Sanki anne babalık gibi kutsal bir role aday olunca cinselliği düşünmek ayıp bir şeymiş gibi düşünülür. İnsanlarda cinsel aktivite diğer canlılar gibi hormonlarla yönetilmediği ve yalnızca üreme amacıyla yapılmadığı için gebelik döneminde de devam edebilir. Bizim ülkemizde gebelik döneminde cinsel ilişkinin bebeğe zarar vereceği, düşüğe yol açacağı gibi yanlış bir inanç olduğu için çoğu zaman bunu değil talep etmek düşünmek bile hoş karşılanmaz.
Gebelik sorunlu olmadığı ve gerçek bir düşük riskinin bulunmadığı durumlarda (ki bu oldukça nadirdir) cinsellik anneye ve bebeğe hiçbir şekilde zarar vermez. Hatta ilişki sonrası kadının kendini iyi hissetmesi sonucu salgılanan, mutluluk hormonunun, bebeğin gelişimine olumlu katkıları olduğunu gösteren araştırmalar bile vardır. Burada iki şeye dikkat edilmelidir: Gebeliğin bir doktor tarafından takip edilmesi ve cinsel birlikteliğin zamanıyla yapılış tarzına kadının karar vermesi.
Bir diğer önemli konu ise, anne adayının gebeliğin hangi evresinde olduğudur. Gebeliğin kaçıncı ayında veya evresinde olunduğuna göre cinsel yaşamda farklılıklar olabilir. İlk dönemlerde daha çok bulantı, kusma, halsizlik gibi hormonlara bağlı güçlükler olabilirken son dönemlerine doğru bedensel değişimlere ve kiloya bağlı güçlüklerle karşılaşılabilir. Bunlar karşılıklı anlayış ve hoşgörüyle atlatılabilir. Ancak gebeliğin yedinci ayından itibaren her ihtimale karşı cinsel birleşmeye ara verilmeli daha çok yumuşak ve şefkatli dokunuşlar tercih edilmelidir. Burada cinselliğin sadece birleşmeden ibaret olmadığının, birleşmeye endeksli olmayan her türlü dokunuşun, sarılmanın, öpüşmenin de cinsellik olduğunu ve keyif verici olduğunun altını çizmek gerekir.
Doğumun hemen ardından başlayan, kadının kendini toparlama süresine lohusalık denir. Gebelik dönemine özgü önyargılar burada da devam eder. Evlilik boyunca hamilelik ve doğumdan sonraki lohusalık dönemi adeta evliliğin sınavı gibidir ve cinsel hayatın yeniden normale dönmesi her zaman kolay olmayabilir ve bazen sanılandan çok daha uzun sürebilir. Tekrar ne zaman normal cinsel hayata dönüleceği toplumdan topluma, kültürden kültüre değişmekle birlikte bizim ülkemizde ortalama süre kırk gündür. Bu süre, kadının fizyolojik (kanamanın durması, dikişlerin iyileşmesi) ve psikolojik olarak kendini toparlayarak, anneliğe uyum sağlaması açısında önemlidir.
Aslında annenin bu dönemde en çok ihtiyacı olan şey eşinin ilgisi, sevgisi ve desteğidir. Ancak çoğu zaman erkek partner eşinden uzaklaşır ve ondan cinsellik talep etmediğinde ona yardımcı olduğunu, anlayışlı olduğunu zannederek büyük bir yanılsama içerisine girer. Gebelik döneminde olduğu gibi doğumdan sonra da cinselliği yalnızca bir cinsel birleşmeden ibaret fiziksel bir ihtiyaç olarak görmek hatalı bir yaklaşım olacaktır. Kadın ve erkek cinsel birliktelik esnasında öteki yarısıyla bütünleşir, onun yanında değerli, özel olduğunu, kabul gördüğünü hisseder, cinsel kimliğinin ve bedeninin onaylanmasının verdiği güvenle kendini bırakarak fiziksel ve ruhsal bir rahatlama yaşar, sevdiğini ve sevildiğini teyit eder.
