Haberde kadına şiddetle mücadelede elektronik kelepçe takılan kişilerin izlendiği merkez anlatılıyordu.
*
Haberin ayrıntılarını okuyunca...
Bu merkeze güvenim arttı. Umutlandım.
Daha önce yaptığı çeşitli densizlikler ve izansızlıklar yüzünden “olay adam” haline gelmiş, hatta GATA’daki görevine son verilmişti.
*
Fakat adam rahat durmuyor abi!
Densizliğe, izansızlığa, abuk sabukluğa devam ediyor.
*
Ne dediğini yazmaya bile tenezzül etmiyorum.
Geçen akşam Tarafsız Bölge’de işte bu soruyu sordum uluslararası hukuk alanında uzman bir isim olan Prof. Dr. Selami Kuran’a.
Selami Hoca...
Canlı yayında... Kalktı ayağa... Eline bir çubuk aldı... Ve başladı harita üzerinden anlatmaya.
“Yeni başlayanlar için 10 dakikalık bir Montrö dersi” gibi bir şeydi yaptığı.
Net, sarih, anlaşılır ve basit bir şekilde anlattı mevzuyu.
*
Sonucu açıklıyorum:
Ama yüzyılların izini taşıyan türküleri severim. Çağlar ötesinden gelip bizi tam kalbimizden yakalayanları... İlk söyleyeni belirsiz anonimleri... Sözleri gayet basit ama bir o kadar da derinlikli olanları...
İşte bu yüzden “Ben bir türkü sözü yazdım, üstelik de besteledim” diye ortaya çıkanlara karşı hep mesafeli olmuşumdur. Çünkü bu tür iddialardan genellikle yapay sonuçlar çıkar.
*
İbrahim Kalın’ın sözü ve müziği kendisine ait olan ‘Hiç Oldum’ adlı bir türküyü seslendirdiğini duyunca...
“Eyvah” dedim.
Ve bin türlü önyargıyla açıp dinledim türküyü.
*
İddiaya göre:
Orhan Pamuk, romanında Atatürk’le alay ediyor!
*
İnceleme ve araştırmalarımın sonuçlarını aktarıyorum:
*
“Veba Geceleri” romanında bir “Kolağası Kâmil” var.
Program sunucusu, Kemal Kılıçdaroğlu’nun...
“İstanbul’u kazanacağız, Ankara’yı kazanacağız” türü sözlerini fazla iddialı bulmuş ve kahkahalar atmıştı.
*
Ne olmuştu o günlerde?
Başta Tuncay olmak üzere...
CHP’nin tüm ekâbir takımı...
Öfkeyle, kinle, hınçla...
İşte bu ahval ve şerait altında Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’yı aradım.
İlk sorum şu oldu:
“Bu gidiş nereye Sayın Bakan?”
Bakan Koca’nın ilk sözleri şu oldu:
*
“Vaka sayılarında ciddi artış var. Bunda mutasyon tabii ki etkili ama sadece mutasyonla açıklayamayız. Önlemleri gevşettik maalesef.”
*
Herkesin hakkına hukukuna saygı göstermek için çabalıyoruz. Sorumluluğu bulunmayan kişileri sorumluymuş gibi göstermekten kaçınmaya çalışıyoruz. Yargı kararı ortaya çıkmadan yargısal hükümlerde bulunmaktan uzak duruyoruz.
*
Titizleniyoruz bu konularda. Gayret ediyoruz.
*
Ama yayıncılıkta bazen yol kazaları da oluyor, olabiliyor.
*
Geçen gün sadece ve sadece Hürriyet’in internet sitesinde bir haber çıktı. Çok kısa bir süre yayında kaldı bu haber.
Bildirici amirallerin yakınlarını da konu eden bir haberdi bu.
- CEVAP: Bizim kısa tarihimiz, “Yüce Türk Milletine” diye başlayan darbe bildirileriyle dopdoludur. Bu yüzden “Yüce Türk Milletine” diye başlayan bir bildiri gördük mü işkilleniyoruz. Hele bildirinin altında “Amiral” imzası görünce daha da işkilleniyoruz. Hele bildiri, gece yarısı gelince... Büsbütün işkilleniyoruz. Şimdi ben soruyorum: İşkillenmeyelim de ne yapalım?
*
- SORU: Bildiri yayınlamak suç mu?
