Buket Bayındır

Her Zaman Kalp Değil Bazen de Beyin Kırılırdı!

16 Şubat 2021
AŞK dediğimde ilk neyi çağrıştırıyor zihninizde?

Bize aşk'ı sembolize eden hep "Kalp" olmamış mıdır? Sevdiklerimizi gördüğümüzde kalbimizin hızlı ve güçlü atması, ona tepki vermesi aşkın kalbimizde yer aldığının bir kanıtıydı bizim için. Bundandır duvarlara, ağaçlara, kağıtlara kalbi resmedişimiz…

Aşkı anlatıp da beyinden bahsetmemek olmaz. Aşkın kaynağı ve sebebi olan, biçimini, sürekliliğini sağlayan beyindir. İşte tam da bu yüzden,  aşık olan tek organ beyindi her zaman… Aşk, kalp ile ilgili bir duygu değildi ve diğer bütün duygular gibi, aşk da sadece beyinde meydana geliyordu.

Yani aşk; 'Beyinde başlayıp beyinde bitiyordu." 2500 sene önce Hipokrat da söylemişti ya hani duyguların beyinden doğduğunu. İşte tam da bu yüzden her zaman kalp değil, bazen de beyin kırılırdı.

Ve aşk; hayatlarının benzer aşamalarında ruhsal olarak yaralanan iki bireyi birleştiren ve kişisel gelişimlerini devam ettirebilmelerinde, onları onarmak için sunulan bir şifa gibiydi. Çünkü ilişkilerimizde incinir ve yine ilişkilerimizde onarılırdık her defasında… Çünkü içimizdeki çocuk ancak bu yakın ilişki ile iyileşeceğine, sarıp sarmalanacağına inanırdı.

Yazının Devamını Oku

Evliliklerde Boş Yatak: Ölü Yatak Odaları

9 Şubat 2021
Uzun süredir partneriniz ile birlikte ilişkiye girmediyseniz veya şu an bu cümleleri okurken bunu fark ettiyseniz, yalnız değilsiniz. Dünyanın her yerinden hangi toplum olursa olsun onlarca evli veya uzun süreli çift tam anlamıyla bir seks grevinin ortasında.

New York Post’a göre, “ÖLÜ YATAK ODALARI”, uzun süreli ilişkilerde çiftlerin seks yapmayı ertelemelerine veya bırakmalarına dair yeni bir terim olarak ortaya çıkıyor. “Ölü Yatak Odaları” teriminin çiftler arasında hızla yayıldığına ve kabul gördüğüne dikkat çekerek çok detaylı bir anket sonucu yayınlamıştır. Ankete katılan çiftlerin %69’u yılda 8 kez veya daha az seks yaptıklarını ve %17’si bir yıl veya daha fazla bir süredir seks yapmadıklarını ifade etmişlerdir. Bu çalışmanın sonuçları, 1990’lı yılların sonlarıyla 2014 yılları arasında, tüm yetişkinler için cinselliğin yılda ortalama 62’den 54’e düştüğünü gösteren Chicago Üniversitesi’nde yapılan araştırmalara dayanıyor. Ve çalışmaya göre zaman başına, “Cinsel ilişkilerdeki en yüksek düşüşün, daha yüksek eğitim seviyesine sahip evliler arasında olduğu” sonucuna ulaşılıyor.

The Atlantic Dergisi, bu rahatsız edici durumun arkasındaki muhtemel nedenleri anlatıyor: “Bağlılık sorunları, ezici ekonomik sıkıntılar, helikopter ebeveynler, artan anksiyete oranları, psikolojik sorunların etkileri, uyku problemleri, obezite, yaygın antidepresan ilaçların kullanımı, fazla televizyon bağımlılığı, çevresel plastik ve benzeri maddelerden kaynaklanan östrojen ve testosteron hormon seviyelerinin düşüklüğü, akıllı telefonlar, sosyal medya ve porno kültürü”

Peki neler yapabilirsiniz?

Çocuklarınıza ayırdığınız vakit kadar birbirinize vakit ayırmayı öğrenmelisiniz.

