Hediye paketleri hazırlamış, “Fenomenler yerine ihtiyaç sahiplerine yolluyorum” yazmış.
Hemen aradım, “Hele ki bu dönemde pandemi sebebiyle o kadar çok ihtiyacı olan insan var ki, evlerini hediye deposuna dönüştüren fenomenlere göndermek içimden gelmedi” dedi.
O günden beri aklıma takıldı. Üzerine biraz araştırma yaptım. Gerçekten bir tüketim çılgınlığı ve bu çılgınlığı alevlendiren sanal fenomen-influencer dünyası var...
Döngü kontrolden çıkmış durumda.
Sosyal medya platformları artık mutlu anlarımızı, sosyal hayatımızı paylaştığımız platformlar olmaktan çıktı, bedavacılığı “influencer” olarak adlandıran fenomenlerle dolup taştı.
Satın almak için “yukarı kaydır” linkleri, hediye yığınları, savurgan paketlemeler, karton kutular, ambalajlar fenomen hikayelerinin ana temaları.
Sorsan hepsi doğa dostu, sorsan hepsi duyarlı...
Los Angeles’ta konuştuğum birçok influencer,
◊ Geçen sene 18 yaşında iki delikanlıyı evlat edindiniz. Nasıl gidiyor annelik deneyimi?
- Sanırım annelik düşündüğümden çok daha fazlasını ifade ediyor. Öncelikle her zaman anne olmayı istediğimi fark ettim. Evlat edinmeden önce Maddie’nin (dansçı Maddie Ziegler) “bonus annesi” olmaya başladım. Sonra başkaları için de yeterince sevgim ve yerim olduğunu düşündüm, evlat edindim...
◊ Yaşça büyük çocukların evlat edinilmesi nadir görülen bir durum. Sizi tebrik ederim. Evlat edinme hikayenizi okudum ama kısaca sizden de dinlemek istiyorum, nasıl karar verdiniz?
- Kararlarımın çoğunda olduğu gibi düşünmedim, sadece yaptım. Oğlumu bir belgeselde izledim. İzlerken “Bu benim çocuğum” dedim. Onu aramaya karar verdim. Bulduk. Evlat edinmek için gittim, arkadaşını da evlat edinip edinemeyeceğimi sordu. Evimde arkadaşı için de odam vardı, hiç düşünmeden “Gelsin tabii” dedim. Nasıl olacağı hakkında hiçbir fikrim yoktu. Onlarla tanıştığım gün eve getirdim ve akşam yemeğinde aile olarak birlikteydik.
◊ Söz yazarı, senaryo yazarı ve şarkıcı Sia’dan yönetmen Sia’ya... Çektiğiniz müzik klipleri vardı, fakat film bambaşka bir dünya. Film yönetirken müzikten öğrendiklerinizden neler kattınız?
- Film çekerken ateşte vaftiz oldum diyebilirim. Müzik endüstrisine kıyasla işleri halletmek, kişileri bir araya getirmek ve program yapmak daha zordu. Ama genel olarak benzer olduğunu söyleyeceğim. Film yönetmek gerçekten sadece güvensiz insanları yönetmekle ilgili. Aslında bizler kendine güvenmeyen insanlarız. Uzun zamandır kendine güvenmeyen pop yıldızlarıyla dolu müzik dünyasında söz yazarak zaten deneyim sahibi olmuştum. Mesele sadece insan yönetimi. İçinde çalıştığım dünya, film yönetmemi sağladı diyebilirim.
◊ Birkaç gün önce Grammy Ödül Töreni’nin ertelendiği açıklandı. Pandemi, gösteri dünyasını derinden yaraladı. Eğlence dünyasının geçirdiği kötü dönemi nasıl değerlendiriyorsunuz?
“Wonder Woman 1984”, 25 Aralık’ta HBO Max üyelerinden ekstra ücret alınmadan yayınlanmaya başladı...
Warner Bros.’un bu kararına tepki veren isimlerin başında yönetmen Christopher Nolan geldi.
Sinema deneyiminin en büyük savunucusu Nolan, Warner Bros.’un kararının “sendikalar ve sanatçılar için büyük bir tehlike işareti” olduğunu söyledi.
Bu planın, Hollywood’un sanatçılarından işçi sınıfına tüm çalışanlarına zarar vereceğini iddia etti.
Hollywood makine gibi çalışır. Sendikalar, sette çalışan elektrikçiden sadece bir-iki replik söyleyen oyuncuya kadar herkesin hakkını korur.
Nolan bu yeni yapıların yani dijital platformların ileriye dönük tehlike olacağını iddia ediyor.
JamIe Foxx
◊ Karantina sürecinde birçok kişiden önemli saydıkları birçok konuyu yeniden değerlendirdiklerini duydum. Sosyal hayatımızın sınırlı olduğu bu dönemden siz neler öğrendiniz?
Jamie Foxx: Ailemle geçirdiğim içten bir zaman dilimi oldu. Covid döneminde kız kardeşimi kaybettim. Bütün aile bir araya geldik ve birbirimizi gerçekten ne kadar sevdiğimizi anladık. Bu süreçte ayrıca üç film yazdım. Önceden aklıma fikirler gelirdi ama oturup geliştirmeye fırsatım olmazdı. Karantina, bana zaman ayırıp yazma fırsatı verdi. Üç projenin ikisini sattım bile.
Bu süreç, benim için derinden düşündüğüm ve kendimi sıfırladığım bir dönem oldu aynı zamanda. Bilgisayarı yeniden başlatmak gibi. Yapacak çok işimiz var, iyileştirmemiz gereken çok fazla yara var. Büyük, çok büyük görevlerle karşı karşıyayız. İnsanlığa meydan okunuyor. Bizler, insanlar boyun mu eğeceğiz, yoksa en iyisini yapmak için uğraşacak mıyız?
Ben Covid süresince insanların kötü yönlerini değil, iyi yönlerini görmeye başladım. Karşımızdaki kişilerin sevmediğimiz taraflarını görmekle o kadar meşgulüz ki, ben ve ailem tüm bunları boş verme kararı aldık. Artık sadece insanların sevdiğimiz yönlerine odaklanacağız.
◊ Kız kardeşinizle ilgili sosyal medya paylaşımınızda “hayatını kaybetti” yerine “geçiş yaptı” demeyi tercih ettiniz. Biraz bu konu hakkında konuşmak istiyorum. “Soul” adlı yeni animasyon filminizde de “bedenin ölümü-ruhun doğuşu” konusu işleniyor...
- Kız kardeşime her baktığımda bir ışık görüyordum. Down sendromlu olmasına rağmen dünyamızı aydınlatırdı. Böyle bir kayıp olduğunda aile olarak üzülüyorsun ama bize bıraktığı keyifli zamanları düşününce ölümü farklı görüyorsun. O şimdi güzel bir yerde tam olarak burada yaptığının aynısını yapıyor, insanları güldürüp iyi hissetmelerini sağlıyor.
