ve bedenlerine yönelik tutumlarının diğer kişilere göre daha olumlu yönde etkilendiği bildirilmiştir. Başka bir araştırmanın sonucu da benzer şekilde elit düzeyde yapılan sporun sosyal fizik kaygıyı düșürdüğü, buna karșılık beden imgesinden memnuniyeti artırdığı yönündedir. Üst düzey futbolcularda yapılan bir çalışmada genel olarak kendi bedenlerini algılama düzeyleri yüksek bulunmuştur. 2003’te estetik cerrahi hastalarında yapılan bir araştırmaya göre estetik müdahale için başvuran ya da başvurmayı düşünen kişilerin olumsuz beden algısına sahip olduğu bildirilmiştir.


BENLİK ALGISININ BİR PARÇASI
Beden algısı benlik algısının bir parçasıdır. Erkeklik ve dişilik hislerinin yanı sıra bedene özgü tutum ve tecrübeleri, yetenekleri, fiziksel güç koşullarını içermektedir. Beden algısı sosyal etkileşimin bir ürünüdür. Bu konuya yönelik literatür, yetişkinlerin beden algılarının kültürel ideal ve değerlerden, mevcut ve geçmiş deneyimlerden, kendini diğerleriyle karşılaştırmadan, toplumun beklentilerinden ve ihtiyaçlardan etkilendiğini göstermektedir. Ve beden hakkındaki algıların çocukluktan itibaren gelişmeye başlayan birçok yaşantılar tarafından şekillendirildiğini iddia etmektedirler. Özellikle kadınlar erkelerle karşılaştırıldıklarında kendi bedenleri hakkında daha eleştirel, ağırlık ve görünüşleri hakkında daha ilgili ve bedenlerinden daha hoşnutsuzdurlar. Davis ve Cowles, kadınların erkeklerle karşılaştırıldığında kendi vücutları hakkında daha hoşnutsuz ve kilo vermeye daha eğilimli olduklarını belirtmişlerdir. Bu yönelimin kadınları bedenselleştiren ve kadını biyolojisinden dolayı zayıf ve kırılgan bularak onu sadece üreme ve çocuk bakımı gibi işlere uygun olduğunu söyleyen, kadının doğal mekanını ev kılan 19’uncu Yüzyıl’dan günümüze kadar ulaşmış naturalistik görüşlerle bağlantılı olma olasılığı yüksektir.


Yazının Devamını Oku

Nasıl yürümeliyiz

21 Ağustos 2023
YÜRÜYÜŞÜMÜZ bizim kim ve nasıl olduğumuza açılan bir pencere gibi. Kanadalı araştırmacılar 500 yürüyüşcüyü incelemiş ve yüzde 70 gibi bir oranla kimin erken bilişsel bozukluğu olduğunu tahmin edebilmişler.

 

Bu da daha önce yapılan 45 yaşındaki yürüyüş şekli ile Alzheimer’a yakalanma oranı arasında bağlantı olduğunu gösteren çalışmalara paralel bir sonuç. Mobilite ve bilişsel gerileme arasındaki ilişki sadece yürüyüşün izlenmesi ile farklı tipte nöro-dejeneratif durumlar teşhis edilebilir. Yani yürüme şeklimiz beynimizin ne kadar işlevsel çalıştığını gösteriyor, gelecekte bizi neler beklediği konusunda ipuçları barındırıyor. Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Ortapedi Kliniği Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Kemal Aktuğlu anlattı;
“Beynimizdeki değişikliler mi yürüyüşümüzü etkiliyor veya yürüyüşümüzdeki değişimler mi beynimizi etkiliyor henüz kesin olarak bilinmiyor. Her ikisinde de yürüyüşümüze dikkat etmemiz gerek. Ama kaçımız bunu yapıyoruz ki? Bir ayağı diğerinin önüne koymak, kendimizi öne doğru itmek en basit hareket, bebekliğimizden beri uzman olduk. Ama aslında tahmin edilemeyecek karmaşıklıkta; denge, koordinasyon, kuvvet ve yüzlerce nöronun iş başında olduğu bir işlem. Yürüdüğümüz zaman sahip olduğumuz neredeyse tüm kas ve kemikleri kullanırız, tümü hiçbir makinanın bugüne kadar tekrarını yaratamadığı bir olağanüstü sekansta senkronize olarak hareket eder.

