Paylaş
◊ “Chad Powers” dizisiyle sporda da başarılı olduğunuzu gördük. Kötü olduğunuz bir konu var mı?
- Birçok şeyde kötüyüm ama çok çalışkanım. Hiçbir zaman bir şeyde gerçekten iyi olduğumu düşünmedim ama iyi olmak için emek harcamaya hep istekliydim. İşte bu yüzden oyunculuk benim için iyi bir meslek. Çünkü aslında hiçbir zaman tam anlamıyla iyi değilsin, sadece seyirciyi bir süreliğine kandıracak kadar iyi oluyorsun.
◊ Dizi sadece sporla ya da kılık değiştirmekle ilgili değil, aynı zamanda ikinci şansla da ilgili. “İkinci şans” konusu sizin için ne kadar kişisel?
- Bu meslekte çoğu zaman insanlar “Tamam, şimdi sen çıkıştasın” gibi şeyler söyler ama sonra arkadaşlarının bazılarının umut verici başlangıç yaptığını ama hiçbir yere varmadığını görürsün. Bu sektörde insanları inandırmak gerçekten zor. Ben her zaman kendi fırsatlarımı yaratmaya çalıştım. Ama bu dünyanın içinde zaten ikinci şanslar ve kurtuluş fikri var, çünkü bu çok evrensel bir duygu. İnsan olarak geçmişe bakıp en iyi günlerimizin geride kaldığını düşünmek zor geliyor.
Özellikle bu proje için sporculara “Eğer 10–15 yıl sonra sizi tekrar sahaya koysak, nasıl oynardınız?” dediğimde hepsinin gözleri parlıyordu. Hepsi sahaya geri dönseler büyü yaratabileceğine inanıyor.
Kimse kusursuz bir hayat yaşamıyor. Hepimiz hatalar yaptık ve çoğumuz zamanı geri almak, yeni bir şans yakalamak ve yanlışlarımızı düzeltmek istiyoruz. Bu hikâyede hoşuma giden şey de buydu: Kahraman olgun yolu seçmek, kendine ve dünyaya “özür dilerim” demek yerine, yeni bir yüz, yeni bir kimlik icat ediyor ve ikinci şans yaratmaya çalışıyor.

KENDİMİ PATRON OLARAK GÖRMÜYORUM
◊ Senaristliğini, yapımcılığını ve başrolünü üstlendiğiniz projelerde elinize büyük bir güç oluyor. Bu güç ne kadar önemli? Nasıl bir patronsunuz?
- Ben kendimi hiçbir şekilde patron olarak görmüyorum. Kendimi daha çok herkes için “moral kaynağı” gibi görüyorum. Bir film ya da dizi yaparken ilginç bir ekosistem oluşuyor. Bu ekosistem egolara ve güvensizliklere karşı çok hassas. Bazen insanlardan en iyisini çıkarıyor, bazen de en kötüsünü. Ben sette herkesin aynı yöne baktığından, yani hepimizin gerçekten harika bir şey yaratmaya odaklandığından emin olmaya çalışırım. Bu diziyi yaparken en sevdiğim şeylerden biri de buydu; herkes sete gelip işini en iyi şekilde yapmak istiyordu ve hepsi harika insanlardı. O yüzden benim rolüm aslında bu ekosistemin iyi beslenmesini sağlamak diyebilirim.
◊ Karakteri kurgularken nelere dikkat ettiniz?
- Karakteri kurgularken “linç kültürü”nün (cancel culture) nasıl işlediğini çok analiz ettik. Çoğu zaman olan şey şu: Bir olay yaşanıyor ve bu olay tekrar tekrar gösteriliyor, ta ki seni tanımlayana kadar. En çok seni temsil eden şey o hale geliyor. Ve dünya sana sürekli bu olayı yansıttığında, o olay kimliğin haline geliyor. Dünyada yürürken insanlar sana hayatının en düşük anını ya da başarısız olduğun anı hatırlattıkça, kendini bir başarısızlık gibi hissetmeye başlıyorsun.
Russ Holliday karakteriyle ilgili eğlenceli olan şey şu: Futbol sahasında çöküş yaşadı. Dağıldı. Olmak istediği kişiyi yansıtamadı. Ve hep o kötü an hatırlatılıyor ona.
Aslında bu dizi, sadece “özür dileyebilmek” isteyen bir adamı anlatıyor. Bu herkes için zor bir şey. Özellikle de insanların birkaç saniyelik kötü görüntülerle seni tanımladığı bir çağda. Günümüzde pek fazla kurtuluş, pek fazla “rehabilitasyon” imkânı yok, özellikle telefon kameraları çağında. Sporda sık sık gördüğüm bir şey var, oyuncular başarısız olur. Ama kimse o anın ötesine geçip, o kişinin arkasındaki insanı düşünmez.
◊ Sosyal medyayla ilişkiniz nasıl? Kullanıyor musunuz, mesafeli mi duruyorsunuz? Hakkınızdaki yorumları okuyor musunuz?
- Sosyal medyayla ilişkim gerçekten ilginç. Çünkü bu, işin bir parçası. Ben her zaman şöyle düşünürüm: Bir film ya da diziye imza attığımda, onun bir geleceği, bir izleyicisi olması gerektiğine inanırım. Sadece bir şey yapıp öylece bırakmak isteyen bir oyuncu olmadım hiç. Yaptığım şeyin arkasında olmayı seviyorum.
Projenin başarısından ve başarısızlığından kendimi sorumlu hissetmeyi seviyorum. Bu işin güzel yanı, her zaman tam görünürlüğe sahip olmak. Sürprizlerle karşılaşmayı sevmiyorum.
Sosyal medya da bu işin bir parçası. Aslında bu işin satışıyla ilgili. Bu yüzden tam görünürlükten yanayım. Fakat sosyal medyanın zihnini zehirlememesi gerekiyor.

