Ayşe Baykal

İttifaklar, bütünleşmeler, aday adaylıkları…

2 Mayıs 2018
Siyasi partilerin ittifak ve adaylık çalışmaları tüm hızıyla devam ediyor. Bu yıl özellikle yakın siyasi çevremde dikkatimi çeken durum, aday adaylığındaki artış. Sosyal medya hesabımı her açtığımda yeni bir arkadaşın / tanıdığın aday adaylığını görüyorum. Öncelikle hepsine başarılar dilerim lâkin bu işin biraz cılkı çıktı gibi geliyor bana.

Aday adaylığını açıklayan (istisnalar hariç) çoğu kişi  aday yapılmayacağını bildiği hâlde bunu bir titri olarak kullanmak için yapıyor. Elbette herkes tercihinde özgürdür ama iş öyle bir boyuta geldi ki, hakikaten donanımlı insanlar bu tabloya bakınca geri durmak zorunda hissediyorlar kendilerini.

 

Sanırım insanların siyaset dünyasından çevreleri genişledikçe “O yapıyorsa ben haydi haydi yaparım.” düşüncesi gelişiyor. Ve kişiler, kendi yeterliliğini başkalarının yetersizliğine göre belirliyor.

 

“Çatı Adayı” tanımı geçtiğimiz yıllarda (her ne kadar dünü hatırlamak istemeseler de) MHP ve CHP’nin, Tayyip Bey’e karşı blok oluşturması sonucu siyaset dünyamıza girdi. Ve başarısız oldu. Bu seçimde de olsa başarısız olacaktı.

 

İster taban ister tavan olsun hiç kimse yıllarca savunduğu fikirlere ve mücadelesine aykırı bir ismi adayı görmek istemez. Ve eğreti duran bir aday da kazanamaz.

 

Yazının Devamını Oku

Genelkurmay Başkanlığı’nın dikkatine…

1 Mayıs 2018
Bedelli askerlik meselesinin konuşulduğu şu günlerde dikkat çekmek istediğim, söylemek istediğim hususlar var.

Her ne kadar bedelli askerlik taleplerine karşılık, Cumhurbaşkanımız “…Bedelli askerlik, şehitlerimize ve gazilerimize saygısızlık olur.” diyerek noktayı koymuş görünse de dönüp dolaşıp masasına geleceği kesin.

 

Şahsen, bedelli askerliğin şehitlere ve gazilere saygısızlık olacağını düşünmüyorum. Lâkin “Parayı veren askerlikten muaf olsun, parası olmayan askerlik yapsın.” da demiyorum. Adil bir çözüm bulunsun ve askerlik mecburi olmasın.


Neden böyle düşündüğüme gelince… Bildiğiniz üzere, engelli istihdamı alanında çalışıyorum. İşe girmek için başvuran arkadaşlarımızın kayıtlarını oluştururken engeliyle ilgili bir takım sorular soruyoruz. Bunlardan biri de engelinin doğuştan mı, sonradan mı olduğu...

 

Net sayıyı hatırlamamakla birlikte askerlik hizmetini yaparken engelli olan birçok engelli genç gördüm. En sonuncusu ise yapmış olduğumuz resim yarışmamızda dereceye giren Mehmet Günay Güvener. (Hikâyesini yakında paylaşacağım.)

 

Yazının Devamını Oku

Erbakan Ödül Töreni’ni eleştirenlere bir soru…

28 Nisan 2018
Geçtiğimiz hafta düzenlenen “Erbakan Ödülleri Töreni” ardında birçok tartışmayı bırakarak tamamlandı.

2017 yılında Erbakan’ı Anma Gecesi de benzer tartışmalarla geçmişti hatırlarsanız. Kişiler farklı ama yaşanan sorunlar aynı. Bakış açımızı değiştirmediğimiz sürece bu tarz tartışmaların son bulacağını zannetmiyorum.