Yapılan araştırmalar gebelik öncesi normal ve doyumlu bir cinsel hayatı olan çiftlerin, annenin emzirdiği durumlarda yaklaşık 12 hafta sonra önceki cinsel hayatlarına döndüklerini gösteriyor. Emzirmenin gebelikten, risk daha azda olsa tümüyle korumadığını da hatırlatmak isterim. Lohusalık dönemine özgü zorluklardan birisi de doğum sonrası depresyonudur. Duygusal dalgalanmalar, alınganlık, kolay ağlama, uyku düzensizliği gibi belirtilerle seyreden bu dönemin süresi eşin ve çevrenin tutum ve davranışlarına göre kısa ya da uzun ve kalıcı olabilir. Anlayışlı ve sabırlı olunmalı destek esirgenmemelidir.
Hamilelik ve lohusalık dönemi cinsel istek ve arzuları sekteye uğrattığı için eşler diğerine en çok ihtiyaç duydukları sırada birbirlerinden uzaklaşıp yabancılaşarak, yanlış anlaşılmaların yarattığı öfke ve kırgınlıklarla evliliklerini yıpratırlar. Bu dönemde kadının ve erkeğin ihtiyaç ve beklentileri oldukça farklıdır. Kadınlar annelik güdüsünün öne çıkması, bebeğin ihtiyaçlarının öncelikli hale gelmesi ve yorucu olmasından dolayı cinsellikten uzaklaşıp, daha çok ilgi ve şefkate ihtiyaç duyarlar. Erkekler ise eşlerinden almaya alışık oldukları ilgi ve sevginin azalmasına, kendi çocukları bile olsa bir başkasına yönelmesine karşı gizliden gizliye bir kıskançlık duyar, yeni rakip karşısında kendilerini çaresiz, dışlanmış ve değersiz hissederler.
Erkekler için cinsel isteklerinin karşılanması adeta hala değerli olduğunun, sevildiğinin bir ispati gibidir ve reddedildiklerinde öfkelenip kırıcı olabilirler. Aslında bu olumsuz duygular eşe karşı değil, bebekle birlikte meydana gelen değişikliklere uyum sağlanamamasıyla ilgilidir. Yine burada da cinsellikten ne anlaşılması gerektiğini yeniden tanımlamak gerekiyor. İki kişi arasında bir şekilde doyuma ulaşmayı sağlayan her şey cinsel ilişkidir. Buna erotik masajdan başlayarak, karşılıklı mastürbasyon ve değişik fantezilere kadar her şeyi dahil etmek mümkündür.
Aklınızdan geçenleri paylaşmakta tereddüt ettiğinizde, partnerinizin sizi yanlış anlama ihtimalini arttırabilirsiniz. Paylaşmama hali, ne kadar uzun sürerse partnerinizin beyni o kadar çılgınca koşmak zorunda kalır. Beynin olumsuzluk ön yargısı olduğu için boşlukları, yapmak istemeyeceğiniz her türlü korkunç varsayımla dolduracaktır. Küçük şeylerle ilgili aklınızdakileri serbestçe paylaşmakta iyi olmak, büyük şeylerle ilgili açık ve doğrudan olmayı kolaylaştıracaktır.
Birbirine karşı açık ve dürüst olan çiftler uzun soluklu bir ilişki kurma şansına sahiptirler. Sizin ve partnerinizin tamamen şeffaf olmak ve bir şey olduğunda ilk bilenler olmak için bir anlaşma yapmanız, ilişkiniz açısından oldukça büyük bir iyilik olduğunu söyleyebilirim.