Cinsel ilişkiyi belirli bir takvim doğrultusunda gerçekleşen bir eylem gibi programlayarak kendinize sınırlar koymamalısınız. İçinizden gelen hiç beklenmedik bir an ve yerde cinselliği yaşamak sizi hem fiziki hem duygusal olarak yeniden harekete geçirecektir. İlişkilerinizde temasın devamlılığını sağlamak için sarılmak, günaydın öpücüğü vermek, beklenmedik anlarda küçük sürprizler yapmak en güzel anlarınızı sağlayacaktır.

Kullandığınız ilaçlarınız varsa kontrollerini sağlayınız.

Günümüzde artık yayın olarak antidepresan ilaçlarının kullanımı cinsel ilişkileri de etkilemektedir. Anksiyete ve depresyon cinsel arzuları engellemektedir. Ancak bunlara karşın alınan antidepresan ilaçları ve doğum kontrol ilaçları da cinsel ilişkileri etkiliyor. Bununla birlikte, fizyolojiden psikolojiye kadar birçok kişisel faktöre bağlı olarak, daha düşük bir dozun veya belirli bir doğum kontrolünün cinsel arzunuzu farklı şekilde etkilediğini fark edebilirsiniz. Bu durumlarda öncelikle doktorunuz ve partneriniz ile konuşmalısınız.

Teknolojiyi yatak odanızdan çıkarın ve yatağa birlikte girin

Yazının Devamını Oku

Bebeklikte İlk İlişki: “Anne Bebek Bağ-Lanması”

2 Şubat 2021
Her birey doğduğu andan itibaren bir bağlanma sistemi içerisinde dünyaya gelir ve bu sistem, yaşam boyunca çevremizdeki diğer insanlarla bağ kurmamızı sağlar. Bir bebeğin birincil bakım veren figürüne/annesine arzu ettiği yakınlığı kurması ve devam ettirmesi için göstermiş olduğu her türlü davranışını “bağlanma davranışı” olarak tanımlayabiliriz.

Bağlanma kuramları, kişinin erken çocukluk döneminde ilgi ve bakımını üstlenen kişiyle kurduğu ilişkinin niteliğinin, yaşamın daha sonraki dönemlerinde onun duygu, düşünce ve davranışlarında ve kurulacak olan ilişkilerinde belirleyici bir işleve sahip olduğunu vurgular ve bağlanma davranışlarının evrimsel açıdan bebeğin kendini tehlikelerden korumayı hedeflediğini öne sürer. Bu yüzden bir bebeğe birincil bakım veren kişilerin önemli bir role sahip olduğu vurgulanır.

Bireylerin yaşama ilişkin tutumlarının sağlıklı ve sağlıksız bir şekilde gelişmesinde anne-çocuk arasında bebeklik döneminde oluşan bağlanma şekli önemli bir yere sahiptir.  Çocuk ihtiyaç duyduğunda annesinden gereken desteği ve olumlu geri dönütleri görürse annesinin ulaşılabilir, güvenilir ve destekleyici olduğuna ilişkin bilişsel şemalarını oluşturur. Eğer anne, çocuğun ihtiyaçlarına duyarsız kalır ve olumsuz tepkiler sergilerse çocuk, bağlanma figürünü reddedici, kendisini de sevilmeye ve desteklenmeye değmez biri olarak görür. 

Annenin nitelikli bakımı çocuğun, yalnız ağız yoluyla beslenmesi, altının temizlenmesi, korunması değildir. Anne ile bebek arasında her ikisini de rahatlatan, haz veren, doyum sağlayan karşılıklı alışveriş söz konusudur. Annenin, bebeğine severek sarılması, ona bakarken gülümsemesi, konuşması, sesi, ninnisi, kokusu, dokunuşu bebeği besleyen olumlu uyaranlardır. Anne ya da anne yerine geçen kişiden aldığı ve sürekliliği olan nitelikli bakım, yakınlık, sıcaklık, sevgi çocukta kendisinin bakılmaya, korunmaya, sevilmeye değer bir varlık olduğu duygusunu geliştirir, yerleştirir. Buna karşılık çocukta, çevresinin bakan, seven, değer veren, koruyan bir çevre olduğu duygusu da oluşur. Böylece, çocukta hem kendisine, hem çevresine karşı gelişen olumlu duygular ileride onun bütün diğer gelişmelerinin birincil dayanağı olan ‘temel güven duygusunu’ oluşturur. 