- CEVAP: Elbette suç değil. Geçen hafta emekli büyükelçiler, benzer içerikte bir bildiri yayınladılar. Kim çıkıp “Bunlar darbeci” dedi? Bu arada eski milletvekilleri de yine benzer içerikte bir bildiri yayınladılar. “Darbe” diyen çıktı mı? Demek ki burada başka bir şey var.
*
- SORU: Burada ne var? Emekli amiral, görüş açıklayamaz mı?
- CEVAP: Tabii ki açıklar. Açıklıyorlar da zaten. Televizyonlara çıkıyorlar. Kişisel yaklaşımlarını ortaya koyuyorlar. Sosyal medyada yazıp çiziyorlar. Kimse de onlara bir şey demiyor. Ama siz “Aramıza hiçbir alt rütbeli girmesin, biz amiraller olarak şöyle bir posta koyalım” derseniz, tehditkâr ifadelerle dolu bir bildiriyi gece yarısı gündeme düşürürseniz... Her demokratik ülkede “Ne oluyor yahu” diye sorulur. En azından “Bunlar, bir iklim mi yaratmak istiyor? Bu işin arkasında ne var?” denir.
*
“Yüce Türk milletine!” diye başlayan hiçbir bildiriden hoşlanmıyorum.
Çünkü bu seslenişin tınısında...
27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat ve de 15 Temmuz var!
*
Kaldı ki...
Radyo zamanlarının üslubudur bu.
Siyah beyaz televizyonlarda kalmıştır.
*
Akşam saat 19.00 itibarıyla tüm kafe ve lokantalar kapanıyor.
*
Ramazan itibarıyla ise uygulama şöyle olacak:
*
Bütün kafe ve lokantalar kapalı.
*
Bu karar, yeniden gözden geçirilirse...
Hop, başlıyor kalbim Sinovac diye atmaya.
*
“Yeni teknolojileri denemek lazım arkadaş” diyorlar.
Hop, bu sefer kalbim BioNtech diye atmaya başlıyor.
*
Bilmem kaç bin yıllık Çin kültüründen söz ediyorlar.
Hemen Sinovac’a ısınıyorum.
Avrupa birincisiyiz.
Dünyada dördüncüyüz.
40 binleri geçmiş durumdayız.
Varyantlar kaplamış her bir yanımızı.
En çok da İngiliz varyantı.
*
Durduramıyoruz.
“Eğer muhalefetteki milliyetçi odaklar, demokrasi ittifakına ısrarla engel olmaya devam edeceklerse... Bu durumda HDP öncülüğünde üçüncü bir ittifak, demokrasi ittifakı ilan edilebilir.”
*
Ne demek bu?
Hadi biraz anlamaya çalışalım.
“Muhalefetteki milliyetçi odaklar” derken kastettiği İYİ Parti mi acaba? “Bu iş İYİ Parti’yle gitmez” mi demek istiyor Demirtaş?
*
Önerdiği yol şu: HDP öncülüğünde üçüncü bir ittifak. Ne yani? Millet ittifakı ve cumhur ittifakının dışında bir de
Ben her zaman ve her durumda...
“Suçun şahsiliği” prensibinden zerre kadar ödün vermedim.
*
Ensar olayında böyle davrandım.
Milyonlarca dayak yemeyi göze alarak...
*
CHP’de ortaya çıkan taciz ve tecavüz olaylarında...
Yine aynı prensibe göre hareket ettim.
Uyuşturucu temin ettiği için Emniyet güçleri tarafından yeniden gözaltına alındı. Yani bu kez uyuşturucuyu temin etmekle suçlanıyor.
*
Tabii ki suç şahsidir, partiye mal edilemez ama bu elemanın bir de şu durumu var:
*
Lüks ve şatafat içinde yaşadığı fotoğraflara yansıyor.
*
Kokaindi, pudraydı, şekerdi falan... Gülündü eğlenildi...
Yalancısın ve müfterisin Aykut Erdoğdu
CHP’li Aykut Erdoğdu, sosyal medyada şunu yazdı:
“Erdoğan dün akşam bütün gazetelerin yöneticilerini, özellikle Aydın Doğan’ı çağırıp Adalet Yürüyüşü’nü vermemelerini emretti.”
*
Aydın Doğan’a sordum.
Dedim ki:
“Doğru mu bu?”
*
Aydın Doğan’ın söyledikleri şunlar:
- Tabii ki doğru değil.
- Tabii ki yalan ve iftira...
- Hem bana iftira hem Cumhurbaşkanı’na iftira...
- Üstelik “emretti” gibi yakışıksız ifadelerle yalan söylüyor, iftira atıyor.