Çiftlerin tartışma anında düştüğü en büyük yanılgılardan biri ise kazanmayı hedefliyor olarak yola çıkmalarıdır. Kazanmak, bir tartışma anında o anlık iyi hissettiriyor olabilir. Ama partneriniz kaybediyorsa aslında kazanamazsınız. Tartıştığınız anlarda ikinize de fayda sağlayacak bir çözüm arayın. Sizden biri kaybederse ikiniz de kaybedersiniz. Bazı koşullarda iyi iletişim kurmak zor olabilir. Bunlardan biri de duyguların yükseldiği anlardır.
Yavaşlamak, tartışırken yanlış anlaşılmaktan ve istemeden birbirinize zarar vermekten kaçınmanıza yardımcı olabilir. O anlarda, partnerinin gözlerini kontrol etmek için zaman ayırın. Sizi anlayıp anlamadığından emin olun. Söylediğiniz bir şeyden dolayı incindiğini fark ederseniz, ilerlemeden önce durun ve tüm dikkatinizi ona verin. Bu, birbirinizi düzenlemenize ve tartışmanızın kontrolden çıkmasını engellemenizi sağlayacaktır.
İlginizi birlikte odaklayıp birbirinizle ilgili duygularınızı paylaştığınızda, ilişkinizin başlangıcında yaptığınız gibi o pozitif duyguları da güçlendirmiş olursunuz.
Belki de o hep aradığımız ama aslında olmadığı için bulamadığımız meselede başlıyor tüm sorunlar. Mükemmel sevgili diye bir şey yoktur. Güvenli işleyen ilişkilerde çiftler, birbirlerinin kusursuz bir şekilde kusurlu olduğunu bilerek yola devam ediyorlardır.
İlişkinizin nasıl çalışmasını istediğinize dair vizyonunuzda ne kadar açıklık varsa, o kadar kolay olacaktır. Birbirinize karşı net ve dürüst oldukça, zor sohbetlerde daha iyi olduğunuzu göreceksiniz. Güvende hissettiren ve işlevsel olan bir ilişkide, çiftler birbirine karşı tamamen şeffaftır.
Sır saklamak için çok iş ve stres gerekir. Birbirinizle tam şeffaf olmayı kabul ettiğinizde, endişelenecek çok daha az şeyiniz olacaktır. Eğer bu fikre karşı dirençliyseniz, nedenini kendinize sorun. Hayatınızı birlikte geçirmeyi seçtiğiniz kişiyle neden tamamen açık olmak istemiyorsunuz?
Oyun, çocuk için ciddi bir iştir. Çocuğun hayal dünyasının ve yaşamak istediklerinin aynası olduğu söylenebilir. Çocukların gelecekte motivasyonu yüksek, girişken, bağımsız düşünüp bağımsız hareket edebilen bireyler olabilmelerine yönelik ortamı hazırlamada önemli bir paya sahiptir.
Sosyal, psikolojik, fiziksel, dil, zeka gelişimi gibi tüm gelişim alanlarına etkisi olan oyun, çocuğun bedenini tanımasını da sağlamaktadır. Oyun, çocuğun boş zamanını doldurma aracı olarak görülmemelidir. Pek çok kural, oyun sırasında onlara kolayca öğretilebilir.
Öz güvenini inşa etmesine, duygularını keşfetmesi ve düzenlemesine, empati kurması ve cinsel kimlik gelişimine alan açmaktadır. Gün içinde deneyimledikleri birçok ilişki ve olaylar nedeniyle kaybettikleri güç duygusunu oyunda kontrolde ve güce sahip bir role girerek yeniden kazanmaya çalışmalarında ve öfke duygusunu dışa vurmak için oldukça güvenli ve sağaltıcı olma noktasında bir fırsat yaratır.
Çocuklar, oyun aracılığıyla iş birliği yaparak çalışmayı, kurduğu arkadaşlıklar sayesinde toplumsallaşmayı öğrenir. Mantık yürütme, iletişim, konuşma, seçim yapma, düşünme, algılama, sıralama gibi beceriler kazanır. Çocuklar, oyun oynarken, oluşabilecek anlaşmazlıkları çözerek problem çözme becerilerinin gelişimini de desteklemiş olmaktadır.
