Bahar Akıncı - Kelebek

İlişki durumu; sevgisiz!

24 Ekim 2017
Ben hiç kimsenin, hiç kimseyi sevmediği bir ülkede yaşıyorum.

 

¨Nerden doğdu bu şimdi?¨diye çocuklarını bile sevmeyenlerin ülkesi.

Doğum kontrolü bilmeden doğurup çocuklarını sokakta büyütenler ülkesi.

 

Ben her 3 kelimesinden 1’i küfür içeren insanların ülkesinden geliyorum, ki görüp göreceğim saygı oranı 3’ün 1’ine tekabül ediyor.

 

Kimsenin kimseye günaydın demediği, başıyla bile selam vermediği bir ülke burası. Asansörden inerken ¨iyi günler¨ dilediğinde yollu mu acaba bakışlarına maruz kaldığın bir ülke. Oysa, size de iyi günler.

 

Yazının Devamını Oku

Yemişim vizesini

17 Ekim 2017
Hayatımız geçiyor vize peşinde koşmakla. Gençliğimiz, özgürlüğümüz, nefes alma hürriyetimiz, sanata olan açlığımız, sırt çantalı gezgin olma hakkımız… Euro 4,3; Dolar 3,6 TL olmuş. En güzel yıllarımız bitti, bitiyor. Siz neden bahsediyorsunuz hala? Yemişim vizesini.

 

18 yaşını doldurduğum yaz, Sirkeci Garı’ndan kalkan bir trenle başladı dünyaya yolculuğum. Şanslıydım, şimdi gökyüzünde olan Ağır Ceza Hakimi babamın ¨bir gün lazım olur¨ diye çıkarttığı yeşil pasaportla, sigortalı bir işe girene dek; kah tren garlarında uyuyarak, kah hostellerde kalarak yolculuk ettim.

2005 yılıydı ilk Amerika vizeme başvurduğumda.

Üniversite 1. sınıftan itibaren çalıştığım için okul, güç bela yeni bitmiş, epeydir de çalışma hayatına geçtiğim için yeşil pasaport yerini çoktaaan laciverte bırakmış, bense sadece vize parası ve seyahat parası yetiştirmek için çalışır hale gelmiştim.

Sigortalı bir işte çalışıyorum ama asgari ücretle. Dolar 1,2 TL filan olması lazım. 2004 ekonomik krizinden yeni çıkmışız. Hayalim Amerika’da yaşayan kuzenlerimde kalarak yeni dünyayı görmek, bir okul, kurs filan denk getirirsem bir süre postu sermek.

2001 yılından 2005 yılına kadar bunun için para biriktirmişim, düşün. Üzerimde bir reklam ajansında metin yazarı olarak çalıştığıma dair bir cılız SSK belgesi. Başka ne tapu, ne araba ruhsatı… Bir de sağ olsun vizyonu geniş olan patronumun eğitime gidip geri geleceğime dair imzaladığı bir A4 kağıt.

4 yıl öncesinden kalma yeşil pasaportumu da koyuyorum ki evrakların arasına, vize alma şansım az biraz artsın.

Yazının Devamını Oku

Metroda kadın dövmek serbest, öpüşmek mi yasak kardeşim?

10 Ekim 2017
Sevgili Arap turist bacılarım ve pek muhterem eşleri! Acaba metroda birbirine sarılmış koklaşan bir çifte söylenmek, etrafınızdaki ağır abilere gaz vermek yerine biraz haddinizi mi bilseniz?

 

Cuma akşamı, en civcivli saat. Levent’ten metroya biniyorum.

Bir durak sonra, elele genç bir çift biniyor. Gelip tam sağ yanımdaki boşlukta duruyorlar. Kızın gözleri ışıl ışıl, oğlan mavi gömleği, takımı ve mendiliyle epey fiyakalı. Belli ki, Gayrettepe civarındaki plazalardan birinden, işten çıkmışlar.

Birbirlerine sarılıp tatlı tatlı fısıldaşıyorlar.

Sonra minik bir öpücük konduruyor oğlan kızın dudağına, kız kıkırdıyor.

Belli belirsiz gülümsüyorum. Önümde duran, işten çıktığı her halinden belli, genç bir kadınla göz göze geliyoruz. Çiftin o da farkında. Suç ortağı gibi o da bana gülümsüyor, mahcup mahçup.

¨Aşk ne güzel şey be¨ diye seviniyorum içimden.