- Bütün medya oradaydı... Medya sahipleri ve yöneticileri... İstisnasız hepsi oradaydı. Fakat hepsini bırakmış, sadece benimle uğraşıyor. Anlamak mümkün değil.
*
Aykut Erdoğdu kim?
CHP’de Genel Başkan Yardımcısı...
Sorumluluğu büyük yani...
*
Fakat bu büyük sorumluluğuna karşın büyük bir sorumsuzluk içinde...
İşte görüyorsunuz:
- Alenen yalan söyleyebiliyor.
- Alenen iftira atabiliyor.
Tarafsız habercilik yapmaya çalışan bir medya grubunu yalanıyla, iftirasıyla töhmet altına almaktan hiç çekinmiyor.
Hem Cumhurbaşkanı’nı hem de Aydın Doğan’ı yalanıyla, iftirasıyla zan altında bırakabiliyor.
*
Buradan Aykut Erdoğdu’ya sesleniyorum:
- Tabii ki muhalefet yapacaksın ama yalan söylemeyeceksin.
- Tabii ki eleştireceksin ama iftira atmayacaksın.
- Tabii ki gürleyeceksin ama töhmet altında bırakmayacaksın.
- Tabii ki hakkını arayacaksın ama her şeyden önce dürüst olacaksın.
Başka türlü olmaz.
Katiyen olmaz.
HAYIRCILAR KEMAL BEY’İN YÜRÜYÜŞÜNÜ DESTEKLİYOR
ÇEVREMDEKİLERE iki soru sordum:
- BİR: Kemal Bey’in yürüyüşüne ne diyorsun?
- İKİ: Referandumda hangi oyu verdin?
*
Sonuç şudur:
- Referandumda evet diyenler... Kemal Bey’in yürüyüşüne karşı çıkıyor.
- Referandumda hayır verenler... Kemal Bey’in yürüyüşünü destekliyor.
*
Yani Kemal Bey’in yürüyüşü...
“Hayır” cephesini bir kez daha toparlayıp bir araya getirmiş gibi...
*
- “Hayırcılar bir daha herhangi bir konuda aynı noktada buluşamaz” deniyordu ya...
- “Yüzde 48.6’lık bir blok yok, hayal görmeyin, saçmalamayın” deniyordu ya...
Bu tablo, işte bunları diyenlerin yanıldıklarını inceden kanıtlıyor gibi.
NEDEN HİÇBİR İKTİDAR YETKİLİSİ ŞUNLARI DEMİYOR
- NEDEN adalet istiyorsunuz?
Memlekette adalet sorunu mu var?
*
- Yargımız muhteşem... Hukukumuz müthiş...
*
- Burası adaletin zirve yaptığı bir ülkedir.
- Bizde adalet eksiği yok adalet fazlası var.
*
Bunları demek yerine... “Adalet yollarda aranmaz” demekle yetiniyorlar. Yani onlar da farkındalar adaletin aranacak duruma düştüğünün...
YAĞMUR YAĞDIKÇA MIRILDANDIKLARIM
- İYİ ki mont koleksiyonumu sağlam tutmuşum.
*
- Londra’ya gitmeye gerek kalmadı, param cebimde kaldı.
*
- Dur, dur... Hazır yağmur yağıyorken birkaç şiir yazayım bari.
*
- “Yağmurda iyi giden filmler” listesi var mıdır acaba sağda solda...
*
- Kemal Bey’in aklına “Beraber ıslandık yağan yağmurda” şarkısı geliyor mudur acaba?
*
- Gördünüz mü başınıza geleni sivrisinekler! Hahaha!
*
- Melih’e soracağım, “Bu bitmeyen yağmurlar da mı FETÖ’nün işi” diye...
MAHKEME KARARINA SAYGI DUYMAK ZORUNDAYMIŞIZ
- REFAH Partisi’nin kapatılma kararı, bir mahkeme kararıydı. Ama zerre kadar saygı duymadılar haklı olarak.
*
- Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin türban kararı, bir mahkeme kararıydı. Ama hiç saygı duymadılar haklı olarak.
*
- Mahkemelerin verdiği sayısız türban yasağı kararları, mahkeme kararlarıydı. Ama hem saygı duymadılar hem de sokağa çıktılar haklı olarak.
*
Şimdi bakıyorum da...
Bütün bunları yapanlar...
“Mahkeme kararına saygı duymak zorundasınız” falan diyorlar, diyebiliyorlar.
Allah’ım! Allah’ım! Neydi günahım!
SON 24 SAATTE YAŞANANLAR