O adamı oğulları anlattı

Ay’a ayak basan ilk insan Neil Armstrong’un hikayesini anlatan filmin yönetmeni 33 yaşındaki dahi yönetmen Damien Chazelle.
İlk yönetmenlik deneyimini 2009’da “Guy and Madeline on a Park Bench” ile yaptı. 2014’de hem senaryosunu yazdığı hem de yönettiği “Whiplash” ile 5 dalda Oscar’a aday gösterildi. 2016’da “LaLa Land”i yazdı ve yönetti.
14 Oscar adaylığından 6’sını kazandı ve hâlâ en genç Oscar kazanan yönetmenler listesinde tepede oturuyor.

NASA’DA BULUŞTUK
“First Man”in başrol oyuncuları Ryan Gosling ve Claire Foy ile NASA’da röportaj yaptım. NASA, 570 kilometrekare ve 13 bin çalışanı ile dev bir bilim merkezi.
Giriş çıkışlarda güvenlik önlemleri oldukça yoğun. Birden fazla kimlik ile gelmemi söylediler. Ben de pasaport, nüfus kağıdı, ehliyet ne varsa yanımda getirdim... Röportaj öncesinde NASA’da görevli mühendisler ile bir tura katıldım.
Sonra da Neil Armstrong’un oğulları Rick ve Mark Armstrong ile buluştum. Filmin gerçeğe en uygun olması için iki buçuk yıldır “First Man”in danışmanlığını yapıyorlarmış... Babaları Ay’a gittiğinde Rick 12, Mark 6 yaşındaymış.
Düşünsenize babaları Ay’a gitmeden aile toplantısı yapıyor, sabah işe gideceğini ve akşama dönmeyeceğini söylüyor. İşe gideceğim derken bahsettiği şey de “Ay’a gitmek”...
Babaları gittikten sonra evlerinin hep kalabalık olduğunu, akraba ve komşuların onları hiç yalnız bırakmadığını anlatıyor Rick. En merak ettiğim şeyi sordum... Ay’a iniş anını, nerede, kimlerle izlemişler?
“Ev doluydu” dedi Rick, salonlarında büyük bir televizyon varmış. Ay’da ilk yürüyüşü hep birlikte izlemişler. Rick o günü şöyle anlattı: “İzliyorduk... Ne yaptıklarını anlamaya çalışıyorduk. Şimdi anlamı çok daha farklı... O zaman çocuktuk işte.”
BABAM TANINMAKTAN
HOŞLANMAZDI
“Nasıl bir adamdı babanız” dedim, “sessiz bir adamdı” diye yanıtladı ikisi de. “Konuşmaktan çok dinlerdi” dediler.
Tanınmaktan hoşlanmazmış, imza isteyenlerin isteklerini kibarlıkla reddedermiş. Ay’dan döndükten sonra bir gün ayakkabı almaya gitmişler.
Satış elemanı babalarına “Neil Armstrong’a çok benzediğinizi söylemişler miydi” demiş, o da “bazen” diye cevap vermiş.
İnsanların önünde böbürlenmeyi sevmezmiş. İşi dışında başka zevklerini anlatmaktan hoşlanırmış.
En büyük zevki de planörle uçmakmış. Peki hayatlarında neler değişti?
“Babam evde aynıydı, hiçbir şey değişmedi” dedi Rick...
Ama yaşadıkları ilgi, evlerine her gün gelen binlerce mektup, medyanın kapılarının önünden ayrılmaması... “Hiçbirine hazır değildik” dedi ikisi de.
“Bir ilki gerçekleştirdikten sonra babanız ödüllendirildi mi” diye sordum...
Rick, “Kim tarafından ödüllendirildi mi” diye bana sordu. “Amerika” dedim...
“Babam devletin bir memuruydu. ‘Ne kadar aldın Ay’a gitmek için’ diye soranlara ‘bedava seyahat ve ekstra mil’ diye yanıt verirdi” dedi...
Yaşıtları normal bir şekilde babalarının işten gelmesini beklerken bu iki adam babalarının roketle Ay’dan gelmesini beklemiş. Hayatımda yaşadığım en ilginç, en özel deneyimlerden biriydi bu iki adamla konuşmak...

Bol yıldızlı
Los Angeles galası

“A Star is Born” filmini Toronto’da izlesem de Los Angeles galası için davet gelince gitmezlik yapamadım. Gala 90’lı yıllarda Oscar Ödül Törenleri’ne de ev sahipliği yapan Shrine Auditorium’daydı... Adı gibi bol yıldızlı bir gala oldu. Gösterim başlamadan filmin yönetmeni Bradley Cooper konuşma yaptı. Kısacık konuşmasında filmde yer alan figüranlara bile teşekkür etti... Gösterim biter bitmez after party’e geçtik. Güzel tepkiler hem Bradley Cooper’ı hem Lady Gaga’yı mutluluk sarhoşu etmiş gibiydi... Gecenin sonlarına doğru Lady Gaga’yı yeniden tebrik ettim. Gözlerine bakınca yaptığı işten duyduğu gurur öylesine belli oluyordu ki...
Zaten Gaga filmin tanıtım turlarında ve galalarında müthiş enerjisiyle filme olan ilgiyi bin kat daha arttırdı... Yaptığı ilgi çeken hareketler, özenle seçilmiş kıyafetler ve ortaya koyduğu tavır ile şimdiye kadar bir filmin oyuncusundan gördüğüm en iyi tanıtım turunu gerçekleştirdi diyebilirim...
New York notları
ManIac

Başrollerini Jonah Hill ile Emma Stone’un paylaştığı Netflix’in yeni dizisi “Maniac”ın prömiyerine katılmak için New York’a gittim. Jonah ve Emma akıl sağlığı ile ilgili sorunları tedavi edeceğini vaat eden bir kliniğe gönüllü olarak gidiyorlar.
Tedavi için farklı ilaçlar denendikçe onlar da bilinçaltlarındaki farklı karakterlere bürünüyorlar.
Gerçek ile fantezi arasında gidip gelen diziyi anlamam biraz zaman aldı. İlk 3-4 bölüm ‘bu ne yaa’ deyip sabırla 10 bölümü de izledim... Tavsiye eder miyim “evet”, güzel detaylarla dolu, karmakarışık, tuhaf bir dizi olmuş...