Paylaş
Üzüntü, mutluluk, heyecan ve kızgınlık gibi duygularımızın bir anlamda dışa vurumu ağlamak… Ağlamak, çoğunlukla güçlü bir duygu yükü ile tetikleniyor. Bu duygular; stres, üzüntü, korku, mutluluk, hatta öfke gibi çeşitli durumlar olabiliyor. “Ağlama, beynimizin duygusal merkezleriyle bağlantılı bir şekilde ortaya çıkıyor. Beyindeki limbik sistem, bizi güçlü duygulara yönlendiriyor ve bu da gözyaşlarını tetikliyor.”
Gözyaşı gerçeğini, Çağın Göz Hastanesi doktorlarından Op. Dr. Levent Tahsin Özdöker’ den öğreniyoruz:
Aslında ağlamak, ruh halimizin bir yansıması… Ve içsel bir boşalım sağlıyor. Ancak ağlamak sadece duygusal bir tepki değil, aynı zamanda vücudumuzun biyolojik bir savunma mekanizması…
Ağlamak, vücutta bir tür rahatlama sağlıyor. Stresli veya yoğun bir durumdan sonra, gözyaşları; vücudun kimyasal dengesini yeniden kurmaya yardımcı olabiliyor. Ayrıca, gözyaşları; gözleri nemlendirerek yabancı maddelerden arındırılmasına da katkıda bulunuyor. İlginç bir şekilde, gözyaşı dökerken; sadece psikolojik değil, biyolojik anlamda da kendimizi iyileştirmiş oluyoruz. Birçok araştırma, gözyaşlarının stresle ilintili toksinleri vücuttan atmak için önemli bir yol olduğunu gösteriyor.
Üç çeşit gözyaşımız var ve her biri farklı bir amaca hizmet ediyor:
İnsan vücudundaki tüm sıvılar tuz içeriyor. Bu yüzden göz yaşlarımız da tuzlu. Gözyaşında bulunan tuz, mikroorganizmaların yaşaması için kritik bir öneme sahip. Bunun dışında, gözyaşının tuzlu olmasının bir başka nedeni de; gözlerin aşırı kurumasını engellemek. Tuz, sıvıların göz yüzeyinde daha uzun süre kalmasını sağlıyor, bu da gözleri nemli tutarak koruyor. Ayrıca gözyaşının tuzlu olması, gözdeki yabancı maddelerin ve potansiyel zararlı mikropların temizlenmesine de yardımcı oluyor.
Peki, kadınların erkeklerden daha fazla ağladığı doğru mu? Evet, doğru… Kadınlar erkeklerden %60 oranında daha fazla ağlıyor. Bunun nedeni tam olarak bilinmiyor; ancak, kadınların duygusal altyapısının daha güçlü olduğu ve bu yüzden daha fazla ağladıkları bir düşünce olarak öne sürülüyor. Ayrıca, kadınların genetik yapıları ve hormon düzeylerinin de ağlama eğilimlerini etkileyebileceği de; dile getirilen farklı bir düşünce. Erkeklerin ise, gözyaşı kanallarının daha dar olması nedeniyle, gözyaşlarını daha az üretmeleri olası görülüyor. Ancak, her bireyin duygusal yanıtlarının farklı olduğunun; bu yüzden ağlamanın da bireysel farklılıklar gösterebileceğinin de unutulmaması gerekiyor.
Gözyaşı fazlalığı ya da azlığı veya yokluğu; aslında, sağlık sorunlarımızın ipucu. Soğuk algınlığı gibi durumlarda gözlerimizden fazlaca gözyaşı süzülebiliyor. Bu durumda, gözyaşları vücudun bir savunma mekanizması olarak çalışıyor ve dış etkenlerden korunmamıza yardımcı oluyor. Ancak bazı durumlarda, gözyaşı üretimi azalarak gözler kuru kalabiliyor. Çoğunlukla, gözyaşı bezleri temel gözyaşını oluşturmak için yeterli yağ üretemez ise; gözlerde kuruluk oluşuyor. Bu durum görmeyi zorlaştırabiliyor; gözlerde yanma ve batma hissi, bulanık görme gibi sorunlara yol açabiliyor. Ben şimdilerde tam da bu durumu yaşıyorum. Ancak uygun tedaviye, daha doğrusu rahatlamaya, henüz kavuşabilmiş değilim. Ama, yine de, henüz umudumu kaybetmiş değilim.
Gözlerimiz, dış etkenlere karşı en savunmasız organlarımız. Gözyaşı ise, bu savunmayı güçlendiren önemli bir unsur. Gözyaşlarının koruyucu etkileri sayesinde, gözlerimiz; toz, kir ve mikroplara karşı daha dayanıklı hale geliyor. Ayrıca, gözyaşı dökme işlemi vücutta bir tür rahatlama sağlayarak, hormon dengesizliğini gideriyor ve daha sağlıklı bir psikolojik durum yaratıyor.
Vücudumuzun doğal bir tepkisi olan ağlamak, hem psikolojik hem de fiziksel iyileşmeyi destekleyen önemli bir işlevi yerine getiriyor. Hem duygusal rahatlamaya yardımcı oluyor hem de göz sağlığımızı koruyor. Özetle, gözyaşı; bedenimizin dış dünyaya karşı savunmasını güçlendiren, ruh halimizi dengeleyen ve kimyasal dengenin sağlanmasına yardımcı olan eşsiz bir sıvı.
Unutmayalım ki; ağlamak bazen en sağlıklı tepki de olabiliyor…
Engellerimizi hissettirmeyecek engelsiz bir yaşam dileği ile…
Paylaş