TAKLİT EDEREK ÖĞRENİYORUM
◊ Spor yapıyor musunuz? Daha çok izlemekten mi keyif alıyorsunuz, yoksa oynamaktan mı?
- Ben bir aktörüm. Yani aslında hiçbir şeyde çok iyi değilim. Taklit ederek öğreniyorum. Ama şunu söyleyebilirim ki, özellikle bu proje için insanlar bana nasıl çalıştığımı sorduğunda “Futbol oynuyorum” diyordum.
Her projeye biraz kaygıyla girmeyi sevmişimdir. “Acaba yapabilecek miyim?” diye düşündüğün o an benim için önemli. Bu projeye hazırlanırken de bolca kaygı yaşadım ama iyi yönde bir kaygıydı. Çünkü yüzümün nasıl görüneceğini, sesimin nasıl çıkacağını bile bilmiyordum. Çok çılgın, çok garip bir denemeydi ve ben bunun yüksek bir hedefi olmasını istedim. Herkesin ortaya iyi bir şey koymasını umuyordum ama gerçekten sete çıkana kadar bilemiyorduk. Adım adım ilerlemek zorundasın. Ama büyük bir futbol hayranı olarak, her hafta sonu maçları mutlaka izlerim.

İLK İKİ HAFTA GERGİN OLURUM
◊ Komedi türüne sizi çeken şey ne? Doğaçlama yaparken ne kadar rahatsınız?
- Gerçekten çok keyif aldığım bir şey bu. Bir karakterle iyice bütünleşmeye başladığınızda, işte o zaman en eğlenceli anlar ortaya çıkıyor. Benim en gergin olduğum zamanlar aslında bir projeye başlamadan önceki iki haftadır. Çünkü o dönemde “Karakteri ne destekliyor? Bazı şeyleri nasıl oynamalıyım? Tonu nasıl kurmalıyım?” gibi her şeyi sorguluyorum. İlk gün sete çıktığınızda verdiğiniz kararların artık geri dönüşü yoktur. Yani kararlarını verip sahaya çıkıyorsun ve ondan sonra artık içindesin. İşte o yüzden beni kaygı içinde göreceğiniz anlar o ilk iki hafta oluyor. Ne olduğuyla ve neye dönüşebileceğiyle ilgili endişeler duyuyorum, sonrası daha kolay.
Paylaş