Türkiye Kaşıkçı davasında doğru tarafta yer aldı

Oscar’lı yönetmen Bryan Fogel, “The Dissident” belgeselinde gazeteci Cemal Kaşıkçı cinayetini işledi. Fogel’ın gösterdiği çarpıcı detaylar, dünya kamuoyunda büyük yankı uyandıran bu cinayetin hikayesini gözler önüne seriyor. Dijital olarak vizyona giren filmin detaylarını Bryan Fogel’la görüntülü olarak konuştum. Belgesel için ülkemizde 8 ay kalan yönetmen, “Büyük bir Türkiye sevgisi, büyük bir İstanbul sevgisiyle Amerika’ya döndüm” dedi.

Haberin Devamı

Türkiye Kaşıkçı davasında doğru tarafta yer aldı

Cesaretiniz ve bu muazzam belgesel film için sizi tebrik ederim. İletişim Başkanı Fahrettin Altun, Adalet Bakanı Abdülhamit Gül ve birçok Türk yetkiliyi belgeselde görüyoruz. Türk yetkililerinin güvenini nasıl kazandınız? Onları konuşmaya nasıl ikna ettiniz?

- Güven inşa etmek uzun bir süreçti. Ve Barbaros sen de Türk olduğun için muhtemelen biliyorsun. Türkler, telefonla, e-postayla ya da mesajlaşma yoluyla iş yapmıyor.

Evet...

- Gerçekten kişisel bir ilişki kurmak gerekiyor. Gidip buluşmak, kahve ve çay içmek, birebir tanışmak gerekiyor. Cemal Kaşıkçı cinayetinden 1 ay sonra Türkiye’deydim. Kasım ortasıydı. 8 aydan fazla süre İstanbul’dan Ankara’ya gidip geldim. Gerçekten güvene dayalı ilişkiler kurdum ve nihayetinde bu ilişkileri arkadaşlıklara dönüştürdüm. Türk hükümeti ve yetkililer hikayelerini anlatmak istedi.

Haberin Devamı

Kendimi tanıttığımda, Cemal Kaşıkçı cinayetinin hikayesini otantik bir şekilde anlatmak için orada olduğumdan emin olmak istediklerini biliyordum.

Ben de Cemal Kaşıkçı cinayetinin hikayesini gerçek anlamda anlatmak için Türkiye’deydim. Ve bu işi yaparken, haftalar, aylar geçerken çok fazla güven oluştu ve sonuçta yetkililer hükümetin resmi tutanağını, polis görüntülerini, adli tıp raporlarını verdiler. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın sesini ve görüntüsünü kullanmama izin verdiler. Başsavcı İrfan Fidan konuştu. Türk hükümetine bu hikâyeyi anlatabilmem için bilgi ve kanıt sağladıkları için müteşekkirim.

Türkiye Kaşıkçı davasında doğru tarafta yer aldı

BÜYÜK BİR İSTANBUL
SEVGİSİYLE 
AMERİKA’YA DÖNÜDÜM

Bu hikâyeyi dünyaya anlatabilmeniz için Türkiye bilgileri, kanıtları size sağladı. Ama tüm dünyaya insan hakları dersi veren sözde gelişmiş ülkeler bu korkunç, bu kan donduran cinayete sessiz kaldı. Çoğu konuda uluslararası kamuoyunun Türkiye’yi yanlış değerlendirdiğini ve haksızlık ettiğini söylersem cevabınız           ne olur?

Haberin Devamı

- Dünyada gerçekten Suudi Arabistan’ı sorumlu tutan tek ülke Türkiye’ydi. Cemal Kaşıkçı cinayetine adalet getirmek için elinden gelen her şeyi yapan ülke Türkiye’ydi. Suudi Arabistan cinayeti itiraf etmezken, Türkiye onlara ellerinde bulunan kanıtları gösterdi ve sonunda itirafta bulunmaya zorladı. Bence Türkiye, Cemal Kaşıkçı cinayeti davasında doğru tarafta yer aldı. Ve tarih bunu yazacak.

Türkiye’de 8 ay kaldığınızı söylediniz. Çalışmadığınız zamanlarda neler yaptınız? Nasıl geçti 8 ay? Biraz Türkiye deneyiminizi anlatır mısınız?

- İstanbul’da yaklaşık 8 ay geçirdim. Büyük bir Türkiye sevgisi, büyük bir İstanbul sevgisiyle Amerika’ya geri döndüm. Kültürünüz, yemekleriniz... Sıra dışı bir ülke, sıra dışı bir yer. Çok arkadaş edindim. Filmin yapımında o kadar çok insan yardımcı oldu ki... Türkiye’de ve İstanbul’da yaptığımız çekimlerin neredeyse tamamında, yerel ekipleri işe aldık ve Türkiye’de ABD’de sahip olduğumdan çok daha büyük bir ekiple çalıştım. Profesyonellik ve iş kalitesi olağanüstüydü. Türkiye deneyimim hakkında, olumlu şeylerden başka söyleyecek hiçbir bir şey yok. Bence Türkiye, inanılmaz insanları, inanılmaz kültürü olan inanılmaz bir ülke.

Haberin Devamı

OSCAR HAYAL KIRIKLIĞI YARATTI AMA ÖDÜL İÇİN  FİLM YAPMIYORUM

Sean Penn, Hillary Clinton ve daha nice yüksek profilli isim, filme duyduğu beğeniyi ifade etti. Film muazzam güzel eleştiriler aldı. Hepimiz Oscar’da kısa belgesel listesinde “The Dissident”ı görmeyi beklerken, filminiz göz ardı edildi ve kısa listeye dahi alınmadı. Hayal kırıklığı yaşadınız mı?