Hele sonbaharda, sen ne güzelsin İstanbul.

Yazının Devamını Oku

Babakale erkeklerinden mektup var

22 Eylül 2017
Hatırlarsanız, bundan yaklaşık 1 ay önce yolum tesadüfen, Asya kıtasının en Batı ucu Babakale Köyü’ne düşmüştü.

Orada kadınların gayreti ile

kurulan bir Güzelleştirme Derneği’nin hikayesini yazmıştım.

¨Babakale, Asya kıtasının en Batı ucunda yaklaşık 600 nüfuslu bir köy.

Haritada Assos’un alt kısımlarına denk geliyor. Tek şerit bir dağ yolundan ulaşım sağlanıyor. Ezine’den kalkan, Ayvacık ve Gülpınar kazasından geçerek köye ulaşan bir dolmuş var. Hayatla tek bağlantısı bu. Bir dağın üzerine kurulu, aşağısı alabildiğine deniz. Öyle sonsuz, öyle nefis. 

Hayata kendi imkanları ile tutunmaya çalışan bir köy Babakale. Bir kaç temiz pansiyon ve otel, Ege’nin en iyi kalamarını yiyebileceğiniz bir kaç balıkçı. 3 -4 dükkandan oluşan çarşısında nefis bir seramikçi, dünyaca ünlü el yapımı bir bıçakçı, Artiz diye bir de bakkalı var. Lezzetli sabah kahvaltıları veren Çınaraltı kahvesini de unutmamak gerek. ¨

Demiştim.

Ama konumuz bu değildi.

Yazının Devamını Oku

O şarj kablosu ölmüş artık, bırak elinden

19 Eylül 2017
Bazen kalabalık bir kahveye düşer yolun. Ya da bir konferans salonu. Bazen bir toplu taşıma aracı, mesela Bozcaada vapuru. Bir bar bazen. Ya da çalıştığın fabrikanın kocaman yemek salonu...

Cebinde şarj aleti ile dolaşanlar bilirler. Çünkü akıllı telefonunu alalı henüz bir sene olmuştur ve evet artık günde 2 kere şarj istemektedir, çünkü senin saf sandığın akıllı Amerikalılar her bir telefonu iki bilemedin üç yıl dayanacak şekilde tasarlarlar. 

Kalabalık bir yerdesin işte, sonuç olarak. Ve seninkini şarj etmen gerek. En tatlış halinle bardaki, kasadaki, tost makinesi başındaki görevliye yaklaşıp kablonu ve telefonunu gösterip şunu dersin; ¨Şarj edebilir miyim?¨

Kafasıyla, az ilerdeki şarj hastanesinde yatmakta olan telefonları işaret eder. Bu şu demektir; ¨Ahanda eşşek kadar priz taktık oraya, 12’li. Oraya tak, çalınırsa sorumluluk kabul etmeyiz¨.

Hiç önemli değil! Petrol bulmuş Arabın, yemek bulmuş ilk insanın sevinciyle koşarsın prizlere doğru. Ve bingo! Ohhh… telefona değil sanki sana elektrik veriyorlar, çok şükür.  

Benim tüm o toplu ilk yardım alanlarında  dikkatimi çeken tek bir şey olur hep. 

Telefona özenle sarılmış kablolar.

Bir yerinden kopma noktasına gelmiş kablo temas etsin diye amuda kaldırılmış telefonlar. 

Yazının Devamını Oku

Yalınayaklar Koleji

12 Eylül 2017
Hindistan benim hayatımda gördüğüm en acayip gezegen. Şehir değil, ülke değil; gezegen. Ve bu tuhaf hikaye oradan...

Sadece okulundan kovulduysan başvurabildiğin Yalınayaklar Koleji’ne hoş geldiniz. 

Hindistan’ın Rajasthan bölgesinde bulunan sıra dışı bir üniversite, çoğu okuma yazma bilmeyen köylü kadın ve erkekleri, kendi köylerinin güneş enerjisi mühendisleri, sanatkarları, diş hekimleri ve doktorları olarak yetiştiriyor.

Bu “çılgın projeyi” hayata geçiren ise soylu bir Hint ailesinden gelen, Hindistan ve İngiltere’nin en pahalı okullarını bitiren sonra da ailesini komaya sokarak 1972 yılında Hindistan’ın en fakir köyüne yerleşme kararı alan Bunker Roy isimli bir yeni yetme.