Çocuklara zaman ayırıp onlara oyun kurmaları için fırsat verildiğinde sonsuz olan hayal dünyalarıyla keyifli bir şekilde oyun kurdukları ve yaşadıkları zorluklarla baş edebilmeyi de yine oyun esnasında kendilerinin keşfettikleri görülür. Birlikte oyun oynamak, çocuğun deneyimlerini, çeşitli oyuncaklarla somutlaştırmayı sağladığı gibi sorunun ne olduğunu ve yaşanan sorun karşısında çocuğun ne hissettiğini gösterir. Oyun aynı zamanda çocuğa yaşanan sorun ile ilgili çözüm yolu üretme fırsatı verir. Kendi duygularının farkına varır, başkalarının neler hissetmiş olabileceğini anlamaya çalışır. Oyun sayesinde neden sonuç ilişkisini gözlemleyen çocuk, sergilediği davranışın nelere yol açabileceğini ve karşısındakine ne hissettirebileceğini somut olarak görür.
Oyunu kurabilmek, kimin başlayacağı konusunda karar verebilmek, kuralları baştan birlikte belirlemek, çocukla iş birliğini sağlarken; ona söz hakkı tanındığı ve ortak bir başlangıç yapıldığı mesajını da verecektir.
Çocuğunuzla oyun oynarken nelere dikkat etmelisiniz?
Eğitim sisteminin ağırlığı nedeniyle günümüzde çocukların oyunu unuttuğu, tamamen derslere, sınavlara ve ev ödevlerine eğildiği önemli bir gerçektir. Zaten okulda kısıtlı olan oyun oynama zamanı, evde de çalışan anne-babaların yoğun hayat tarzı sebebiyle genellikle engellenmektedir.
Genç birey, kendisini düzensiz ve dengesiz bir evrenin içinde bularak; kontrolsüz öfke, saldırganlık, düşük benlik algısı, cinsel problemler, kimlik bunalımı, aile, okul ve arkadaşlarla yaşanan problemler gibi birçok problemle karşı karşıya kalabilir. Yaşadığı sorunlarla baş edemiyor olması, bireyde davranış bozukluklarına ya da tekrarlayan ve istenmeyen davranışların ortaya çıkmasına, içe kapanma, mutsuzluk, huzursuzluk, dikkat ve yeme bozuklukları, depresyon ve kaygı bozuklukları gibi problemlere neden olabilir.
Ergenlik döneminde anksiyete belirtileri nelerdir?
Ergenlerde en sık görülen anksiyete belirtileri olarak, kişileri ve durumları kontrol etme isteği, uyku problemleri, tedirginlik ya da sinirlilik hali, uyumsuzluk ya da diğer zorlayıcı davranışlar, kişinin kendinden beklentilerinin çok yüksek olması (okul, spor vb.), aktivite ve etkinliklere katılımı reddetme, bölgesel ağrılar (baş, karın ağrıları vb.), odaklanma ve dikkatte sorunlar, belirsizliklere karşı hoşgörüsüzlük, duygularla baş etmekte zorluk, sık ağlama, aşırı planlama (durumlar, olaylar, gelecek vb.), durumlar veya olaylara karşı hissedilen yoğun kaygı duymak şeklinde sıralanabilir.
Kaygı; tıpkı mutluluk, üzüntü, öfke, korku gibi pek çok duygudan biridir ve kaygılanmak oldukça normal bir tepkidir. Kaygının arttığı durumlarda ise belirtiler, başta bedensel olmak üzere düşünce ve davranış düzeyinde de artış gösterir. Bireyin gündelik hayatındaki işlevselliğinin olumsuz yönde etkilenmesi sonucu kaygı belirtileri, kaygı bozukluğu haline gelebilir.
Ergenlik döneminde anne baba tutumları nasıl olmalıdır?