KEMİK VE KASLAR KULLANILMIYOR
Evlerimizde oturma şeklindeki hayat tarzımız atalarımızın yürüdüğü gibi doğal ve efor sarfetmeden yürümemizi ve zerafetimizi zorlaştırmıştır. Vücutlarımız kuvvetinin, dengesinin ve yapısının çoğunu kaybetmiştir; moda olan ayakkabılara sıkıştırdığımız ayaklarımız, bilgisayar başında geçen günler ve divanlarda yatarak geçen akşamlar bunun sebebidir. Yürümemizi sağlayan 159 kas, kemik ve eklemi daha az kullanmaktayız. Bu önemli midir? Tartışılabilir ama evet. Zayıf bir yürüyüş hareketimizi kısıtlar, yani esnek ve akış içinde bir yürüyüşün getirdiği serbestlik ve keyfi bizden esirger. Yürüyüşün tam fizyolojik faydalarını da elde edemeyiz. Birçok araştırıcı hayat tarzımızın “nasıl” yürüdüğümüze zarar verdiğine inanıyor. Çok uzun süre oturmak kalça fleksör kaslarımızı kısaltmış ve sertleştirmektedir. Masa ve bilgisayar üzerine eğilmek boyun ve başımızın doğal olmadan öne doğru durmasına yol açmaktadır, omurgamız sertleşmekte ve sırt kaslarımız kısıtlanmaktadır. Çok uzun süre öne doğru eğilince omurga eğrimizi kontrol eden küçük postüral kaslar zayıflamakta, bu da sırt ve bel ağrısına neden olmaktadır.
Aynı zamanda yürürken yanlış ayakkabı giymek de ayak parmaklarımızı ezer ve ayak kaslarımızı sertleştirir, bu durumda yere düz bir şekilde vururuz. Doğrusu yere yaylanır şekilde kayarak dokunmaktır. Yanlış şekilde yere ayağımızı vurduğumuz zaman pelvisin hizalanmasında sorun yaratır. Doğru kasların, doğru şekilde, doğru zamanda kullanılmasını öğrenmemiz gerekir.
Yaralanma ve eklem kasılmasını engellemek için yürümeyi tekrardan öğrenmemiz gerektiğini söyleyen araştırmalar vardır. Ayrıca daha hızlı ve daha uzun yürümemiz gerekiyor. Londra South Bank Üniversitesi tarafından yapılan bir araştırmaya göre 1 ay boyunca tam hareket genişliği ile yürümek daha hızlı yürümeye ve iskelet diziliminin iyileşmesine yol açmış.

DİKKAT EDİLMESİ GEREKENLER

Yazının Devamını Oku

Havuz ve denize girerken dikkat

14 Ağustos 2023
YAZ tatili denildiğinde akla anında ‘deniz-havuz ikilisi’ geliyor. Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Yılmaz Bay, ‘tatilde denize ve havuza girerken nelere dikkat edilmeli, tatil dönüşünde enfeksiyon riskiyle karşılaşmamak için neler yapılması gerekir’ sorularını sizler için cevapladı. işte tüm bu soruların cevapları...Çocuklar 6 ayın üzerinde denize, 1 yaşın üzerinde denize ve havuza girebilirler. Deniz ve havuz seçeneklerinin ikisi bir arada ise deniz tercih edilmeli. Denizde ve havuzda kalma süresi 2–3 dakikadan başlayarak ve her gün 2-3 dakika artırılarak çocuğun yaşına ve cilt tipine göre 15–20-30 dakikaya kadar çıkarılabilir. Denizden çıktıktan sonra hemen duş alınmamalı. Çocuğunuzu hafifçe kuruladıktan sonra 15-20-30 dakika deniz suyu ile kalmalı.

 

NELER ÇOK ÖNEMLİ?
* Deniz ve havuz suyunun berrak, temiz ve kokusuz olmasına dikkat edilmeli.
* Çocuklar denizde ve havuzda asla yalnız bırakılmamalı.
* Tok karnına deniz ve havuza girilmemeli.
* Çocuklar yavaş yavaş, alıştırılarak denize-havuza sokulmalı.
* Suya girmek istemiyorsa asla zorlanmamalı.