Bebeklikte kurulan bağlanma stili çocukluktan ergenliğe kadar olan süreçte devamlı pekiştirilir, ergenliğin sonunda daha sürekli ve değişime karşı daha dirençli hale gelir. Yetişkinlik döneminde ise kişinin kendisi için önemli olan ilişkilerinde kullanılmaya başlanır. 

Yetişkin ve bebeklerin karşılıklı memnuniyetleri ve işaret sistemlerini öğrenmek için eğilimleri kalıtımsaldır, insanlarda bebek-ebeveyn ilişkisinde davranışsal anlamda birçok benzerlikler vardır. Bunlar sahip olduğumuz kalıtsal eğilimin yansıttığı bağlanma görünümleridir. Bebekler ikinci altı aylarına girdiklerinde bazı davranış değişiklikleri gösterirler. Ağlamak, gülmek annenin ilgisini çekmek için yeterli değildir. Çoğu bebek annesinin ilgisini çekmek için çağırma sesleri çıkarır. Bu yaştaki çocuklar belli bir kişiye, özellikle annelerine yakın durmaktan hoşlanırlar. Çocuk, anne yaklaştığında memnuniyet, uzaklaştığında üzüntü duyar ve hiç kimse annesi kadar onu teselli edemez. Bir başkasının varlığından rahatsız olduklarında annelerine koşarlar. Anneyi yakınında bulma arayışı içine girer, anneden ayrıldığında üzüldüğünü gösterir, anne tekrar geri geldiğinde ferahlama ve hoşlanma belirtisi göstererek anne yakınında olsa bile ona yönelmek isterler. Bu olay bebeklerin gerçekten bağlanmayı öğrendiklerini ortaya koyar. 

Çocukların bağlanma stillerini üçe ayırarak ele alabiliriz. 

Ebeveyn ile çocuk arasında güvenli bağlanma, çocuğun güvende olduğunu, iyi bakıldığını hissetmesi, ihtiyaçlarına karşı özenli ve duyarlı davranılması sonucu oluşur. Güvenli bağlanma yaşayan çocuklar kendilerini sevilmeye değer görür. Annelerinden ayrıldıklarında sıkıntı yaşarlar ancak anneleriyle tekrar bir araya geldiklerinden kısa bir süre sonra rahatlarlar. Daha sonra yine kendilerine has, annelerinden bağımsız davranışlar sergilemeye devam ederler. Yetişkin olduklarında olumlu benlik algısına sahip, başkalarının onayına daha az gereksinim duyan, uzun süreli ilişkileri sürdürebilen ve özerk kalmayı başarabilen bireyler olurlar.

Yazının Devamını Oku

Vajinanın Panik Atağı: “Vajinismusun Dünyası”

26 Ocak 2021
Bir kaçınma ve erteleme davranışı olan “Vajinismus” vajinanın bir panik atağıdır.

Vajina girişindeki kasların istem dışı kasılması sonucu cinsel birleşmenin acılı veya imkânsız algılanmasıdır. Başta vajina etrafında olmak üzere tüm vücutta da bir kasılma söz konusudur. Bu kasılmalar kadının kontrolü dışındaki kasılmalardır. Kasılmalara endişe, korku, tiksinme, panik duyguları eşlik eder. Bacaklarını kapatma ve eşi üzerinden itme isteği oluşur.

Vajinusmus birçok kadının karşısına beklenmedik bir şekilde çıkar. Cinsel ilişki sırasında açıklanamayan kasılmalar, rahatsızlık, ağrı ve girme problemleri... Ağrı, vajina çevresindeki kasların kasılması nedeniyle oluşur. Bu kasılmalar kadının kontrolü dahilinde ve istemli şekilde olmadığından, bu durum kafada sorular oluşmasına neden olur.

Vajinusmusun kaynağı genellikle vücutta ağrı ve sancı beklentisi doğuran fiziksel ve duygusal nedenler olarak görülmektedir. Hayali bir ağrı algısının vajinismusa yol açabileceği gibi çocukluk travmaları, eşler arası sorunlar, cinsel tabular, cinselliğe dair yanlış bilinenler ve bilgi eksikliklerine bağlı oluşmuş kaygı ve korkular, taciz veya şiddet yaşantısına sahip olma, cinsel organlardan iğrenme veya hoşlanmama gibi birçok neden de sebep olabilir.