OYUNCAK DÜKKANINDAKİ ÇOCUK GİBİYDİM
◊ Bu film ya da yaşadığınız deneyimler, arzularınızın gerçekleşmesine dair perspektifinizi etkiledi mi?
- Kendi deneyimlerime göre söyleyebileceğim kadarıyla her şeyin bir bedeli var. Başarı, ödenmesi gereken bir bedelle gelir. Başarısızlığın da bir bedeli vardır. Hedef ne kadar büyükse bedel de o kadar büyüktür. Başarı büyükse, bedeli de o ölçüde büyüktür. Biz her zaman fazlasını isteyen yaratıklarız. İstediğimiz yere vardığımızda çıta daha da yükselir. Soru, ne zaman durmamız gerektiği! Konuyu filmle birlikte cevaplarsam bazen ihtiyacın olana sahipsindir. Daha fazlasını kovalamayı bırakıp sahip olduğunla mutlu ve memnun olmak da bir başarı...
◊ İki kızınız var, istedikleri her şeye sahip olabilirler. Onlara sahip olduklarıyla mutlu olmayı ve sürekli daha fazlasını istememeyi nasıl öğretiyorsunuz?
- Covid döneminde kendim ve kızlarımda tanık olduğum ve öğrendiğim şey; en büyülü anların en basit anlar olduğu. Sadelik... Tropikal bir yerde, en lüks otelde herkesin size hizmet etmesi değilmiş en büyülü anlar... Sadece evde olmakmış. Birlikte yemek pişirmek, birlikte vakit geçirmek, Monopoly oynamak... O anlar geçirdiğimiz en güzel anlardı. Salgın süresince o basit şeylere değer vermeyi daha çok öğrendik.
◊ Yoğun çalışıyorsunuz. Muazzam bir kariyeriniz var. Bir tarafta sizi bekleyen setler ve uzun çalışma saatleri diğer tarafta evde annelerini bekleyen iki kız çocuğu. Nasıl dengeliyorsunuz bu iki önemli rolü?
- Hayattaki en büyük arayışım ne biliyor musun... Denge! Birçok insan özellikle çalışan anneler bu dediğimle ilişki kurabilir çünkü bir yandan çocuklarınızla olabildiğince çok şey paylaşmak istiyorsunuz ama aynı zamanda emek vermeniz gereken bir kariyeriniz de var. Sete gitmeniz gerekiyor, çünkü insanlar seni bekliyor. “Wonder Woman”ın çekimleri 8 ay sürdü. Yorucu, uzun ve zahmetli bir çekim süreciydi. Bazı anlar var ki... Bir sabah kızım okul konserini dinlemem için onunla okuluna gitmemi istedi, “Diğer anneler gibi önce okula gelip sonra işe gidemez misin?” dedi.
◊ Prenses Diana hakkında çekilecek yeni filmde (Spencer) başroldesiniz. Nasıl gidiyor Diana rolü için hazırlıklarınız?
- Her şeyden önce “The Crown”a takıntılı bir izleyici olduğumu söylemek istiyorum. Çok zekice yapılmış bir dizi.
Hazırlıklarım ne aşamada... Diana’nın röportajları ile yatıp kalkıyorum. Sesi sürekli kafamda çınlıyor. Onu içsel olarak hissedip taklit etmeden tüketiyorum. Diana’yı tanımak istiyorum, Diana’yı hissetmek istiyorum. Onun sadece fiziksel özelliklerini yansıtmak istemiyorum. O yüzden hazırlığım öncelikle duygusal yönlerle başladı. Zaten yönetmenimiz Pablo Larrain elindeki materyallerle oyuncuları eğitmekle ilgilenmeyen bir yönetmen. Pablo gerçek bir şiirsel kaşif. Onunla rüya gibi bir yolculuğa çıkmak için sabırsızlanıyorum.
◊ Filmle ilgili neler paylaşabilirsiniz?
- Film, Diana’nın hayatındaki üç önemli güne odaklanıyor. Başka ayrıntı yok. Yeni bir bilgi yok. Film, Diana’nın hayatındaki üç günlük bir dönemin hayal edilmesi gibi. Belki de her şeyin onun için en ağır hale geldiği dönem. Ve bu gerçekten içsel bir deneyim. Belki de bu yüzden kendimi Diana’ya olabildiğince açmaya çalışıyorum.
◊ Diana rolünü sizin oynamanız, sosyal medya üzerinde tartışmaları da beraberinde getirdi. İnsanların dedikleri sizi etkiliyor mu?
- Ben de onlar gibi hissediyorum. Yapıp yapamayacağıma karar vermeye çalışıyorum. (Gülüyor) Temelde anlıyorum aslında onları. Bir karakter yaratırken gerçekten o kişiyi anlamaya, vücuduna girmeye çalışıyorsun. Sadece kostüm giyip ya da peruk takıp karaktere girmiyorsun. Oynadığın kişi oluyorsun. Söylenenleri ciddiye almamak önemli ama Kristen olarak bakınca bile “Tanrım, oldukça önemli bir mesele, bunu mahvetmek istemiyorum!” diyorum. Sanırım bu tür gerilimleri ve dayatılan baskıları hafifleten tek şey, elimden gelenin en iyisini yapmak ve kendimi işime adamak. Sahip olduğum her şeyle rolüme bağlı olduğumu taahhüt edebilirim. Bunun ötesinde söyleyebileceğim başka bir şey yok.
Amy Adams◊ Bugüne dek birbirinden çok farklı karakterleri canlandırdınız. Sette oynadığınız zor rolleri izlerken biz de yaşıyoruz. Sorum şu, ağır rollerden sonra etkisinden kurtulmak için uyguladığınız bir rutin var mı?
- Kural koymayı deniyorum. Komik, çünkü “Hillbilly Elegy” filmi gelmeden önce çok daha hafif bir rol oynama niyetindeydim. Komedi yapmak istiyordum mesela. “Toksik olmayan, hasarsız bir karakter bulamaz mıyım?” derken bu proje geldi. Ron (Howard) ile konuştum, kitabı okudum. Sonra “Sanırım karanlık bir yere geri gidiyoruz” dedim. Bu tür karakterler tabii ki zor oluyor. Kendimce koymaya çalıştığım kurallarım var. Mesela ara vermek. Bende iki farklı mod var. Birincisi çalışırken gerçekten işe odaklanmak, diğeri ise çalışmıyorsam kapatma tuşuma basmak. Eşim de “Ya açıksın ya da kapalısın” der. Yani hiçbir şey yapmamakta çok iyiyimdir. Bunun faydalı olduğunu düşünüyorum, çünkü gerçekten fişi çekebiliyorum.