Ebeveynlerin ilk olarak dikkat etmesi gereken nokta, genç bireyin varlığını ayrı bir birey olarak kabul etmeleri ve bağımsız alanlarına saygı duymalarıdır. İletişim esnasında kullanmış oldukları dilde, suçlayıcı, yargılayıcı, eleştirel ve ikna etmeye dayalı kalıplardan uzak duran bir tutum sergilemek çatışmaları önleyebileceği gibi anlama ve anlaşılmaya dayalı bir ilişkinin gelişmesine de ortam hazırlayacaktır.
Bebeklik döneminden itibaren ebeveyn-çocuk arasında kurulmuş olan güvenli bağlanmanın varlığı bu dönemde oldukça önem arz etmektedir. Bebeklik döneminde çocukla kurulmuş olan güvenli bağlanmanın, ergenlik döneminde ortaya çıkan zorluklarla baş etmeye dair önceden yapılan bir nevi yatırım olduğu, ilişkileri güçlendirdiği ve süreç yönetimini kolaylaştırdığı söylenebilir.
Ebeveyn-çocuk arasındaki sınır koyma girişimlerinin işe yarayabilmesi için pozitif ve düzenli bir iletişim-birliktelik gereklidir. Sıcaklığa ve saygıya dayalı bir ilişki, disiplinin dezavantajlı taraflarına dayanabilme gücü verecektir. Bir çocuğun sınırlarına saygı duymak, onun duygularının, düşüncelerinin ve bedeninin kendisine ait olduğunu öğretir. Sınır koyma tek taraflı bir eylem değildir, bunun karşılıklı olduğu unutulmamalıdır.
Çiftlerin cinselliğe bakış açısı, tutum ve davranışları başarıyı veya başarısızlığı belirler. Sanılanın aksine cinsellik yatakla sınırlandırılamayacak kadar uzun ve çok boyutlu bir süreçtir. Rahatlamış ve gevmemiş bir şekilde duyulara odaklanarak haz alıp haz verme sanatı olarak da tanımladığımız sağlıklı cinsellik için, bazı koşulların bir araya gelmesi gerekir. Sağlıklı bir beden ve ruh bütünlüğü, güvenli bir ortam, uygun zaman, uygun partner, yeterli uyarı ve tutkulu bir ilişki, gibi kriterler bunlardan bazılarıdır.
Daha az cinsel sorun yaşamak, daha keyifli ve doyumlu bir cinsel hayata sahip olmak için bazı önerileri şöyle sıralayabiliriz.
Sevişmeye giyinik iken başlayın
İyi bir cinsel ilişkinin hazırlığı ve duygu yoğunlaşması, yatağa girmeden başlar. Çünkü cinsel istek bedende değil zihinde başlar. Kimi zaman küçük bir jest, sevgi sözcükleri ile yazılmış bir mesaj veya sıcak bir bakış, gülümseme yeterli olabilir. Çiftlerin birbirini hissedebilmeleri bu küçük jestler oldukça önemlidir.
Seks yaşamını vücudun olağan bir fonksiyonu olarak görün
Cinsellik hayatta ayrı bir yeri olan, kendine özgü bir olgu değildir. Genellikle kişiler sekse sıra dışı anlamlar yükleyerek, onu kutsal veya özel olarak algılar. Oysa cinsellik yaşamın gerçek değerlerinden biridir. Kişinin yaradılışının, davranışlarının ve karakterinin bir parçası olan cinsellik, bu boyutuyla ilişkileri de etkilemektedir. Böyle durumlarda yapılması gereken, sekse odaklanmak ve yaşanılan ilişkilerde cinselliğin kalitesini arttıracak yöntemler aramaktır.
Bazen biraz bencil olun, kendinizi düşünmekten korkmayın
Cinsellikte “Önce O” diye bir kavram yoktur. Düşünce ve tavırlar bazen “Önce ben” olarak değiştirilebilir. Çünkü taraflar anın ve hazzın tadını çıkarmak için ne kadar kendine konsantre olursa, ortaya çıkacak olan haz o kadar artar. Yani temel prensip, “Herkes kendi hazzından sorumludur” olmalıdır.
