2008’den 2020’ye mektup…

Bu yazıyı gazetede kafe de yazıyorum. Gazetenin kafesinde tüm kalbiyle hizmet eden 2 tane harika Başak burcu olan gencecik delikanlılar var. Beni görünce gözlerinin içi parlar ve hemen koşa koşa gelirler.

Haberin Devamı

 

“Aygül abla sana ne ikram edelim diye sorarlar. Hafif bir parasını ödeme konusunda sorun yaşarız. Ben ısmarlayacağım der olmaz derim. O ısrarla almam abla der. Ufak bir krizle kapıda bir mücadele veririz. Bak almazsan bende gelmem derim .

O da başka kafe yok gel abla der. Güleriz…

Neyse öyle ya da böyle, debeleniriz.

Beni ikna etmek için şöyle bir şey dedi.

Hafif başak burcu kızgınlığı ile bana dönerek,

“Ne yani, sana kahve ısmarlama fırsatını bana çok mu görüyorsun, abla?” dedi.

Bak işte gördünüz mü?

Bu Başakların ikna edemeyecekleri kimse yoktur.

Benim gibi dik bir Koç’u kalbinden vurdu.

Bu koçluğun içindeki Ay Terazi her koşulda her şeyi yumuşatıyor olsa da…

Peki dedim…

Geçtim masaya ve laptopa mı açarken sohbete koyulduk.

Haberin Devamı

Gün içinde bu başak bey o kadar dinlenilmiyor ki onu dinleyen birini görünce her şeyi anlatmak istedi. Bu aslında hepimiz için geçerli. Dinleyenimiz yok! Çünkü kimsenin tahammülü yok.

Bir sürü soru sordu. Zihni öyle doluydu ki, nerden başlasa bilmiyordu. Bir yandan müşterileri kolaçan ediyor, patronuna bakıyor ama iki arada da ne öğrenirim diye sohbet etmeye çalışıyordu.

Bana şöyle bir soru sordu?

Aygül abla her günüm diğer günümden daha kötü gidiyor sanki?

Bu mutsuzluğun bir sonu gelecek mi?

Ya da neyi kaybediyorum içimde yavaş yavaş?

Umut var gibi ama bir yandan da yok gibi…

Ne yapsam bir şey düzelmeyecek gibi…diye konuya devam etti.

Sonra diğer Başak beyde geldi.

Niye böyle gidiyor Aygül abla dedi?

Birine sordum: Senin mesleğin ne? Ne okudun? Hayalin ne?

Ben işletme okudum. Hayalim kafe açmaktı ama olmadı. Bu şartlarda nasıl açayım.

Peki diğerine döndüm sen ne istiyorsun. Sosyal hizmetler okuyorum. İnsanlar beni yoruyor ama insanlarla gönüllü ilgilenme fikri bana iyi gelecek diye düşünüyorum dedi.

Bu çocuklar daha 1997-1998 kuşaklar…

Hayal yok.

Umut yok.

Hayallerinin uğrunda savaşmak yok.

İkisi de mutsuz mutsuz kahve hazırlıyorlar. Zoraki sabah kalkıyorlar ve işlerine geliyorlar. Buda yetmez gibi eminim ki yöneticileri tarafından eleştiriliyorlardır. Yani aslında ön teker nereye gidiyorsa arka tekerde oraya gidiyordur. Ait oldukları yerde değiller ve bu aslında hepimize yansıyor. Ama baktığınızda duruma çocukların başka şansları da yok gibi duruyor.

Haberin Devamı

Aslında hepimiz bu hikâyenin kahramanlarından biri değil miyiz?

Her şey sonuçta böyle olsa da sanım hayat cesaretlilere daha fazla umut veriyor.

Frankfurt’a Goethe’nin evini gezdiğimde bir yazı dikkatimi çekmişti.

Neden duvara asılıydı?

Malum bizim işimiz inceleme olduğu için hemen bunun tercümesini rica ettim.

Şöyle bir ifade vardı: “Korku ve umut içimizde birlikte dolaşırlar. Bunlardan biri kazanır. Eğer herhangi biri kazanmazsa birbirlerini yok edip kaybolurlar.”

Çok derin değil mi?

Yoksa, ben mi kayboldum…

Farkındayım, Başlığı 2008’den 2020’ye diye attım ama içerisinde hiç bundan bahsetmedim gibi sanki dimi…

Aslında içinde incelikler var…

Derinleşin…

Bu başlığı kaydedin…

Haberin Devamı

Bu bir seri halinde devam edecek.

Sizlerde bana yazın 2008’den 2020’ye kadar başlığı altında hikayelerinizi istiyorum.

Köşeye taşıyacağım. İsim vermeden sadece hisleriniz ve öğretilerinizle.

Sanırım içimizdeki korku ve umut savaşıyor.

Biz hangisinin kazanmasına yardımcı olmamız gerektiğini bilmiyoruz.

Çarşamba, Perşembe oluyor….

Perşembe, Cuma oluyor…

2008,2020 oluyor…

Gün geliyor,

Korkular umut olurken,

Umutlar korku oluyor…

Dememiz o ki;

İnsan sevdiği işi yapınca sevdiği kişiye bir şey hazırlayınca muhteşem şeyler yaratıyor.

Mesela bu yazıyı yazarken bana hazırladıkları kahve öyle leziz ki…

Teşekkürler Başak beyler J

Her ne kadar bu yazıdan çook sonra haberiniz olacak olsa da…

Mutlu günler dilerim…

Yazarın Tüm Yazıları