 

Şahsen üzüldüğüm husus bugün yaşanan tartışma dilinin Erbakan Hoca’nın nezaketine uymadığıdır. Kendisini seven sevmeyen herkes bilir ki; Hoca, ister şahsına ister partisine yapılan hiçbir haksızlık karşısında nezaketini bozmamış ve sorumlularına karşı nezaketini yitirmemiştir. “Erbakan adına yapılan bir programa kim-niye davet edildi” tartışmasının, ardından hiç yapılmaması gereken bir isimdir, Erbakan. 

 

Seçim arifesine denk gelen ödül töreniyle ilgili çok konuşuldu, ben de naçizane bir şeyler eklemek isterim. (Biraz geç kaldım, farkındayım lâkin engelli vatandaşlarımıza yönelik düzenlediğimiz Resim Yarışması’nın koordinatörlüğünü yapıyorum. Dereceye giren ve ödül almaya hak kazanan tam 50 yarışmacımız var, dolayısıyla yoğunluğumuz biraz fazla. Anlayışınıza sığınarak konuyla ilgili düşüncelerimi ve duyumlarımı yazmak istiyorum.)

 

Öncelikle yetkili ağızlardan aldığım bilgiye göre  Erbakan Ödülleri Töreni’nin, seçim öncesine denk gelmesi tören organizasyonundan değil seçim organizasyonundan kaynaklanan bir durum. Ödül Töreni bir yıl önceden planlanmış.

 

Yazının Devamını Oku

Ülkemiz  için önemli  bir seçim

26 Nisan 2018
Her ne kadar ülke olarak siyasi seçimlere odaklanmış olsak da ülkemiz insanını ilgilendiren başka seçimlerde olmuyor değil. 

Biz de geçtiğimiz haftalarda ülkemizdeki yetenekleri keşfetmek adına sanat için önemli bir seçim yaptık.  

Bundan üç ay önce “Seni tanımamıza izin verir misin?” sorusunu sormuştuk engelli arkadaşlarımıza.

Demiştik ki: “Yaşın kaç olursa olsun, ister A4’e, ister tuvale, ister tahta parçasına imkânın neye elveriyorsa, içinden ne geçiyorsa çiz ve bize gönder.” Her ne kadar “Resim Yarışması” olarak tanımlasak da aslında tanışma ve keşfetme daveti idi çağrımız.

İlk ses veren Mersin oldu, ardından Türkiye’nin dört köşesinden 5 yaşından 45 yaşa kadar her yaştan vatandaşlarımız eserlerini gönderdiler. Tam 700 resim geldi Bağcılar Engelliler Sarayı’na. Vakit kısalığından şikâyetçi oldular ama üzülmesinler, önümüzdeki yıl tekrarını yapmaya gayret edeceğiz. 

Ülkemizin ismi kadar yüreği büyük sanatçısı Ahmet Güneştekin’in önderlik ve jürilik için tek şartı yetenekli görülen tüm eser sahiplerinin ödüllendirilmesi,  ilk üçle sınırlı kalmamasıydı.

20 sahibinin ödüllendirilmesini planlıyorduk.  Ahmet Bey gelen eserleri görünce  “Ayşe, biz bu sayıyı 50 yapalım.” dedi. “50 kişi refakatçileriyle birlikte 100 kişi olacaklar. Acaba altından kalkabilir miyiz?” derken sponsorlarımız ve jürilerimizden Fatoş Sarıgül Altınbaş’tan sıcacık bir kucaklama daveti geldi; “Biz Altınbaş Üniversitesi olarak konaklama ve ulaşım ücretlerini karşılarız.”

Demet Sabancı Çetindoğan, ödül töreni ve eserlerin sergilenme kısmını üstlendi. Bağcılar Belediyesi ve Türkiye Beyazay Derneği Genel Merkezi ödül kısmını üstlendi.

Bize de muhteşem bir karşılama yapabilmek adına organizasyon görevi düştü. Dereceye giren eser sahibi 50 adayı İstanbul’a davet ettik. 12-13 Mayıs tarihlerinde misafirimiz olacaklar, İstanbul’u gezecekler ve Ahmet Güneştekin’in atölyesini ziyaret edip, kendisiyle sohbet etme imkânı bulacaklar.