◊ Nasıl çekiyorsunuz o fişi? Bir örnek verebilir misiniz?- Mesela telefonunu kaybeden ama bulmak için kılını kıpırdatmayan birini düşün. Ben o kişiyim. “Tamam işte, evren bana fişi çekme zamanı geldiğini söylüyor, bu bir işaret” derim ve kendimi kapatırım.
ANNE OLMAK DAHA ÖNEMLİANNE OLMAK DAHA ÖNEMLİ◊ Eşiniz Darren Le Gallo’dan bahsettiniz biraz önce. Sizin gibi büyük kariyere sahip biriyle evli olmak nasıl, anlatır mısınız biraz?
- Kızım ve kocamla yarattığım ailem, benim köküm. Beni ayakta tutan, bana amaç veren şey. Onlar her gün kalkıp işe gitmemin nedeni. Her zaman koşulsuz yanımda olanlar. Onlarsız bir şey yapmanın çok zor olacağını düşünüyorum. Çünkü bana güvende olduğumu hissettiren de onlar. Kendime meydan okuma sebeplerim de onlar, çünkü kendimi zorlamamı sağlıyorlar. Eğer başarısız olursam, yanımda olacaklarını biliyorum. Bu yüzden her şeyi onlarla denemek çok rahatlatıcı.◊ “Ailem benim köküm, beni ayakta tutan şey” diyorsunuz. Anne olmak, profesyonel iş hayatınızı nasıl etkiledi?- Anne olmak oyuncu olmaktan daha önemli bence. Yaptığım işi seviyorum ve böyle bir işe sahip olduğum için minnettarım. Ama işimi kızım için bir an bile düşünmeden bırakabilirim.PANDEMİDE AİLEM VE SEVDİKLERİM HAYATIMIN ODAK NOKTASI OLDU
◊ Covid döneminin size etkileri ne yönde oldu?
- Şahsen bu dönemde çok fazla uykusuzluk yaşadım. Eşim haberleri izlememem gerektiğini söylüyor ama haberleri takip etmeden yapamıyorum. İzlediğim her türlü olumsuzluğa rağmen umutluyum. Pandemi sonrası hayatımızı gerçekten merak ediyorum. Covid’le birlikte benim hayatım oldukça küçüldü. Aileme daha çok odaklandım. İnsanlarla daha önce hiç yapmadığım kadar iletişim kurmaya çalışıyorum. Kız kardeşlerimle, erkek kardeşlerimle, yakın arkadaşlarımla ilişkimin güçlendiğini hissediyorum. Ailem ve sevdiklerim hayatımın odak noktası haline geldi. Umarım böyle de kalır.◊ Bu dönemde fiziksel olarak daha iyi olabilmek için neler yaptınız?- Sağlıklı yaşam konusunda daha iyi olmalıyım. Üzerinde çalışmam gereken konulardan biri uyku. Korkunç bir uyku rutinim var. Televizyon izlerken kanepede uyurum. Üzerinde zaman harcayıp öğrenmem gereken bir şey uyku rutini.◊ Neredesiniz şu anda?- Los Angeles’ta prodüksiyon ofisimdeyim. Marttan beri ilk defa ofise geldim.◊ “Hillbilly Elegy” gerçek bir hikaye. Sizin oyunculuğunuz da, Glenn Close’un performansı da çok beğenildi. Sarhoşu oynamak için içki içmeye, bağımlıyı oynamak için uyuşturucu kullanmaya gerek yok. Siz “hasarlı rollerin kraliçesi” olarak bağımlı bir anneyi portrelerken nelere dikkat ettiniz?-Bu filmde bağımlılığın sonuç olarak görülmemesinden emin olmak istiyorum. Mantıklı geliyor mu söylediğim? Bağımlılığın kendisinden çok, neden olan ve körükleyen derin sorunlara dalmalıydım önce. Kendinden şüphe duyması, hayal kırıklığı, sorunlarından kaçmak için kendi kendine ilaç alması... Sonuçtan önce sebeplere gidip karakteri yarattım. Ve benim için rollerde önemli olan bir diğer şey de karaktere empatiyle yaklaşmak.◊ Gerçek ‘Bev’ ile tanıştınız mı?- Tanıştım. Cesareti, benimle tanışma ve konuşma isteği beni çok etkiledi. Çünkü hayatının bir bölümünü anlatıyoruz. Yüzleşmek onun için zor olmalı. Hayatın diğer tarafına geçmeyi başarmış ama hâlâ uğraşıyor.‘PENCEREDEKİ KADIN’DAGİZEM İÇİNDE GİZEM VAR◊ Diğer filminiz “Woman in the Window”un (Penceredeki Kadın) vizyon tarihi pandemi nedeniyle ertelendi...- Evet
.◊ Filmden bahseder misiniz?
◊ Neredesiniz şu anda?
- Berkshires’deyim. Boston’da, Adam McKay’ın “Don’t Look Up” filminin çekimlerindeyim.
◊ Sağlıklı ego ile narsistlik, kendini beğenmişlik arasında ince bir çizgi var. Filmde sizin canlandırdığınız Dee Dee ile James Corden’in karakterinde bu ince çizgiyi görüyoruz. Sizin bu iki terimle ilişkinizi sorarak başlamak istiyorum. Çünkü “Büyük oyuncuların büyük egoları olur” derler...
- Şov dünyasında tanıdığım insanların çoğu yüksek egolu hatta narsist gibi görünebilir. Aslında o tavırların hepsi devasa bir güvensizliğin örtüsüdür. Birçok aktörün “Aslında çok utangaç biriyim” dediğini duymuşsundur. Yalan söylemiyorlar. Sahne onlara hayatta yapamadıkları şeyleri yapabilme fırsatı veriyor.
◊ Dee Dee’yi oynamak nasıldı?
- Büyük bir narsisti oynamak çok eğlenceliydi. Son yıllarda Amerikan siyasi hayatına bakarsanız, narsisizm konusunda çok iyi bir örnek olduğunu görürsünüz! (Gülüyor) İlham almak için uzaklara gitmeme gerek yoktu. Hiç zor değildi. Narsistlerle dalga geçmek kolaydır. Kendileri hakkında abartılı hisleri olan bu insanlar şeffaf ve komiktirler. Dee Dee bir tür diva. Keşke ben de odaya adım attığımda varlığımı hissettirebilsem onun gibi. Maalesef öyle bir özelliğim yok. (Gülüyor)
◊ Siz de sinemanın divasısınız!
- Kendimi çalışan bir oyuncudan başka bir şey olarak hiç düşünmedim.