Belirtiler 7 yaşından önce başlar ve genellikle 4-5 yaşlarında belirgin hale gelir. Ancak bazı çocuklar bebekliklerinden itibaren sıklıkla ağlamaları, az uyumaları ve az yemeleri ile dikkat çekerler. Okul döneminin başlamasıyla da dikkat eksikliğine bağlı öğrenme sorunlarının gündeme gelmesi ve arkadaşlarla olan sorunları aileyi tedirgin etmeye başlar.
Ergenlik döneminde ise okul başarısızlığı yanında davranış sorunları ve aileye karşı gelişen tutumlar gözlenir. Ergenlikte aşırı hareketlilik azalır ve yerine çabuk sıkılma ve dikkat kusuru belirgin olur. Erkek çocuklarda kızlara oranla daha sık rastlandığı söylenebilir. Erkek çocuklarda genellikle hiperaktivite ön planda iken, kız çocuklarında daha çok dikkat eksikliği belirgindir. DEHB her kültür ve toplumda görülen bir bozukluktur.
Öğretmenlerinden, kimi çocuklar için, anne babalar “Küçük hatalar yapıyor, yapmasa aslında çok zeki” cümlesini sıklıkla duymaktalar. Sınav kağıtlarına bakıldığında bu çocuklar ya soruların sonunu okumamış ya yanlış okumuş ya da test usulü sınav ise yanlış kodlamış olabiliyorlar. Ne yazık ki bu sebepler doğrultusunda da akademik başarıda düşüş yaşıyor ve çoğunlukla da sonrasında çalışmak ve başarmaya dair motivasyon kaybı yaşıyorlar. Bu çocuklar için ders ve sınav haricinde sarf edilen bir diğer sık söylem ise sıklıkla eşya unutup kaybettikleri ve sakar oldukları yönünde oluyor.
Ancak unutmamak gerekir ki bu sıkıntıları yaşayan çocukların büyük bir bölümünde sabırsızlık, aşırı hareketlilik, dalgınlık, yerinde duramama ve doğru destek sağlanmıyorsa akranlarına zarar verici davranışlar da gözlemlenebilmektedir. Bu durum dikkat eksikliği ve aşırı hareketlilik olarak tanımlanan bir duruma işaret ediyor olabilir. Ancak dikkat eksikliği ve hiperaktivite (DEHB) olarak adlandırılan durumun var olduğunun söylenmesi için bazı kriterlerin bir süre boyunca gözlemleniyor olması gereklidir.
Kriterler; bu yaşananların devamlı ve yaygın olması, çocuğun uyarılara rağmen davranışlarını kontrol edememesi, akademik başarıya, ilişkilerine ve bireysel gelişimine olumsuz yansımaları olması olarak özetlenebilir.
BELİRTİLER:
Birçok ebeveyn, bu listeyi okuyunca çocuklarında dikkat eksikliği ve hiperaktivite olduğuna inanabilir, çünkü çoğu çocuk zaman zaman bu tip davranışlar sergileyebilir. Fakat DEHB’ye sahip çocuklar çevreye verdikleri tepkiler açısından farklı bir tutum içerisinde olabilir. Başka bir deyişle çoğu çocuk kendilerine bir şeyi yapmamaları söylendiğinde ve davranışın olumsuz sonuçları açıklandığında en azından bir süre o davranışı bırakabilirken, dikkat eksikliği ve hiperaktiviteye sahip çocuklar uygun yaklaşımlarla birisi kendilerine yardım etmediği sürece o davranışı bırakamayacaklardır.
Bir çocukta, gençte veya erişkinde dikkat eksikliği veya hiperaktive bozukluğunun var olduğundan söz edebilmek için, bu belirtilerin yedi yaşından önce ortaya çıkması, davranışların çoğunu en az 6 ay süreyle göstermiş olması ve bu belirtilerin günlük yaşamı etkileyecek boyutta olması gerekmektedir.