Yazının Devamını Oku

Erbakan Hoca yaşasaydı…

16 Nisan 2018
Öncelikle şunu çok açık ve net belirteyim. Saadet Partisi’nin yükselişinden rahatsız olan muhafazakâr bir kesimin varlığı benim şahsi yorumum değil bir gerçektir.

Zira ne Saadet Partisi’nin yükselişi beni rahatsız eder, ne de Ak Parti’nin zayıflamasından mutlu olurum. İttifak yapmaları durumunda mutlu olurum, lâkin yapmamaları durumunda da bir suçlu aramam. Sonuçta ikisi de bağımsız iki partidir, belirli ilkeleri vardır.

Refah Partisi, Fazilet Partisi ve Saadet Partisi dönemlerinde Kadın Kolları alanında uzun yıllar görev yapmam dolayısıyla gerek Ak Parti’den gerek Saadet Partisi’nden çok sevdiğim ve değer verdiğim arkadaşlarım vardır. Zaman zaman bir araya geliriz, bugüne kadar hiç birinden Saadet’i ihanetle suçlayan bir tavır görmedim. Ama nedense bazı yazarlar inatla Saadet Partisi’ni ihanetle suçlamaktadır. Hatta Ak Parti ile ittifak yapmamaları durumunda Temel Bey’i Erbakan Hoca’nın kemiklerini sızlatmakla dahi suçlayabilmekte, Erbakan Hoca yaşasaydı Temel Bey’e parmak sallayacağını dahi iddia edebilmektedir.

Ortada Saadet Partisi’nin yükselişinden kaynaklanan bir tehlike varsa işte bu durumdur. Ak Parti, Refah Partisi’nin içinden çıkmış bir partidir. Kaldı ki, ne dün gidenlerin ne de bugün kalanların ihanetle suçlanmasını asla ve asla kabul etmedim, etmiyorum. Böyle davrananların da siyasi parti mantığını ve dava insanlığı mantığını anlamamış insanlar olarak görüyorum.  Saadet Partisi’nin tabanından birçok insan seçimlerde Ak Parti’yi desteklemiştir. Ben de dâhilim buna. Çok açık söyleyeyim; bugüne kadar Tayyip Bey’den Saadet Partisi’ni kötüleyen tek bir söz duysaydım, oy vermezdim.

Saadet Partisi’nin yükselmesinin ve güçlü muhalefetinin Ak Parti’yi zayıflatacağına inananların zerre kadar siyasetten anlamadığını iddia ediyorum. Bu şekilde davranmakla sadece tabanı birbirine uzaklaştırırsınız. Sonra da “Dış güçler bizi bölüyor.” diye ağlarsınız.

“Erbakan Hoca yaşasaydı…” diye yorum yapanların bir zahmet oturup Erbakan Hoca’nın videolarını izlemelerini tavsiye ediyorum.

Bu arada ne hikmetse dün Erbakan Hoca’yı sol görüşte olanlar anlamıyordu bugün ise sağ görüşte olanlar anlamıyor.

Ahmet Kekeç’e naçizane bir öneri…

Sevgili Ahmet Kekeç; ben, bundan yıllar önce sizin iyi bir okuyucunuzdum. Ne zamanki sadece destek olduğunuz veya köstek olduğunuz kişilerle ilgili tekrara düştünüz, işte ben de o zaman sıkıldım ve bıraktım takip etmeyi.

Yazının Devamını Oku

Türk Gençleri  “İZM” lere kayamaz mı?

12 Nisan 2018
İstanbul Medeniyet Üniversitesi Öğretim Görevlisi Profesör Dr. İhsan Fazlıoğlu, katıldığı bir panelde; “15 Temmuz'dan bu yana benim odama 17 tane başörtülü deist bile değil tanrı tanımaz öğrenci gelip benimle bu konuları konuştular. Başörtülü öyle geleneksel de değil bildiğin başörtülü. Aileleri de örtülü aile. Ortak neden sahnede dini temsil ettiğini söyleyen insanların eylemlerinin sonucudur. Mesele bu kadar ciddidir. Bu sonuçlarla yüzleşmezsek 30 yıl sonra çok farklı şeyler konuşuyor oluruz.” sözleri ile büyük yankı uyandırdı.