◊ Koronavirüsle başlayalım. Salgın başladığında İrlanda’da film çekimindeydiniz. Diğer yapımlar gibi sizin setiniz de durduruldu. Neler yaptınız o dönemde?
- Açıkçası bir salgına minnettar olmam mümkün değil ama yarattığı araya minnettar olabilirim. İlk filmimi yaptığımdan beri aralıksız çalışıyorum. Tamam, çalışmak harika. Çalışırken kapalı bir kutuyu deneyimlerle doldurdum. Ama neler yaşadığımı ya da neler öğrendiklerimi gerçekten düşünmek için zamanım olmadı.
Karantinanın ilk iki haftası biraz dokunaklıydı, çünkü o kapalı kutuyu açıp içindeki her şeyle yüzleşmem gerekiyordu. Aralıksız çalışmanın bana kattığı gelişmeler için minnettarım. Öğrendiklerimi karantinada özümseme fırsatı bulduğum için minnettarım. Galiba bu dönemin bana kattığı en önemli şey, kendime karşı nazik olmayı öğrenmek ki bunun bir ders olduğunu düşünüyorum.
◊ Sağlığınız için nelere dikkat ediyorsunuz?
- Vitamin filan almıyorum. Muhtemelen almalıyım. Sağlıklı olmayı öğreniyorum. Yogaya başladım. Güne dans ederek başlıyorum. Dans güne enerji getiriyor. Sağlıklı bir vücuda sahip olmak ayrıcalık, o yüzden vücudumu çalışır bir halde hareketli tutmaya çalışıyorum.
ARKADAŞIM YOK
◊ 2020 gerçekten zorlu bir yıl oldu. Kış aylarının gelmesiyle koronavirüs vakalarında yeniden hızlı bir artış başladı. Bu garip dönemde ruh ve vücut sağlığınızı korumak için neler yapıyorsunuz?
Goldie Hawn: Biz birçok kişiye göre çok daha kolay geçiriyoruz bu dönemi. Çok katlı bir apartman dairesinde yaşamıyoruz. O nedenle bazı yönlerden oldukça rahatız. Gayet iyi idare ettiğimizi söyleyebilirim. Ama içinde bulunduğumuz duruma bakınca gerçekten üzülüyorum. Bazen etrafıma bakınıyorum, “Aman Tanrım herkes maske takıyor, şu anda içinde yaşadığımız dünya gerçek dışı” diyorum.Vücut sağlığımızı korumak ve sağlıklı kalmak için yapmamız gereken her şeyi yapıyoruz. Ama asıl önemli olan sağlıklı bir zihin, çünkü hepimizi merkezimizden uzaklaştıran asıl yer zihin. Ortada dolaşan bir endişe var. Endişe korkuyu getiriyor, korku öfkeye sebep oluyor. Kafamızda uçuşan birçok duygu var ve insanlar bu duyguların üstesinden gelemiyor, bu duygularla başa çıkamıyor. Her şeyin yanı sıra bir de okul sorunu var. Ama her şey bitecek. Böyle kalmayacak.
◊ Endişe, korku, öfke gibi duygularla başa çıkamayanlara neler tavsiye edersiniz?
Goldie Hawn: Zihninizi olumlu şeylerle doldurmayı deneyin. Genelde hayatımızın olumsuz ve negatif alanları üzerinde düşünürüz değil mi? Beyin bundan hoşlanır. Beyin negatifi sever. Beyinde negatif önyargı vardır. Bizim istediğimiz, bu duruma karşı gelmeye çalışmak. Bu demek oluyor ki sizi gerçekten iyi hissettiren şeyler neler, önce bunları bulmalısınız. Bazen müzik, bazen çocuklarınızı kucaklamak, bazen yürüyüşe çıkmak, bazen doğada olmak, bazen eğlenceli film izlemek, bazen şiir okumak... Beynini neyle beslersen, aslında onu ortaya çıkarıyorsun.
Sürekli olumsuzlukları düşünmek daha fazla sorun, daha fazla endişe ve daha fazla korku yaratıyor. Bu basit kuralları bilmek zorundayız, çünkü karar verebilen bir beynimiz var. “Bunu yapmayacağım” deyince dinleyen bir beynimiz var. Kendimize yardım etmek için neler yapabileceğimizi anlamanın yolunu bulup önce kendimize sonra etrafımızdaki insanlara olabildiğince ışık tutmalıyız.
ÇOCUKLARIMIZIN ARTIK KENDİ AİLELERİ VAR
◊
◊ Yaşadıklarınızı anlatan “The Loudest Voice” dizisini ve “Skandal” filmini izledik. Öncelikle şunu sormak istiyorum; sahip olduğunuz dayanma gücü ve cesaret nereden geliyor?
- Kredinin bir parçasını yetiştirilme tarzıma vermeliyim. Ailem her zaman dik durmayı öğretti bana. Daha anaokulundayken yanlış gruba yerleştirildiğim için kendimi savunduğumu biliyorum. Beni okuma bilmeyen çocukların grubuna koymuşlardı ama ben okumayı biliyordum. Israrcı bir çocuktum, o gün üç kez öğretmenin masasına gittim. Her seferinde beni geri gönderdi, “Yerine otur” dedi. Eve koştum, anneme anlattım. Okulu aradı, ertesi gün doğru gruptaydım. Bence etkili bir hikaye, çünkü eğer yanlış grupta kalsaydım eğitim hayatım farklı yöne kayabilirdi.
◊ Temmuz 2016’da dünyanın en güçlü adamlarından birini cinsel taciz suçlamasıyla dava ettiniz. Bunu yapmak kolay mıydı?
- Zirveye ulaşmak için 25 yıl kendimi çalışmaktan öldürdüğüm bir kariyerin benden alınacağını ve bunun benim seçimim olmayacağını anladığımda başka şansım yoktu...
İMZALADIĞIM GİZLİLİK ANLAŞMASI NEDENİYLE HÂLÂ KONUŞAMIYORUM
◊ Roger Ailes yargılanmadan öldü. Öfkeli misiniz?
◊ Merhaba, şu an neredesiniz?
- Los Angeles’tayım. Burası evimdeki kayıt stüdyom ve sinema odam. 9 aydır evimden neredeyse hiç çıkmadım.
◊ Koronavirüs nedeniyle büyük konserler askıya alındı...
- Çok dürüstçe bir şey söyleyeceğim. Bu yıl çıkacağımız turneyi iptal etmem gerektiğini söylediklerinde yaşadığım anksiyete seviyesini anlatamam. Depresyona girdim! Enrique Iglesias ile birlikte Amerika ve Kanada’yı kapsayan 62 konserlik bir turneye çıkacaktık. Belirsizlik çok sinir bozucuydu. Salgının bugüne kadar devam edeceği hakkında hiçbir fikrimiz yoktu.
