Mucize ben, buyurun...

Beni bilen bilir, kendimi yazmaktan hiç çekinmem. Ne yaşıyorsam yazarım.

Haberin Devamı

Sevincimi de üzüntümü de paylaşırım sizlerle.
Siz okuyup bana cevap yazınca rahatlıyorum nedense.
Yazacağım konu aslında trajikomik.
O kadar çok yaşanmışlığım var ki, belki size de derman olur, sapla samanı ayırmanıza yardım eder, ona buna boşa üzülmenizi engeller diye yazmak istedim.
Hayatın yaşamaya değer olduğunu, anda yaşamak gerektiğini, “ne istiyorsan onu yap, erteleme” dememi anlatır size.
Geçen gün annemi telefonda yakaladım, bir arkadaşıyla konuşurken.
“Aaaa canım geçmiş olsun ama inan geçecek, Ayşe de geçirdi...”
Kafamı uzattım kapıdan “Yine Ayşe mi?” dedim, “Yine beni mi konuşuyorsun olay ne?”
“Bir arkadaşım... Eşinin gözü kaymış... Ayşe’de yaşadık bunu dedim” yine yanıt verdi.
Sonra beni öptü, “Sen bir mucizesin Ayşe!” dedi.
Birkaç seferdir bana söylüyor bunu annem...
Anladım tabii niye öyle söylediğini, ben Azrail’le az cebelleşmedim.
7 yaşımdan beri hastanelerle ıcık cıcık oldum.
Hani tek bir hastalığım olsa, onun peşinden gitsem neyse...
Umulmadık anlarda değişik hastalıklar geldi buldu beni.
Doğru ya, gözüm de kaydı benim! Hem de iki sefer.
Beynim sağlamdı halbuki, Miller Fisher sendromu geçirmişim, o da beni buldu ne hikmetse.
İnsan yaşadığı kötü şeyleri, kötü anıları unutmak istediğinden ben de unutuyorum bazen yaşadıklarımı.
Mesela kardeşim Ayça bu ara bağırsaklarına takmış, “Ay bende bir şey mi var acaba, kolonoskopi mi yaptırsam?” diyor, tuvalete az çıktığından.
O an aklıma geliyor benim de, vay Ayşe diyorum kendime, senin doğum sonrası bağırsakların da düğümlenmişti!
Ölüyordun, son dakikada kurtuldun.
Ama unutmuşum gitmiş işte, ağrım da sancım da...
Hastalık konusunda leb demeden leblebiyi anlar oldum resmen.
Geçen gün biri kara dedi, karaciğerden bahsediyorlarmış anladım hemen.
Bana anlatın bakayım, ben şunu şunu bile geçirdim dedim, sustular, bir daha da konuşmadılar.
Sadece bir ses duydum “Eh pes yani!” diye.
Pilli bebeğim aynı zamanda, yani kendimi o şekilde görmek istiyorum.
Halbuki bir kasabın kurbanı oldum, pil takıldı kalpciğime.
O da beni sevmedi, değişti durdu.
Hatta bir sene önce Kamil Bey “Eh artık şarjı bitmiş, yenilemek lazım” dedi. Sabahın köründe televizyon programı yapıyordum, canlı yayından çıktım, şarjlandım.
Ertesi gün yine yayındaydım.
Daha saysam bitmez sağlıkla ilgili yaşadığım talihsizlikler.
En son numaram kahpe bir pıhtı sonucu felç geçirmemdi. Onu da yendim, yaşadım, ayakta kaldım!
Şimdi sorarım size, ben mucize değilim de neyim?
Bazen konuşurken insanlarla, çok küçük şeyleri dert ettiklerini görüyorum.
Hayatında sağlık nedeniyle tek bir ameliyat geçirmemiş olan, memelerini büyüteceği ameliyattan korktuğunu söylüyor, “Ay bir an evvel olayım da bitsin, ay ben daha diş bile çektirmedim ya” diyor...
Açmıyor muhabbetleri beni, hemencecik uzaklaşıyorum onlardan.
Sonra düşünüyorum... Benim başıma gelenler acaba kaç kişinin başına gelmiştir diye.
Her seferinde ölümün kıyısından dönüyorum. Niye bunları yaşıyorum, yaşatıyorum sevdiklerime?
Ben niye yaşadım bunca şeyi?
Düşünüyorum taşınıyorum, sonra diyorum ki: “Ben bir mucizeyim!”
Annemin dediği gibi...
Her yaşanmışlıktan, her hastalıktan bir şeyler öğrendim.
Güçlendim ama bir tarafım da korkak hâlâ...
Korkunun ecele faydası yok...
Tam bu yazıyı yazarken, çocukluk arkadaşımın lösemi olduğu haberi geldi.
İyileşir inşallah...
İnsan en büyük derdin kendisinde olduğunu sandığı anda, etrafına bakmalı!
Senin yaşadıklarının bin katını yaşayanların olduğunu görmeli!
Hayat kısa...
Sayılı nefesimizin ne kadar olduğunu bilen yok...
Hastalıkmış, dertmiş, tasaymış; çok da büyütmeye, küçücük şeyleri kafaya takıp hastalık sahibi olmaya
gerek yok...

Yazarın Tüm Yazıları