Köye taşınır taşınmaz köyün ileri gelenleri etrafına toplanıyor. “Evladım senin burada ne işin var, bize söyleyemediğin bir sorunun mu var?” Hayır, diyor Bunker Roy ve ekliyor, “Ben buraya yoksullar için bir yüksek okul kurmaya geldim. Bu okulda sadece yoksulların günlük hayatta işine yarayacak bilgiler öğretilecek.” 

Yaşlılar Roy’a derin ve anlamlı nasihatlerde bulunuyorlar.

Bakıyorlar ki, genç adam vazgeçecek gibi değil, içlerinden birisi şu istekte bulunuyor: “O zaman, lütfen kuracağın okula diplomalı ve kalifiye birini getirme.”

Bu yüzden bugün, ¨Yalınayaklar Koleji¨ (Barefoot Collage), dünyada master ya da doktora diplomanız varsa öğretmen ya da öğrenci olarak kabul edilmeyeceğiniz tek yüksek okul. 

Yazının Devamını Oku

Galata’ya Alman gelmiş, öyle coştu deli gönül!

8 Eylül 2017
 Hayatımda ilk çektirdiğim ecnebi selfie’si 13 yaşımda. Yer Foça, mekan Anzak Koyu. Tesis mesis yok. Havlu üzeri salçalı ekmek, az biraz da zeytinyağlı, takılıyoruz.

 

 

Bagajda bir koca buzluk. İki de portatif şezlong. Derken Finli bir aile geliyor koya. Televizyon izler gibi izlemeye başlıyoruz 3-5 Türk aile. Bir de kızları var ben yaşlarda. Finli Milla bikinisiyle, ben yüzücü mayomla.

 

İngilizce’yi yeni sökmeye başlamışım. Annem diyor ki, ¨Git kızım tanış, iki kelime İngilizce konuşursun.¨ Günübirlikçi komşumuz Hatice Teyze diyor ki, ¨Kalk kız, fotoğraf da çekilirsin.¨

 

Facebook yok, instagram hiç icat olmamış, neyleyim Milla ile fotoğrafı?

 

Yazının Devamını Oku

Bayramı bayram yapan sensin, bu ülke senin eserin

2 Eylül 2017
Hiç kimsenin hiç kimseyi sevmediği bir ülkede, onları birleştiren tek bir şey kalmış: Bayram!

 

 

¨Aramızdaki uçurumun farkında mısın¨ demiş kadın, ¨farkındayım¨ demiş diğeri, ¨tut beni düşüyorum, bizi ayıracaklar¨. Örtüsünün ucundan yakalamış biri, diğeri berikinin mini eteğine yapışmış sıkı sıkı.

Kadınlar ayrılığı kabul etmezse, kimse kimseyi ayıramazmış meğer bir ülkede.

¨Aşağı mahallenin sarmanına işkence yapıyorlar¨ diye koşmuş 9 yaşındaki oğlan nefes nefese. Alevi kasabın olan gelmiş ilk önce, Hacı İsmail’in oğlu şöyle bir terslenecek olmuş. Berber Moşe’nin çırağı ¨dur¨ demiş, kedi ne olacak kedi?¨. Duvar ustası Kürt Dursun’un oğlanı görmüşler son anda, ¨yürü¨ demiş Hacı’nın oğlu, ¨Sarman’ı kurtarmaya gidiyoruz.¨

Çocuklar ayrılığı kabul etmezse kimse kimseyi ayıramazmış meğer bir ülkede.

Aniden yere yığılmış simitçi Tahsin, Taksim’in göbeğinde. Ağzından köpükler çıkarak hem de. Metro’nun köşesinde bekleyen Metalica tişörtlü, tüm kolları dövmeli Mert, ¨noluyor yahu¨ deyip kulaklıklarını fırlatıp yardıma koşmuş. Son anda yakalamış başı kaldırıma vurmadan.

¨Durun ben ezcane kalfasıyım¨ demiş takkeli Ahmet, dilini bastırmış, kafasını yukarıda tutmuş. ¨Ben stajyer doktorum, sara nöbeti geçiriyor¨ demiş şortlu Emine, açılmış herkes. Ellerini ayaklarını tutup beklemişler nöbetin geçmesini sessizce. Ambulans çağırmış bir diğeri ¨Allah şifasını versin¨ diyerek.

Yazının Devamını Oku