Şimdi ise tüm dünya kendini güvende hissedene kadar hiçbir planım yok. Yalnız canlı konserler gibi kültürel etkinlikler mutlaka korunmalı ve devam etmeli. Bir şekilde geri döneceğiz bu etkinliklere ama ne zaman... 12 yaşımdan beri canlı performans sergiliyorum. Konserlerde önümdeki kalabalık nedeniyle yaşadığım adrenalini bir daha hissetmeme fikri bile depresyona sokuyor...
◊ Covid-19 salgınında siz de yardım projelerinde aktif şekilde yer aldınız.
- Salgını duyduğumda hemen süper kahraman pelerinimi giyip dünyayı kurtarmak istedim! Bu mümkün olmadığı için Porto Riko ve Dominik Cumhuriyeti’nde 50’den fazla hastaneye ekipman yolladım. Yardım vakfımı kurma amacım insan kaçakçılığıyla mücadele etmekti. Temel misyonum çocuk hakları ve insan kaçakçılığı ile savaşmak. 10 yıldır bu konularda çok çalıştım. Pandemiyle birlikte alan değiştirip bu krize ve salgına odaklandık.
◊ Şu anda neredesiniz?
Edoardo Ponti: İsviçre-Cenevre’deyiz...
◊ Anneniz orada yaşıyor değil mi?
Edoardo Ponti: Evet.
◊ Sophia Loren, Cenevre’de günlük hayatınız nasıl geçiyor?
Sophia Loren: Cenevre’deki hayatım çok sessiz. Çok fazla dışarı çıkmıyorum. Dışarıda olmaktan hoşlanmıyorum. Çünkü bu artık özgür hissettirmiyor. Evde vakit geçirmeyi seviyorum. Kitaplarımı seviyorum, hayatımı özel tutmayı seviyorum. Kesinlikle çok basit bir hayatım var. Zaten bugünlerde dışarı çıkıp çıkamayacağımızı, nereye gidebileceğimizi bile bilmiyoruz.
◊ Dizi için yaptığınız araştırmalarda kraliyet ailesi hakkında sizi en çok hayran bırakan ve en çok üzen şeyler nelerdi?
Emma Corrin: Görevlerine bağlı olmalarına hayranlık duydum. Dizinin büyük bir bölümü insanların kendilerine verilen güçle neler yapamadıklarıyla ilgili. Bu figürlerin elinde çok fazla güç olsa da kullanamıyorlar. Sık sık bunun ne kadar etkileyici bir şey olduğunu düşünüyorum.
◊ Peki sizi en üzen şey?
- Sanırım yalnızlık... İnanılmaz derecede yalnızlar...
◊ Prenses Diana herkesin sevgisini kazanabilecek hangi niteliklere sahipti?
- İnsanlarla kendine özgü bir yolla bağlantı kurabilen, onlara koşulsuz şekilde değer verdiğini gösterebilen ve karşılıksız seven biriydi... İnsanlar Diana’yla tanışınca, onun kendilerini sanki tanıdığını hissediyordu.
Kalabalığın içinde biri ona çiçek verdiğinde elini sıkıp gözlerinin içine bakardı. Tavırlarıyla o anda seni dünyadaki tek kişi gibi hissettirirdi. Aldatıcı bir şekilde değil ama. Gerçekten şefkatli bir insandı. Sanırım bu yüzden ona “halkın prensesi” diyorlardı. Çünkü o insanları seviyordu.
◊
◊ Sinema hakkında genel bir soruyla başlamak istiyorum, devam eden pandeminin sinemaya etkileriyle... Sizce sinema eski haline dönecek mi, yoksa dönülmez değişiklikler mi bizi bekliyor?
- Şu anda hiçbir fikrim yok. Pandemide 8 ay sonra bile bu konumda olacağımızı tahmin ettik mi, hayır. Bu konuda her şeyi öngörebilmeye çalışmaktan vazgeçtim. Ne olacaksa olacak. Ben de olanlara uyum sağlayıp elimizde var olanla ilerlemeye çalışacağım.
Sinemaya gitme arzum hâlâ duruyor. Hele film festivallerine olan sevgim... Ne yazık ki şimdi insan kalabalığının olduğu ortamlar imkansız bir rüya gibi... Ama ne olursa olsun hikayeler anlatılmaya devam edecek. Tarih boyunca insanlar hikayelerini anlatmanın bir yolunu bulup ortaya çıkardı ve o hikayelerle etki yarattı. İşte bu yüzden içinde bulunduğumuz ortamda dijital platformlardan yapımları izlemekten mutluyum. Şimdilik hikayeleri izleme yolum bu.
Ama “Tenet”i izlemek için sinemaya gittim. Biletimi aldım, maskemi taktım, sosyal mesafe kurallarına uyarak filmi izledim ve çok mutlu oldum.
◊ Muazzam başarılı bir oyuncusunuz. Ulaşamadığınız bir başarı yok gibi. Hâlâ gerçekleştiremediğiniz tutkularınız, istekleriniz, hayalleriniz var mı?
- Benim hayalim hep derinlere inmek ve tüm kalbimi vererek duygusal, görsel ya da sesle hikayeler anlatmak oldu. Başka bir oyuncuyla çalışırken onların kalbini açtığını ve derinlere indiğini gördüğümde yanlarına gidip sarılıyorum ve teşekkür ediyorum. Çünkü sette kendini açıp karaktere verebilmek için neler gerektiğini biliyorum. Daha küçük bir oyuncuyken bile böyleydim.
◊ Filme nasıl dahil oldunuz ve neden bu filmi yapmak istediniz?
- Yönetmenimiz Julie Taymor aradı ve Gloria Steinem’in “My Life on The Road” kitabının adaptasyonunu yapacağını söyledi. Gloria Steinem benim ve dünyadaki birçok kadının kahramanı. Filmi yapmamın birinci sebebi bu. Diğer sebebi ise oyuncu kadromuz. Alicia Vikander, Bette Midler, Janelle Monae... Harika oyuncular ve harika insanlarla çalıştım. Film Gloria’nın geçmişini anlatıyor ama aynı zamanda kadın hareketinin tarihi hakkında.
◊ Siz sosyal konularda aktif bir oyuncusunuz zaten. Filmi yapmak sizi nasıl etkiledi peki?
- Bu filmi yapmanın en iyi yanı, Gloria Steinem hakkında daha çok şey öğrenmek oldu. Kitaplarını, konuşmalarını her şeyi araştırdım. Ne kadar düşünceli olduğunu, insanlar arasında fikir birliğini nasıl kurduğunu, şaşırtıcı derecede iyi bir dinleyici olduğunu film sayesinde öğrendim. Çok komik ve harika bir mizah anlayışı var. Aynı zamanda olaylara geniş bakış açısıyla yaklaşıyor. İlerlediğimizi ve ilerlemeye devam edeceğimizi önemle vurguluyor. Tutarlı baskı uygulamak, her zaman ileriye bakmak, her şey karanlık ve korkunç görünse bile mutlaka bir çıkış yolu olduğunu bilmek bu filmin bana kazandırdıkları arasında.