Yazının Devamını Oku

Kulak kireçlenmesi

7 Ağustos 2023
BU hafta sizlere belki de daha önce hiç duymadığınız bir kulak hastalığı olan ‘Otoskleroz’dan bahsetmek istiyorum. Otoskleroz, kulak kireçlenmesinin nedeni bilinmemekle birlikte, kalıtımsal olduğu gözlemlenmiş. Kadınlarda daha sık görülüp genelde 20 ila 40 yaş arasında ortaya çıkıyor. “Kulak Kireçlenmesi” tedavi edilmediği taktirde kalıcı işitme kayıplarına bile neden olabilen, ciddi bir hastalık. Kulak kireçlenmesi olan kadınlarda işitme sorunu, gebelik döneminde artış gösterebilir. Böyle bir durumda muhakkak doktora danışmakta yarar vardır. Ekol Hastanesi Kulak Burun Boğaz Hastalıkları Uzmanı Doç. Dr. Çağlar Çallı Otoskleroz’u anlattı.


Otoskleroz hastalığı kulak içinde bulunan üç kemikçikten biri olan stapes(üzengi) kemiğinin kireçlenmeye bağlı olarak hareketsiz kalması sonucu ortaya çıkan bir hastalıktır. Kulak kireçlenmesi olarak da bilinen otoskleroz hastalığı işitme kaybının sık görülen nedenlerinden birisidir. Bayanlarda özellikle orta yaşlı bayanlarda daha sık görünen genetik geçişli bir hastalık olan otoskleroz birkaç kuşak atlayarak da ortaya çıkabilir.

ELEKTRİK ENERJİSİ
İşitmenin ilk aşaması ses dalgalarının dış kulak kanalı boyunca kulak zarına ulaşarak zarı titreştirmesidir. Bu titreşim orta kulakta yer alan çekiç, örs ve üzengi adı verilen minik kemikçikler vasıtası ile iç kulak sıvılarına aktarılır. Burada bulunan sinir uçlarında elektrik enerjisine dönüştürülen ses dalgaları işitme siniri ile beyindeki işitme merkezlerine iletilerek işitme sağlanır.
Ses dalgalarının dış ve orta kulak boyunca iç kulak sıvılarına aktarılması sürecinde gerçekleşen problemler “iletim tipi işitme kaybına” neden olurlar. Bu tip kayıplarda iç kulaktaki işitme organları sağlamdır ancak ses dalgaları bu organlara ulaşamamaktadır. İç kulak ve işitme sinirinden kaynaklanan işitme kayıplarına ise “sensörinöral tip işitme kaybı” adı verilir. İç kulağı da etkileyebilen bir hastalık olan otosklerozda genellikle her iki tip kayıp bir arada görülmektedir. Bu tip işitme kayıpları ise “mikst tip işitme kaybı” olarak adlandırılmaktadır.

HASTALIĞA BAĞLI
İŞİTME KAYBI

Yazının Devamını Oku

Kalbimiz için hangi önlemler

31 Temmuz 2023
KALP hastalıkları geçmişte orta yaş ve üzerindeki insanların hastalığı olarak görülürken; günümüzde genç yaşlı demeden her yaştaki insan bunu yaşıyor. Neden bu hale geldiğini ve kalp sağlığını korumak adına atılması gereken adımları Tınaztepe Üniversitesi Galen Hastanesi Kardiyoloji Uzmanı Prof. Dr. Ozan Kınaydan öğrendik...