Vücut, ağrı beklentisine karşı reaksiyon olarak kendisini bu “kötülük” karşısında korumak amacıyla vajinal kasların kasılmasını sağlar. Kasılmanın durumuna ve ciddiyetine göre cinsel ilişki rahatsızlık verici ve sancılı bir hal alır ve giriş eylemi çok zor ya da imkânsız hale gelebilir.

Cinsel ilişki sırasındaki rahatsızlık veren her giriş eylemi, vücudun buna karşı refleksini şiddetlendirir ve gittikçe şiddetini arttırır. Vücut, şiddetlenen bu refleks giriş eylemi daha da zorlaşacak ve ağrının şiddeti de artacaktır. Bu kısır döngü ‘vajinusmus ağrı döngüsü’ olarak adlandırılır ve kişi aynı zamanda kendini; çaresizlik, yetersizlik, değersizlik, endişe, korku gibi duygular arasında da bir kısır döngü içinde bulur.

Kişiden kişiye farklılıklar göstermekle birlikte vajinismusun en sık görülen belirtileri nelerdir?

Vajinismus sorunu olan kadınlar sevişmekten zevk alabilir, kendi başına veya eşlerinin uyarıları ile orgazm olabilir, hatta bu durumu yıllarca sürdürebilirler. Bununla birlikte bir şeylerin yolunda gitmediğini bildikleri için zaman zaman hem kendi istekleri hem de eşin isteğiyle zorla ilişkiye girmeye çalıştıklarında acı hissederler, cinsel istekleri ve denemeleri azalır, umutsuzluk ve çaresizlik duyguları artar. Denemelerin azalması, cinsel ilişkiden alınan zevki azaltarak isteksizliğe neden olur, bu uyarılmayı engeller, daha çok kasılmaya ve ağrıya neden olur.

Yazının Devamını Oku

Eyvah, Çocuğum Porno mu İzliyor?

19 Ocak 2021
Anne babaların çocuklarıyla cinsellik hakkında konuşması günümüzde her zamankinden daha karmaşık ve zor ama en önemlisi daha kritik hâle gelmiştir. Çünkü modern dünyanın iletişim ve etkileşim araçları nedeniyle çocuklar artık cinsellikle ilgili pek çok etkinin hedefi durumunda.

Buna karşın cinsellik, anne babaların çoğunun çocuklarıyla konuşmaktan çekindiği bir konudur. Ne var ki cinsellik konuşulmadıkça daha gizemli hale gelir ve bu gizem daha çok merak uyandırır. Çocukların ve ergenlerin internet ve sosyal medya aracılığıyla cinsel içeriğe maruz kalması da merak ve ilgiyi arttırır. Çocukların bu meraklarını gidermek için başvurdukları kaynaklardan alacakları yanlış ya da eksik bilgiler cinsellik konusunda birçok riski beraberinde getirecektir.

Pornografi bir halk sağlığı krizi ve çocuklarımızı korumamız gereken çok ciddi bir endüstri alanıdır. Üstelik bu endüstri, çocukların ve gençlerin travmatize olup, bağımlı olması üzerine kurulmuş bir endüstri modelidir.

Araştırmalar en çok izlenen 304 porno sahnesinin  % 90 oranında kadına yönelik şiddeti içerdiğini ve ebeveynlerin, çocuklarının izledikleri pornonun yalnızca %10’una maruz kaldığını söylüyor.

Çocukları ve gençleri pornodan tamamen uzak tutmamız çok gerçekçi bir yaklaşım olmayacaktır. Bir şekilde maruz kalacaklardır. Bu yüzden çocukları eğitmek ve güçlendirmek zorundayız. İşte pornografinin çocuklar üzerindeki etkileri, pornografiye maruz kaldığının işaretleri ve ebeveynlere tavsiyeler…

Pornografinin Çocuklar Üzerindeki Etkileri

Çocuğumun Porno İzlediğini Nasıl Anlarım?