Fazlıoğlu, konunun ilgilisi olarak bir sorunu, daha doğrusu bir gerçeği gündeme getirdi lâkin biz her zamanki gibi düzgünce konuşup, tartışmak yerine cepheler arası savaş konusu yaptık. Konunun öznesi olan Deizme kayan gençleri değil, iddianın kendisini konuşuyoruz.

Adeta çocuklarının sorunlarıyla yüzleşmekten korkan ve birbirini suçlayan anne-baba kavgası yapıyoruz.

Son olarak Bahçeli’nin “Türk Gençliğinin deizme kaydığını söylemek densiz bir uydurmadır. Türk gençliğinin itham edilmesi ayıp ve ahlaksız bir komplodur. Deizm ile uğraşanlar önce haram yiyenlere baksınlar.” sözleri ise sorunu sahiplenip çözüm arayışına girmek yerine inkârı seçip “Elalem ne der?” kaygısı taşıyor adeta.

Öncelikle bir profesörün (art niyet olmaksızın) yaşadığı bir gerçeği anlatmasını bir siyasi liderin “komplo” olarak tanımlaması hoş bir davranış değil.

Deizme kayan gençlerin varlığını itham olarak kabul ederek ahlaksızlık olarak değerlendirmek de şık değil.

İster siyasi, ister yazar, ister bilim insanı olsun, kendi inanç ve görüşü dışındaki gerçekleri kabul etmeyen davranışlar günümüz Türkiye’sine yakışmıyor artık. Ülkemizde yaşayan genç insanların düşünce dünyası ve bakış açısı çok daha geniş büyüklerinden. Doğruyu veya yanlışı kendilerine öğretildiği gibi direkt olarak kabul etmiyor, sorguluyorlar. Bizim, onların doğrularımızı sorgulamalarından korkmamız bir şeyleri değiştirmez. Korkunun ecele faydası yok.

Çocuklarımızı ve gençlerimizi mükemmeliyetçilik kalıbına sokmaktan vazgeçmeliyiz.  Gençler bizim geleceğimiz; onların sorunlarını yok saymak, sorunlarını gündeme getirenleri aşağılamak, toplumun geleceğini ilgilendiren meseleleri sadece bir siyasi partinin meselesi olarak görmek bize bir şey kazandırmaz. Aksine, ikiyüzlü bir yaşam sürmeye mecbur kalırlar ve özgürlüklerini başka diyarlarda ararlar.

Deizm veya ateist gençlerle ilgili açıklamaları sebebiyle İhsan Fazlıoğlu’yla söyleşi yapmak istedim lâkin talebimi kabul etmedi. Kendince haklı gerekçelerinin olduğunu düşünüyorum ve kendisine bu konuda saygı duyuyorum.

Yazının Devamını Oku

AK Partili siyasetçileri bekleyen tehlike

9 Nisan 2018
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanımız Mevlüt Uysal, göreve geldiği zamandan bugüne iki siyasi frikik verdi.

İkisi de hem şahsını hem partisini zor durumda bırakacak türden. Benim üzerinde durmak istediğim ilk açıklaması olacak, zira seçimler yaklaşırken özellikle AK Partili siyasetçilerin başını ağrıtacak söylemlerin devamı gelecek gibi görünüyor.


Ne demek istediğimi izah edeyim. Uysal’ın "Bizim şu anda birinci önceliğimiz metro. Metroda da birinci önceliğimiz en fazla oy aldığımız yerler olacak inşallah." sözleri bir kongrede söylenmişti.