- Tabii ki hayal kırıklığı yaşadım. Oylamayı etkileyecek perde arkasında yaşanan politikaları anlamıyorum ve bilmiyorum. Ama büyük dağıtımcı şirketlerin Akademi oylamasında sahip oldukları gücü biliyorum ve bu kesinlikle hayal kırıklığı yaratıyor. Diğer taraftan ödül için film yapmıyorum. Ödüller ve övgüler inanılmaz bir lütuf. Pastanın kreması ama işimi bunun için yapmıyorum. Güzel eleştiriler, aldığım e-postalar, basının ilgisi, filmimi izleyenlerin bana ulaşmak ve iletişim kurmak için bir yol bulmak istemeleri... Filmin onları nasıl etkilediğini anlatmak istemeleri... Bu sebepler için film çekiyorum. Akademi’nin kısa listesinde yer almadığım için hayal kırıklığı yaşamıyor muyum?  Tabii ki yaşıyorum. Ama kendim için değil. Ödüller filmleri daha çok insanın görebilmesine imkân sağlıyor. Bence bu filmi ne kadar çok insan görürse, gerçek bir değişimin gerçekleşmesi için o kadar çok şans var. Ama dediğim gibi ödül için film yapmıyorum, süreci sevdiğim için film yapıyorum. Ve önemli olduğunu düşündüğüm konuları üstlenmeyi seviyorum.

Haberin Devamı

Oscar kazandığınız “Icarus” hâlâ en iyi belgeseller listesinde yer alıyor. Şimdilerde dijital platformlarda izlediğimiz birçok yapım “belgesel” adı altında sunuluyor. “Tiger King”i bile bu kategoriye koyanlar var. Belgesel film ustası olarak nasıl değerlendiriyorsunuz bu yeni dönem belgesel filmleri?

- “The Revenant”, “Roma”               ya da “Birdman” gibi olağanüstü filmlerin yanı sıra “Forgetting Sarah Marshall” gibi filmler de yapılıyor. Her ikisi için de yer olduğunu düşünüyorum ve birinin diğerinin değerini küçülttüğüne inanmıyorum. Bununla birlikte yalnızca eğlence değeri olan filmler dışında siyasi konular nedeniyle susturulan veya küresel dağıtımın dışında bırakılan filmler var. Bu konuda endişe duyuyorum.

Haberin Devamı

“The Dissident”ın dijital platformlarda yayınının engellenmesi gibi...

- Evet.

Türkiye Kaşıkçı davasında doğru tarafta yer aldı

GERÇEKLERİ SÖYLEYEN
BİR FİLM YAPMAYI AMAÇLADIM

◊ Film yapım süreciyle ilgili bir sorum var. Film yaparken güvenlikten nasıl emin oluyorsunuz? Çünkü işlediğiniz konularda çok gizli detayları ortaya çıkarıyorsunuz.
Tüm dünyanın konuştuğu konuları anlatıyorsunuz ve karşınızda çoğu zaman hükümetler oluyor...
- Bütün montajı herkes çevrimdışı bir şekildeyken yapıyoruz. Film ve içerik oluşturulurken kimse internet kullanmıyor. Yaratıcı ekibimiz ve görüntülere erişim hakkı olan ekibimiz için güvenlik protokolleri yapıyoruz. Cihazlarımın güvenliği için elimden geleni yapıyorum. Ancak akıllı telefonların icadıyla birlikte güvenliğimiz için endişe verici bir zaman diliminde yaşıyoruz...
◊ Konuları nasıl seçiyorsunuz?
- “Icarus”tan sonra “işte bu!” diyeceğim bir hikâye arıyordum. Hayatımın birkaç yılı boyunca üzerinde çalışmak isteyeceğim bir hikâye... Cemal Kaşıkçı cinayeti işlendiğinde, Washington Post gazetecisi, ülkesinde ifade özgürlüğü için savaşan bir gazeteci. Ilımlı biri, aşırılık yanlısı değil, ülkesinin daha iyi bir yer olduğunu hayal eden biri. Ülkesine o kadar tutkun ki, susturulmaktansa kendi kendini sürgüne göndermeyi seçen bir adam. Anlatmak istediğim hikâyeyi bulmuştum. Tabii ki Ömer Abdulaziz ve Hatice Cengiz’in hikayesini de anlatmak istedim ve gerçekleri söyleyen bir film yapmayı amaçladım. Bu film, umarım insanlara kendi özgürlüklerini daha fazla takdir etmeyi öğretir. Ezilen ya da bir şekilde sesini yükseltemeyenlere yardım etmek için harekete geçme konusunda ilham verir.

SUUDİ ARABİSTAN
FİLME SALDIRIYOR

◊ Suudi Arabistan’ın belgeseli hedef aldığı, IMDb ve diğer tüm mecralarda negatif eleştiriler bırakıldığı konuşuluyor?
- Evet, doğru. Suudi Arabistan kötü propaganda yapıyor. Sanırım bunu, bu filme yapmak istediklerini tahmin edebilirsin. IMDb puanımıza saldırdılar. IMDb bunun farkına vardı ve ellerinden gelenin en iyisini yaptı. Rotten Tomatoes puanlarımıza saldırdılar ve hâlâ bu saldırı devam ediyor. Ama oradaki kritik puanımız hâlâ yüzde 97. Bunu etkileyemediler. Keza sosyal medyadan, Twitter’dan saldırılar var. Bence bütün bunlar “The Dissident”ın bulgularını ve bilgilerini doğruluyor, sağlamlaştırıyor.

 

Yazarın Tüm Yazıları