◊ İki çocuğunuz var, onları yetiştirirken “cinsiyetçilik” kavramını nasıl açıklıyorsunuz? Eşinizin bu konulardaki düşünceleri ne yönde?
- Bu sabah Ruth Bader Ginsburg (Eylül ayında ölen ABD’li yüksek mahkeme yargıcı ve kadın hakları savunucusu) hakkında bir yazı okuyordum. Kocası Marty (Martin Ginsburg) olmadan yaşadığı hayata ve kariyere sahip olamayacağını söylüyordu. Kadın hakları için savaşan bir kadın bunları söylemiş...
Kızımı sadece kızların gittiği bir okula gönderdim. Liseden yeni mezun oldu. Okuluna konuşma yapmak için gitmiştim. Erkek egemen mesleklerde çalışan kadınların hayattan beklentilerinin ne olması gerektiği konusunda konuştum. Konuşmamda, “Aile ve kariyere birlikte sahip olma beklentiniz varsa, bunu ancak sizinle aynı şeylere inanan partnerle başarabilirsiniz” dedim. Böyle bir hayat arkadaşları yoksa, büyük olasılıkla ikisine (aile ve kariyer) birden sahip olamayacaklarını söyledim. Çünkü ortak paydaya sahip olmak bir ihtiyaç. Çocuklar için de aynı durum söz konusu. Aynı konulara inanan ebeveynler olmalı...
Bu şekilde olması gerektiğini düşünen kadın nesli yetiştirmek yetmez, böyle düşünen erkek nesli de yetiştirmeliyiz. Bizim evimizde bu konuda inanılmaz adımlar attığımızı düşünüyorum. Kesinlikle eşimle eşit olduğumuz bir evliliğimiz var. İkimiz de çocuklarımıza ebeveynlik yapıyoruz. İkimizin de kariyeri var, ikimiz de para kazanıp evimize ve topluma katkıda bulunuyoruz.
◊ Öncelikle neredesiniz?
- Los Angeles-Hollywood Hills’teyim.
◊ Pandemi, Kaliforniya yangınları, protestolar, seçim kargaşası... Siz nasıl görüyorsunuz dünyamızı? İyimser bir yapınız mı var, yoksa gelecek için karamsar mısınız?
- İyimserim... Genel olarak hayatta kötü senaryolara eğilimim var. Daha kişisel konularda yani. Kendi olumsuz inançlarım yüzünden. Hayatın daha büyük ve genel resmine gelirsem; iyimserim. Gerçi hangi senaryodan bahsettiğimize bağlı. Pandemi konusunda iyimserim. Yangınlar konusunda iyimser değilim. Çevresel konularda çok endişeliyim. Şu anda çok şey oluyor. Hepsi geçecek. Her şeyin bir sebebi olduğunu düşünüyorum. Irk eşitsizliği mesela. Black Lives Matter protestoları... Gelecekte çok daha olumlu şeylere yol açacağını umuyorum.
HEPİMİZ AYNI GEMİDEYİZ
◊ Darren Star ile “Emily in Paris” için ilk buluşmanızı hatırlıyor musunuz?
- Darren’ı ilk kez 7-8 yıl önce, ev sahipliği yaptığı bir etkinlikte görmüştüm. Annemle gitmiştik. Ona yaklaşamayacak kadar gergindim ama istem dışı parmağımla onu işaret ederek “Aman Allah’ım Darren Star, Darren Star!” dedim. Annem “Git konuş” diye ısrar etti ama cesaret edemedim. Yıllar sonra “Emily in Paris” için bir araya geldik. İlk buluşma tanışma amaçlıydı.
◊ Yine de ilk buluşmanızda dizi hakkında bir şeyler biliyordunuz, değil mi?
- Evet. Pilot bölümü okumuştum. Okuduğum kadarıyla Emily ile benzer birçok yönümüz olduğunu biliyordum. Buluştuğumuzda Emily hakkında sohbet ettik. İş hayatımızdaki benzerliklerimiz, hayata karşı “git ve istediğini başar” bakış açımız... Pozitif, coşkulu, etrafına ışık saçan bir kişilik olması gibi özelliklerini konuştuk.
◊ İlk buluşmadan sonra ne oldu?
- 3-4 hafta sonra okumalara çağırdılar. Okumalara çağrılan ilk oyuncu bendim. O gün okumaları yaptım ve doğruca havaalanına gittim. Başka bir filmin çekimleri için Alabama’ya uçtum. Alabama’da 30’uncu doğum günümü kutlarken telefon geldi ve Emily olmamı istediler. Bir tür şaka olduğunu düşündüm doğum günüme denk gelince...
◊ “Filthy Rich”in başrolündesiniz, aynı zamanda dizinin yapımcılığını da üstleniyorsunuz değil mi?
- Evet. Aslında yapımcılık benim rüyamdı. Daha önce iki projenin daha yapımcılığını yapmıştım ama yaratıcımız Tate Taylor (“The Help” ve “The Girl on the Train”in yönetmeni) gibi harika filmler yapan birinden yeni şeyler öğrenmek istedim. Filmlerde oynamaya devam edeceğim ama aynı zamanda yapımcılık da yapmak istiyorum. Oynama şansımın olmadığı filmlerde yapımcı olarak sesimi duyurmak arzusundayım. Kendi yaşımdaki (64) kadınlar için filmler yapmayı hedefliyorum. Anlatacak çok hikayemiz var ama bizim hikayelerimizi anlatacak yeterince kadın yapımcı yok. O yüzden işin diğer tarafından da sesimi duyurmak ve deneyim sahibi olmak istiyorum
.◊ Diziyi çektiğiniz şehir, hikayeyi ne kadar etkiledi?
- New Orleans, bu işe “evet” dememin nedenlerinden biriydi. Orada bir hafta sonundan daha fazla zaman geçirememiştim. Beni büyüleyen bir şehir. Tate’in diziyi New Orleans’ta çekmesi akıllıcaydı, çünkü güneyin sıcağını ve müziğini iyi bilen bir adam. Başka bir yerde olsaydı dizi aynı olmazdı. Şehrin atmosferi hikayeye çok şey ekledi. O yüzden mükemmel bir şehir seçimi oldu.