“Hipertansiyon, şeker hastalığı, kolesterol yüksekliği, sigara içilmesi, şişmanlık, kötü diyet alışkanlıkları, hareketsizlik... Bu sorular kalp ve damar hastalıkları ile ilgilenen doktorların hemen her gün defalarca işittiği sorular. Bir çok insan, toplumda her iki kişiden birinin ölümüne neden olan kalp damar hastalıklarından korkar; sakınmak için önlemler almak ister ama çoğu kez bu konuda başarılı olamaz. Zira bilinçaltımız bize şunu telkin eder; “Aman gidelim bir doktora muayene olalım, bize bazı testler yapılsın da hasta olmadığımızı görelim, rahatlayalım.” Sonrası adeta halk arasındaki tabiri ile “Eski hamam eski tas...” Kaldığımız yerden devam edelim. “Vur patlasın, çal oynasın.” Maalesef rutin bir poliklinik gününde, defalarca tekrar edilmiş (bir çok laboratuvar neticesi elde var) ve kolesterol yüksekliği olduğu neredeyse onlarca kere görülmüş ancak bu problemin çözümü, dolayısıyla kalp hastalığından korunmak adına gerekli adımlar atılmamış; hekimler önerilerde bulunmuş olsa bile gereği hastalar tarafından yerine getirilmemiş pek çok hastam var... Öyle düşünüyorum ki pek çok kişi doktora giderek, o an için bir kalp damar hastalığı olmadığı cevabını doktordan duymak istiyor ve bu şekilde içini rahatlatmayı (maalesef sadece içini rahatlatmayı) hedefliyor, ama asıl önemli olan önlem alınması eylemi savsatılıyor. Bu aslında bir insan olarak anladığım bir davranış biçimi olmakla birlikte, kesinlikle tasvip edilmemesi gereken bir durum.

HEKİMLER ÇOK İYİ ANLATMALI
Biz hekimlerin hastalarına kalp damar hastalığını kolaylaştırdığı gösterilmiş faktörleri çok iyi anlatması gerekir. Bu faktörlere risk faktörleri diyoruz. Bunlar çoğu kez hastalar tarafından direkt hastalık sebebi olarak algılanabiliyor. Risk faktörünün ne olduğunun hastalarımız tarafından daha iyi kavranabilmesi için biz hekimlerin bazı benzetmelerden faydalamasının işi kolaylaştırabileceği düşüncesindeyim. Kendi klinik pratiğimde, kalp damar hastalığının gelişimini kolaylaştıran risk faktörlerini hastalarıma anlatır iken, bir tarla ya da bahçenin bir çiftçi tarafından bakımının yapılması eylemine benzeterek söze başlarım. Bir çok insan bilir ki tarlaya bir tohum ya da fidenin ekilmiş olması, her zaman o tarlada iyi ürün alacağımız anlamına gelmez. Tarladaki tohumu genetik yatkınlığa benzetir isek, o tarlanın gübrelenmesi, sulanması veya çapalanması gibi bakım işlemlerini ise risk faktörlerine benzetirim. Eğer tarlada tohum olsa bile (biz genetik olarak kalp damar hastalığına yatkın olsak bile), bu hastak tohumunun yeşermesi için kolaylaştırıcı bakım işlemlerinin yapılmaması yani risk fktörlerinin ortadan kaldırılması hastalık tohumlarının çimlenmesinin önüne geçecektir. Hastalık tarlası çorak kalacaktır. Peki nelerdir kalp damar hastalığı tarlasının bakım işleri, gübreleri vb...

ŞEKER, KOLESTEROL, SİGARA
Hipertansiyon, şeker hastalığı, kolesterol yüksekliği, sigara içilmesi, şişmanlık, kötü diyet alışkanlıkları, hareketsizlik... Bu kısaca özetlediğimiz risk faktörleri varsa ortadan kaldırılması için yılmadan savaşılmalıdır. Ancak işte gerçek hayatta bu savaş çoğu kez verilememektedir. Ama hekimler yüzünden, ama sağlık sistemi yüzünden ve belki en acısı ama hastaların bu konuda yeterince gayret sarf etmemeleri yüzünden bir çok hastalık tarlası hem gübrelenmeye, hem sulanmaya ve hem de çapalanmaya devam etmektedir. Bir çok kişi bir kalp doktoruna gidelim, check up yaptıralım, efor gibi tarama testlerine tabi tutulalım da, doktor bunların temiz olduğunu söyleyiversin, ama alınması gereken koruyucu hekimlik önlemlerini pek de umursamayalım yönünde hareket etmekte. İşte bunun sonucunda elinde sayfalarca tetkik sonucu olan hastalar poliklinikleri doldurmakta; yani defalarca yapılan tahlillerde kolesterol yüksekliği vb sorunların var olduğu görülmekte ama çözüm eylemine geçilemeden doktora gelinip gidilmekte; içimiz rahatlamakta ama aslında hiç yol alınamamakta.