Pornografiyle bir teması olup olmadığını düşünmeliyiz. Ancak unutulmamalıdır ki bu işaretler başka bir sorunun da işaretleri olabilir.

Çocuğunuzun arama geçmişlerini kontrol edin. Oynadığı oyunlara, izlediği çizgi filmlere ve videolara bakın. Çevrimiçi ve çevrimdışı arkadaşlarını tanıyın. Cep telefonu ile yatağa gitmesine izin vermeyin. Ama tüm bunları yaparken, her şeyden önce onları suçlamadan, utandırmadan, nasihat vermeden; açık, dürüst ve samimi konuşmalar yapın. Ona rol model olun ve aranızda güvenli bir bağın kurulmasına yatırım yapın.

Yazının Devamını Oku

Evlilikte Deprem: Aldatma ve Sadakatsizlik

12 Ocak 2021
Aldatıldınız… İncinmekle kalmadınız yaralandınız. Kanınız dondu. İçinizde bir enkaz var gibiydi… O an belki de sizin için en zor soru yankılanıyordu kulaklarınızda… “Peki şimdi ne yapacağım?”

Aldattınız… Hiçbir şeyin gizli kalmayacağını anladınız. Hiç ihtimal vermiyordunuz ama evet, gerçekten yakalandınız. İnkar ettiniz ilk önce… Suçlu aradınız sonra da bahaneler sıralamaya başladınız… Kulaklarınızdaki yoğun uğultu arasından bir ses yükseldi... “Peki şimdi ne yapacaksın?”

Aldatma, bazen de ilişkiye dair sorumluluk alamamak ya da acıdan kaçmak olarak mı gösteriyordu kendini bize? Her yerde aldatmanın, sadakatsizliğin tanımını yapmaya çalışmıyor muyuz? Ne önemi vardı ki kelimelerin, aldatılanın zihninin içinde değil miydi aldatmanın ne olduğu…

Hep korktunuz değil mi tartışmaktan, uzak durmaya çalıştınız… Ama tartışmamazlık, tartışmaların olmasından daha iyi değildi ki…

O konuşmak istemediğiniz meseleler, işte eninde sonunda yakanıza yapışmıştı… Halbuki tartışmak; temas etmek, bir şey için savaşmak, uzlaşmak ya da uzlaşmama konusunda uzlaşmak demekti… Çünkü tartışmama hali bayağı yalnızlık haliydi… Yalnızlık ise en derin bir çukur…

Aldatma, bir travmaydı. Hem de en yüksek stres düzeyine neden olan ikinci sırada yer alan bir olaydan bahsediyorum. İşte bu kadar yıkıcı bir etki… Çift arasındaki sözleşme çoktan ihlal edilmişti… Bitsindi o zaman…

Hiç mi devam edemezdi ya da yeni bir sözleşme yapsak, yeni bir sayfa açsak olmaz mıydı... Neden olmasındı… Ama elbette bazı şartları vardı… Mutlak şeffaf olabilecek miydiniz..? Telafi edip, güveni inşa edip, o bağı tekrar kurabilecek miydiniz? Artık duygularınızı ifade etmeye mi karar verdiniz yoksa? Ya da birbirinizi tanıdığınız yanılgısına kapılıp aşkta, sevgide, ilgide kalmadığınızı mı fark ettiniz?

Bazen de işler tam tersi ilerledi. İlişkide kurtarıcı olmayı denediniz, bağ kuracak güvenli ortamı yarattınız ama nafile mi? Çünkü bazen de sürekliliği olan bir ilişki varoluşuna bir tehdit gibi geliyordu partnerin ve içinden yükselen sesi duymayacağı kadar uzaktaydı ve size tek bir seçenek kalıyordu… İşte o an hayatın size söylediklerine kulak kabartın…

Yargısız bir “karar” ve bir “seçim”dir sadakatsizlik. Duygusal, bilişsel, fiziksel, sosyal ya da tinsel açılardan eşi kandırmaya yönelik eylemlerin “gizlice” ve “eşin bilgisi dışında” sürdürülmesidir, yani bu durum partnerin bilmediği sırların varlığını ifade etmektedir.

Yazının Devamını Oku