KARAKTERİMİN GİZEMLİOLMASINI İSTEDİM
◊ Dizi, psikiyatri hemşiresi canavar kadın Mildred Ratched’ın hikayesini anlatıyor. Mildred’ı 5 Oscar ödüllü “One Flew Over The Cuckoo’s Nest” filminden tanıyoruz. Sizin Mildred’ınızı biraz anlatır mısınız?
Sarah Paulson: O filmi çekimlere başlamadan önce bir kere daha izledim. Hemşire Ratched filmin kötüsü, buna kimse itiraz edemez. Ama ben karakteri oynayan aktris olarak, Mildred Ratched’in aklının değil kalbinin neler düşündüğüne odaklanmanın bir yolunu bulmalıydım.
Dizide davranışlarının nedenini açıklıyoruz demeyelim de bazen insanların çaresiz koşullar içinde olduklarında kendilerini bir şeyler yaparken bulduklarını anlatıyoruz.
Bence Mildred hastalarını insan olarak görmüyor. O korkunç şeyleri bu şekilde yapabiliyor. Ayrıca bence Mildred, yalnızlığın bir kişiye neler yaptığı hakkında bir karakter çalışması.
Hayatınızda tek bir kişinin bile rehberliği olmadığında, çok yalnız kaldığınızda, tartışmalı bir şekilde hayatınızdaki en önemli kişiden ayrıldığınızda... Neyse burada daha fazlasını anlatmayayım, diziyi izlediklerinde Mildred’ın hikayesini anlayacaklar. Ayrıca Mildred kendini kesinlikle canavar olarak görmüyor. Korkunç şeyler yapıyor ama bunları hayatta kalabilmek için yaptığını söyleyeceğini düşünüyorum.
Sarah Paulson, hemşire Mildred Ratched rolünde.
BAZI DETAYLARI LOUISE FLETCHER’IN PERFORMANSINDAN ALDIM
Yanlışlıkla Kraliçe'yle tanıştım
“En iyi film” dalında Oscar adayı olan “The Favourite” (Sarayın Gözdesi) adlı film önceki gün vizyona girdi. Barbaros Tapan filmin başrol oyuncularından, Olivia Colman ve filmin yönetmeni Yorgos Lanthimos’la bir araya geldi. İkili filmle ilgili merak edilenleri anlattı.
Olivia Colman
◊ “Sarayın Gözdesi”nde Kraliçe Anne’in kadınlara olan duygusal ve cinsel yaklaşımı bugüne kadar tarihte konuşulmayan bir konuydu. Filme hazırlanırken yaptığınız araştırmalarda size göre Kraliçe Anne gerçekten o kadınlara aşık mıydı? Yoksa 17 hamilelik ve tüm çocuklarını kaybetmiş olmanın verdiği bir destek arayışı mıydı?
- Hiçbir fikrim yok. Kendisine de soramayız. (Gülüyor) Ona ait bulunan mektuplara göre Anne apaçık eşcinsel ve Sarah’a aşık. Bu kocasına aşık olmadığı anlamına gelmiyor. Anne galiba cinsiyet ayırmadan, sadece kişiye aşık oluyordu.
◊ Mektupları görme imkanınız oldu mu?
- Ben görmedim. Çalıştığımız tarihçilere göre Sarah Churchill ve Anne birbirine çok yakındı. Ama hepsi varsayım... Bizim de vardığımız sonuç birbirlerine aşık oldukları yönünde oldu.
◊ Filmde bazı sahneler oldukça müstehcen. O sahnelere karşı yaklaşımınız nasıl?
- O sahnelerde çok utanıyordum. Öncesinde çok fazla prova yaptığımız için çekimler başlamadan rol arkadaşlarımla arkadaş olmuştuk.
Çekimlerde eğlendik ve dalga geçtik. O sahneler, provalar olmasaydı çok daha zor çekilirdi. Film için gerekli şeyleri daha rahat yaptık.
◊ Kraliyet ailesine mensup kişilerin ana karakter olduğu hikayelerde onlara özgü tavır ve ifadeler çok önem taşıyor.
Çekimlerden sonra kraliçe tavırlarının sizde etkileri oldu mu?
- Olmadı. Kraliçe Anne’i yaratırken tavır üzerinde çok fazla durmadık. Anne’in vücut dili ve konuşma tarzında biraz daha modern dokunuşlar yapmayı seçtik. “The Crown”da şimdiki kraliçemizi oynarken nasıl göründüğünü ve tavrını bildiğimiz için belli başlı özelliklerini benimsemem gerekti. Sonuçta kraliçe Anne’i günümüzde birebir tanıyan biri yok, çıkıp kimse “Hayır Anne böyle yürümüyor” diyemez. Ama Kraliçe Elizabeth de farklı...
◊ Rol de olsa kraliyet ailesi mensubu olmak hoşunuza gitti mi?
- Kraliçeyi oynamak çok eğlenceli. Onlar da bizim gibiler ama değiller.
Çok az kişi şahit onların yaşam tarzlarına. Şahsen onların işine sahip olmayı istemezdim. Yaptıklarına hayranım ama seçme şansları yok. Ben muhtemelen nefret ederdim...
SEKSİ BİZ İCAT ETMEDİK
◊ Kraliçe Anne’in yaşam tarzını 300 yıl sonra nasıl değerlendiriyorsunuz?
- Seksi biz icat ettik zannediyoruz. Tabii ki biz etmedik! Bu iki kadının birbirine aşık olması, ilişkileri... Her şeyi ilişkilerin yasak olduğu, hislerini açıklayamadıkları zamanda yaşadılar. Yani yeni bir şey değil. Neden yeni bir şeymiş gibi düşünülüyor?
◊ Filmde 3 ana kadın karakter dışında benim ilgimi çeken bir diğer şey de şato oldu. İngiltere’de gerçek bir yer mi orası?
- Kuzey Londra’daki Hetfield House’da çekim yaptık. Aynı aile 400 yıldır o evde yaşıyor. Bazı odalar ziyarete açık. Şato’nun bahçesi muhteşemdi.
Evde yaşayanlar kendi zamanlarına göre bir şeyler eklemiş. O yüzden her jenerasyondan ve farklı yüzyıllardan izler görmek mümkün. Küçük bir detay daha vereyim.
Filmde elektrikli aydınlatma hiç kullanmadık. Tüm aydınlatmayı mumlardan ve doğal ışıktan sağladık. Uzun altın kaplama koridorlarda mum ışığı inanılmaz efekt verdi. Muhteşem bir evdi. Aynı aile soyunun 400 yıldır o evde yaşaması da çok ilginç.
◊ Şato’nun sahipleri hâlâ orada yaşıyor yani...
- Evet orada yaşıyorlar. Çekimlere de uğradılar.
ÇOK DUYGUSALIM
◊ Rol nasıl geldi size?