KORUYUCU YAŞAM İLK ÖNCELİK

Yazının Devamını Oku

Alerjik hastalıklar

24 Temmuz 2023
ALERJİK hastalıklar, aşırı duyarlılık ile karakterlidir. Bir kişinin polen, toz akarları, ilaç, gıda, arı zehiri gibi alerjenlere karşı normalde vermemesi gereken bir tepki vermesidir. Bu tepkiyi veren kişinin bağışıklık sistemidir. Bunların bir kısmı kişinin ani ölümüne yol açabilir. Arı, ilaç ve gıda alerjisi alerjik şoka (anafilaksi) sebep olup, dakikalar içinde kişiyi öldürebilir. Bir kısım alerjik hastalıklar ise sık olarak görülür, insanların önemli bir kısmını etkiler. Alerjik nezle ve kurdeşen (ürtiker) bu özelliğe sahiptir. Bu hastalıklar kişilerin hayat kalitesini, okul ve iş başarısını olumsuz etkiler. Alerjik astım ise kronik seyirli olup hastanın hayatını riske sokar. İç Hastalıkları Alerji ve İmmünoloji Uzmanı Prof. Dr. Ali Kokuludağ, bu konuyla ilgili ayrıntılı bilgiler verdi:

 

KALITIM ÇOK ÖNEMLİ
Alerjik hastalıkların bazılarında kalıtım önemli rol oynar (atopik alerjik hastalıklar). Aile büyüklerinde alerjik nezle veya alerjik astım varsa, çocuklarda da aynı hastalıkların ortaya çıkma riski vardır. Alerjik hastalıklarda etkilenen organlara göre şikayetler ortaya çıkar. Birçok kez birden çok organa ait şikayetler birlikte olur. En sık cilt ve solunum yolları etkilenir. Ciltte kaşıntı, kızarıklık, kabarıklık ve şişme olabilir. Solunum yollarında burunda kaşıntı, sık hapşırma, su gibi bol miktarda burun akıntısı, burun tıkanıklığı, sinüzit, kulaklarda kaşıntı, orta kulak iltihabı, boğazda kaşıntı ve gıcıklanma, öksürük, hırıltılı nefes darlığı olabilir. Gözlerde kaşıntı, kızarıklık, sulanma ve göz kapaklarında şişme olabilir. Dolaşım sistemi ile ilgili olarak çarpıntı, tansiyon düşmesi ve şok olabilir. Mide barsak sisteminde karın ağrısı, kusma, ishal olabilir.
Alerjik hastalıkların önemli bir özelliği, benzer klinik tablonun alerji olmadan da ortaya çıkabilmesidir. Kronik seyirli rinit veya astım alerjik olabilir veya olmayabilir. Şikayetlerin bir alerjen ile karşılaşma durumunda ortaya çıkması (şikayetlerin polen mevsiminde, kedi ile veya toz ile karşılaşılınca olması) durumunda alerji akla gelmelidir. Toz akarlarına karşı alerjisi olan hastalar kendilerinin sık grip olduğunu düşünürler. Ancak ateşin olmaması şikayetlerin uzun süreli olması alerjiyi düşündürmelidir. Alerji uzmanları şikayetlerin alerjik olup olmadığını cilt testleri ile veya kan tahlilleri ile belirler.

İLAÇLAR ŞİKAYET GİDERİR
Şikayetlerin alerjik olup olmadığının belirlenmesinin önemi nedir? Kronik nezle veya astım durumunda kullanılan tüm ilaçlar şikayet giderici olup, kullanıldığı sürece etki ederler. İlaç kullanılmadığında şikayetler tekrar başlar. Daha önemlisi geleceğe yönelik faydası yoktur. Alerjik kişiler zamanla daha önce alerjik olmadığı alerjenlere karşı alerjik hale gelir. Bu durumda şikayetlerin süresi uzar, şiddeti artar ve ilaçlardan elde edilen fayda giderek azalır. Ayrıca alerjik nezle astıma ilerler. İlaçlar bu tip gelişmeleri önlemez. Şikayetleri gidermede kullanılan antihistamin adı verilen ilaçların uyku hali yapma, iştah açarak kilo aldırma gibi yan etkileri ile sık karşılaşılır.

AŞI TEDAVİSİ DE SEÇENEK

Yazının Devamını Oku