Retroaktif kıskançlık, eşlerden birinin diğerini geçmişte yaşadığı ilişkileri üzerinden farklı teoriler üreterek ve bunları aşamayarak partnerini suçlaması, bunu bir güven sorununa dönüştürmesiyle birlikte ilişkiyi mutsuz ve çıkmaz bir duruma getirmektedir. Ayrıca hem kişinin kendisine hem de ikili ilişkilere zarar vermektedir.
Neden kıskanırız?
Hemen herkes sevdiği, değer verdiği kişiyi ve onun ilgisini korumak ister. Bununla ilgili bir tehlike oluştuğunda belirli koruma ve savunma tepkileri ortaya çıkar. Normal kıskançlık somut kanıtlara dayanan, kıskanılan durumla orantılı şiddet içermeyen rasyonel tepkidir. Anormal ya da patolojik kıskançlık ise, kıskançlık durumunda verilen tepkilerin abartılı, gerçek dışı bir tehdide yönelik olması, şiddet içermesi duygu, düşünce ve davranışlarda normalden aşırı uçlara doğru bir kaymanın olmasıdır.
Retroaktif kıskançlık durumunda bazı duygu ve davranışlar öne çıkar ve kişiyi esir alır. Korku, öfke, kaygı, özgüven kaybı, şüphe ve güvensizlik, buna bağlı hemen her şeyi kontrol etme davranışı, sık ve nedensiz kavgalar, sürekli geçmişi sorgulama, verilen cevaplardan asla tatmin olmama sık karşılaşılan tepkilerdir. Böyle bir durumda olumsuz düşünceler ve duygular kıskanan eşin zihnini sürekli meşgul eder, kontrol edilemez biçimde eşinin geçmiş ilişkileriyle ilgili teoriye dayanan senaryolar üretmesine, bunları düşünmesine ipuçları aramasına, her şeyi kıskançlık perspektifinde değerlendirmesine, eşine hayatı zindan etmesine neden olur. Haksız yere suçlanan taraf, zamanla eşinden soğuyarak uzaklaşır ve bazen korkulanın başa geldiği durumlar yaşanabilir.
Retroaktif kıskançlık kimlerde görülür?
Retroaktif kıskançlık takıntı düzeyinde olduğunda sanrı bozuklukları içinde değerlendirilir. Takıntılı ve saplantılı, paranoid kişilik özelliği olan insanlarda daha sık görülür. Sorun genellikle kıskançlığın ifade şeklindedir. Verilen tepkiler kıskananın kişilik özelliğine göre değişebilir. Burada takıntılı insanlara özellikle dikkat etmek gerekir, böyle kişiler bir ilişkinin sona ermesini, ayrılmayı ya da terk edilmeyi kabul edemez, giden kişiyi ne pahasına olursa olsun geri döndürmeye çalışır. Tepkileri kıskanılan kişinin kendisini veya yakınlarını öldürme, yaralama, tehdit etme, takip etme, yolunu kesme, telefonla taciz, hakkında dedikodu çıkarma, iftira atma, ekonomik zarar verme gibi birçok şekilde ortaya çıkabilir.
Nedeni ise genellikle düşük benlik saygısı, yetersizlik duyguları, kaybetme korkusu ve güven ilişkisinin baştan beri kurulamamış olmasıdır. Bununla birlikte kıskanma nedenleri ve tepkileri kadın ve erkeklerde bazı farklılıklar gösterir. Yapılan araştırmalar kadınların daha kıskanç olduklarını ama bu duygularını daha iyi yönettiklerini, erkeklerin ise daha dürtüsel davrandıklarını gösteriyor. Kadınların kıskanma nedenleri arasında eşlerinin eski ilişkilerine geri dönmeleri ve kaybetme korkusu varken, erkeklerde daha çok cinsel açıdan kıyaslanma, performans kaygısı, önceki partner kadar iyi olamama ve terk edilme, retroaktif kıskanma nedeni olmaktadır.