Tam Uysal’ın sözleri unutulmaya yüz tutuyordu ki, Esenyurt Belediye Başkanı Ali Murat Alatepe’nin  “Esenyurt’u kaybedersek Kudüs’ü kaybederiz, İslam’ı kaybederiz, Mekke’yi kaybederiz.” sözleri gündeme damgasını vurdu. Alatepe, bu sözleri “Şehitleri Anma Programı”nda söylemişti. Elbette her iki başkanın da sözlerini tasvip etmek mümkün değil. Benim dikkat çekmek istediğim husus sözlerden ziyade söylendiği mekânlar.

Kongre, salon toplantıları, anma gibi partililerin yoğun olduğu programlarda siyasetçiler bir şehrin, bir ülkenin başkanı veya vekili olduğunu unutuyorlar. Anın coşkusuna kapılıp kendilerini ve partilerini tehlikeye sokacak söylemlerde bulunabiliyorlar.

Bununla birlikte seçim öncesi ve sonrası OY oranına göre şehirlerin sınıflandırılmasını doğru bulmadığımı da belirtmek isterim; hangi siyasi parti olursa olsun, en çok oy aldığı bölgeye özel teşekkür edilmesinin de ayrıştırıcı bir tutum olarak gördüğümü ekleyerek. Seçimi kazanan ister Başbakan ister Belediye Başkanı olsun ayrım gözetmeden kendisine oy veren ve vermeyen herkesin yöneticisidir. Bu tarz söylemler (seçim çalışmalarında aksini söyleseniz dahi)  size oy vermeyen insanların kafasındaki soru işareti bırakır ve samimiyetinizin sorgulanmasına yol açar. Kudüs ve Mekke gibi, inançlı olan tüm insanlara ait olan kutsal ve değeri bir siyasi partinin belediye seçim sonucuna bağlanmasını ise ne Yaradan ne de yaratılan kabul edebilir.

Medya lakap takma özgürlüğüne sahip mi?

Çiftlik Bank'ın sahibi 

Yazının Devamını Oku

Temel Karamollaoğlu dünden farklı ne söylüyor?

2 Nisan 2018
Uzun zamandır beklediğim Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu ile söyleşiyi nihayet gerçekleştirdim.  

İtiraf etmeliyim ki Temel Bey, Saadet Partisi Genel Başkanı olduğunda “Neden daha genç bir insanı Genel Başkan yapmadılar?” demiş ve partinin sessiz sedasız yerinde sayacağını düşünmüştüm.

Ama Temel Bey, beni ve Türkiye’yi şaşırtacak bir çıkış yaptı. Söylemleriyle partisini gündemin üst sıralarına taşıdı.

“Yıllardır sessiz sakin giden Saadet Partisi nasıl oldu da gündemde fırtınalar estiriyor? Temel Bey ne diyor da sosyal medya yıkılıyor?” diye kendisine sormak istedim.

Dün iktidara gelmesinden korkan kesimin bugün alkışladığı, muhafazakâr kesimin bir bölümünün ise yükselişinden rahatsız olduğu bir parti hâline geldi Saadet Partisi. Bunun nedenini merak ettim.

Erbakan Hoca’nın kurduğu partide neden Fatih Erbakan yok; öğrenmek istedim.

Ak Parti ile ittifak konusunda kapıyı açık bırakmasının sebebi ilkeler mi, pazarlık mı; bilelim istedim. Velhasıl ben sordum Temel Bey cevapladı, biraz uzun bir söyleşi oldu ama ancak bu kadar özetleyebildim.

Temel Bey, sosyal medyayı takip ediyor musunuz bilmiyorum ama fırtınalar estiriyorsunuz.  Dünden farklı ne söylüyorsunuz?

Aslında biz hep aynı şeyi söylüyoruz, sadece insanlar bizi dinlemeye yeni başladı. Sosyal medyayı sürekli takip edemiyorum, arada bakıyorum. Beni en çok memnun eden bir tweet oldu geçenlerde onu paylaşayım.  Bir vatandaşımız yazmış “Yahu ben İslam’ı neredeyse tümüyle reddeder hâle gelmiştim, şimdi siz geldiniz ben tekrar lise çağlarında öğrendiğim İslam’a dönme kararı aldım.” Bir insana bunu söyletebilmek bizim için çok değerli.

Yazının Devamını Oku