- Yorgos ile “Lobster”da birlikte çalıştık. Performansımı beğenip beğenmediğini anlamadan “Lobster”ın çekimlerini bitirdim. Yorgos eğer beğenmezse sahneyi çekmeye devam eder. Sahneden mutluysa “Tamam” der ve bitirir. O yüzden yaptığın işi beğenip beğenmediğini kestiremezsin... “Sarayın Gözdesi” için bir gün aradı. “Elimde bir senaryo var. Yıllardır üzerinde çalıştığım bir iş. Kraliçe Anne olabilirsin” dedi. Ve başladık.
◊ Kraliçe Anne’in favorisi olmak için iki kadın yarışıyor. Bu tarz durumlar günümüzde de yaşanıyor. Siz de başarılı bir oyuncusunuz. Etrafınızda sizin dikkatinizi çekmek isteyen insanlar oluyor mu?
- Şanslıyım çünkü arkadaşlarım uzun yıllardır tanıdığım insanlar. Ve sayıları da az. Bazen ben de oyuncuların genellikle oyuncularla arkadaş olduğu üzerine düşünüyorum. Nedeni bence birbirini anlamak.
◊ Kraliçe Anne 17 çocuk kaybetmiş. Bir kadın olarak kraliçenin duygularını nasıl yaşadınız?
- Çok duygusal bir insanım. Kraliçe Anne’i oynarken bu konu düşündüm. Bu kadar çok acıdan sonra normal hayatını nasıl yaşarsın? Düşünmek bile ağlamama yetiyor.
KRALİÇE GELİNCE “ÇOK ABARTMADAN EĞİL” DEDİLER
◊ Gelelim “The Crown” dizisine... Kraliçe Elizabeth rolünü Claire Foy’dan devraldınız. İki kraliçeyi peş peşe oynadınız. Hangisini oynamak daha eğlenceliydi?
- Elizabeth’i canlandırmak daha zor geldi. Çünkü güçlü ve dik durması öğretilmiş bir kadın.
Duygularını açığa vurmuyor. Elizabeth’in bu tavrı bana zor geldi.
Kraliçe Anne ise tam tersine duygularını derin yaşayan bir kadındı. İkisi de birbirinden çok farklı yaklaşım gerektirdi. İkisini oynamak da ayrı ayrı zevk verdi.
◊ Elizabeth ya da kraliyet ailesinden biriyle tanışma fırsatınız oldu mu?
- Yanlışlıkla kraliçe ile tanıştım.
◊ Nasıl yani?
- British Film Institute resepsiyonuna gitmiştim. Sadece film sektöründen insanlar orada olur derken köşede Kraliçe Elizabeth ve Prens Philip göründü.
Onları görünce çok şaşırdım, ne yapacağımı bilemedim. Apoletli bir adam yaklaşıp “Kraliçe gelince çok abartmadan eğil” dedi.
Heyecandan güzel bir selam bile veremedim. Gerçek bir tanışma değildi aslında, sadece el sıkışıp selamlaştık. “The Crown”a hazırlanırken Elizabeth’ten çok etkilendim. 20’li yaşlardan 90’lı yaşlara kadar görevlerini yerine getirmek, çalışmak kaç kişiye nasip olur? Kadın olarak onun duruşuna ve yaptıklarına sadece şapka çıkarırım.
◊ Onu canlandırırken ailenin hatta kraliçenin kendisinin sizi izleme ihtimalinin yüksek olduğu aklınızdan geçti mi?
- Geçmez mi... Teşekkürler hatırlattığın için. Umarım izlemez! Şimdiye kadar kendisini oynayan birçok kişiyi izlemiştir zaten. Tabii ki izleme ihtimaline karşı da mükemmel iş çıkartmak için uğraşıyorum.
◊ Harry ve Meghan ile ilgili neler düşünüyorsunuz?
- Harry ve Meghan’a hepimiz aşık olduk. İhtiyacımız olan tek şey sevgi...
YORGOS LANTHIMOS
SENARYO 7 YILIMIZI ALDI
◊ Bütün filmlerinizi izledim. En sevdiğim ve eğlendiğim filminiz “Sarayın Gözdesi” oldu. Bu filmi yapmak neden 10 yılınızı aldı?
- Bence her filmin bir zamanı var. Senaryo uzun zamanımızı aldı. Senaryoyu kadınlar üzerine yapılandırıp hikayeyi anlatmak istedim. Sonra hikayede farklı bir tona ihtiyaç olduğunu düşündüm ve yazar arayışına girdim.
Yüzlerce piyes ve senaryo okudum. Sonunda Tony McNamara’yı buldum ve senaryoyu birlikte geliştirmeye başladık. Senaryoyu yaratmak 7 yılımızı aldı. Diğer bir sebep ise filmin şimdiye kadar yaptığım en pahalı film olması. Doğru kastı oluşturmak, bütçeyi bulmak ve herkese uygun vakti ayarlamak süreci uzattı.
◊ Emma Stone’u daha önce hiç böyle izlememiştim. Nasıl sağladınız bu performansı?
- Emma’nın performansından emindim. Filmi çekmeden iki yıl önce kadroya seçtik Emma’yı. Senaryonun tonu çok belli olsa da aktörlerimi provalarda serbest bırakıp yeni şeyler denemelerini isterim. Önyargıları bir kenara bırakıp farklı yaklaşımlarına olanak sağlarım. Bu onların daha güvenli ve özgür olmalarına olanak sağlar.
◊ Üç inanılmaz kadın ile çalıştınız. Sizin gözdeniz kimdi?
- Cevap yok...
◊ Emma Stone “La La Land” ile Oscar’ı kazandıktan sonra ertesi gün uçağa atlamış ve sizinle buluşmaya gitmiş. Oscar’dan sonra yanınıza geldiğinde nasıldı?
- Emma için hepimiz çok mutluyduk. Onun mutluluğunu paylaştığımız güzel bir dönemdi.
◊ Filmde İngilizi oynuyor ama aslında Amerikalı. Adaptasyonu kolay oldu mu?
- Emma’nın adaptasyonu zor olmadı. Aksandan emin olduğumuz andan itibaren her şey yolundaydı. Ayrıca provalarda oyuncular birbirleri ile yakınlaşmanın yanı sıra yeni şeyler denedikçe eğlendiler.
◊ Üç kadın, üç başarılı oyuncu... Filmin yapımcısı ve yönetmeni olarak kadınlar hakkında neler öğrendiniz?
- Hiçbir şey... (Gülüyor) Kadınları çözmenin yolu bu değil bence. Üç kadınla büyüdüm, bu da ilginç bir tesadüf ama sana film sebebiyle kadınlar hakkında öğrendiğim tek bir şey bile söyleyemem.
Haber Yorumlarını Göster
Haber Yorumlarını Gizle