60 yıl önceki mektup yüzünden boşanmışlar!
Günümüzde, sanki cinsel yönden her şey istenebilirmiş, her şey serbestmiş gibi bir algı oluşturulmaktadır. Buna sosyal ve cinsel alandaki performans baskısı da eklenebilir. Günlük yaşantılarımızda hayatın her alanında başkalarından daha iyi, daha üstün olmamız gerektiği algısı oluşturuluyor, hatta yatakta bile. Çiftlere mekanik bir cinsellik modeli sunuluyor.
Hayatımızın çeşitli alanlarında olduğu gibi cinsellikte de hızla yargılanıp reddedilebileceğimiz düşüncesi ile hata yapma şansımızın olmadığına inanıyoruz. Bu nedenle cinsel performansının yetersiz olduğunu düşünen birçok kişi, belki de hiç gerekli olmadığı halde, cinsel performanslarını artıracağını düşünerek, birçok kişinin yaşadığı yanlış bir yanılgıya düşüyor ve performans sağladığı iddia edilen ilaçlara başvuruyor.
Günümüzde “özgürlük ve birey olma arzusu” ve buna paralel sunulan performans odaklı cinsel yaşam, insanlar üstünde baskı oluşturmakta ve bu performansı sağlamak için sayısız seçenekler sunmaktadır. Hatta sunulan çözüm önerileri bazen var olan sağlıklı cinsel yaşamı da olumsuz etkileyebilmektedir. Uyarıcı ilaçlar, kremler, hormon içeren maddeler gibi sağlık için zararlı olabilecek birçok ürün satılmaktadır.
Cinsel gücünü artıran ilaçlar, kremler veya diğer maddeler kullanan çiftlerde, cinsel uyum sorunları yaşanmakta ve cinsel ilişkilerde performans sorunları yaşanmasına sebebiyet vermektedir. Partneri tarafından beklentileri karşılanmayan çiftlerde, bu ihtiyacını gidermek için başka ilişkilere yönelmesi sonucu çift yaşantısı da bozulabilmektedir. Kısacası cinsel performansın yüceltilmesi, bir noktada insanların cinselliği nasıl yaşayacakları konusunda da belirleyici olabiliyor.
Cinsellikte eşlerin altın değerler paylaşımı
Sahip olunan değerler çiftlerin temelini oluşturur. Bir ilişkide, çiftlerin ilişkilerinin ömrü, cinsel yaşamlarındaki temel değerlerdeki uyuma bağlı olabilmektedir. Erkeğin “performans”, kadının “karşılıklılık” odaklı olduğu bir çift düşünün. Erkek performansını göstermek için olabildiğince ilişkiyi uzatmaya çalışırken, kadın, erkeğin bu çabasına karşılık vermek için kendini fazlasıyla yoracaktır.
Her ikisinin de cinsellikten farklı beklentileri olduğu için ilişkinin sonucunda hayal kırıklığı yaşanabilecek, partnerinin kendini anlamadığına inanacaktır. Bu nedenle çift arasında iletişimi kolaylaştıracak bir cinsel dilin oluşturulması ve her eşin kendi değerleriyle çatışmayan, bazı ortak kuralların bulunmasının önemli olduğuna vurgu yapmak istiyorum.
Çift ilişkisinde kurallar, gizli (üstü kapalı, söylenmemiş) veya açık (açık seçik konuşulmuş, karara bağlanmış) olabilir. Kuşaklar arası aktarımlarla gelen, doğru olduğuna ve herkes tarafından da böyle olacağına inanılan gizli kurallar, genelde yanlış anlaşılmaların kaynağıdır. Biri için açık ve net olan bir durum veya olay diğeri için tümüyle farklı anlaşılmış olabilir. Bu farklılıkların, hayal kırıklığı ve tartışmaların altta yatan nedeni olması kaçınılmaz olacaktır.