“128 milyar dolar nerede” diye...
*
128 milyar doların hortumlandığı algısı yaratılıyordu.
Ve bu algı, zihinlere kazınıyordu.
*
İşgüzar kamu görevlileri, asılan pankartları polis ve zabıta marifetiyle anında engelleyerek...
- Norveç çok medeni ülke şekerim... Başbakan’a ceza kesiliyor.
*
- Danimarka acayip modern bir ülke şekerim... Başbakanı cam siliyor.
*
- İsviçre çok uygar şekerim. Cumhurbaşkanı bisikletle işe gidiyor.
*
Hep özeniriz, hep gıpta ederiz bu ülkelere.
Geçen akşam Tarafsız Bölge’de işte bu soruyu sordum uluslararası hukuk alanında uzman bir isim olan Prof. Dr. Selami Kuran’a.
Selami Hoca...
Canlı yayında... Kalktı ayağa... Eline bir çubuk aldı... Ve başladı harita üzerinden anlatmaya.
“Yeni başlayanlar için 10 dakikalık bir Montrö dersi” gibi bir şeydi yaptığı.
Net, sarih, anlaşılır ve basit bir şekilde anlattı mevzuyu.
*
Sonucu açıklıyorum:
Ama yüzyılların izini taşıyan türküleri severim. Çağlar ötesinden gelip bizi tam kalbimizden yakalayanları... İlk söyleyeni belirsiz anonimleri... Sözleri gayet basit ama bir o kadar da derinlikli olanları...
İşte bu yüzden “Ben bir türkü sözü yazdım, üstelik de besteledim” diye ortaya çıkanlara karşı hep mesafeli olmuşumdur. Çünkü bu tür iddialardan genellikle yapay sonuçlar çıkar.
*
İbrahim Kalın’ın sözü ve müziği kendisine ait olan ‘Hiç Oldum’ adlı bir türküyü seslendirdiğini duyunca...
“Eyvah” dedim.
Ve bin türlü önyargıyla açıp dinledim türküyü.
*
Küfürler, kıyametler, vurmalar, kırmalar, saldırganlıklar, silahlar falan...
*
Ralli bu ya ralli!
Rallideki hangi anlaşmazlık, böylesine kontrolsüz bir öfkeye yol açabilir ki?
Rallideki hangi ihtilaf, böylesine bir sokak çocuğu kavgasını tetikleyebilir ki?
İddiaya göre:
Orhan Pamuk, romanında Atatürk’le alay ediyor!
*
İnceleme ve araştırmalarımın sonuçlarını aktarıyorum:
*
“Veba Geceleri” romanında bir “Kolağası Kâmil” var.
Program sunucusu, Kemal Kılıçdaroğlu’nun...
“İstanbul’u kazanacağız, Ankara’yı kazanacağız” türü sözlerini fazla iddialı bulmuş ve kahkahalar atmıştı.
*
Ne olmuştu o günlerde?
Başta Tuncay olmak üzere...
CHP’nin tüm ekâbir takımı...
Öfkeyle, kinle, hınçla...
İki gündür...
Kumpas lafları dolaşıma sokulmaya başlandı.
*
Söylenenlere göre...
- Aslında bildiri, gece yarısı yayınlanmayacakmış.
- Bazı eller devreye girmiş, bildiri gece yarısı yayınlanmış.
- Bazı amiraller, bildirinin son halini görememişler.
- Bildiri, amirallerden kaçırılarak yayınlanmış.
İşte bu ahval ve şerait altında Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’yı aradım.
İlk sorum şu oldu:
“Bu gidiş nereye Sayın Bakan?”
Bakan Koca’nın ilk sözleri şu oldu:
*
“Vaka sayılarında ciddi artış var. Bunda mutasyon tabii ki etkili ama sadece mutasyonla açıklayamayız. Önlemleri gevşettik maalesef.”
*
Herkesin hakkına hukukuna saygı göstermek için çabalıyoruz. Sorumluluğu bulunmayan kişileri sorumluymuş gibi göstermekten kaçınmaya çalışıyoruz. Yargı kararı ortaya çıkmadan yargısal hükümlerde bulunmaktan uzak duruyoruz.
*
Titizleniyoruz bu konularda. Gayret ediyoruz.
*
Ama yayıncılıkta bazen yol kazaları da oluyor, olabiliyor.
*
Geçen gün sadece ve sadece Hürriyet’in internet sitesinde bir haber çıktı. Çok kısa bir süre yayında kaldı bu haber.
Bildirici amirallerin yakınlarını da konu eden bir haberdi bu.
- CEVAP: Bizim kısa tarihimiz, “Yüce Türk Milletine” diye başlayan darbe bildirileriyle dopdoludur. Bu yüzden “Yüce Türk Milletine” diye başlayan bir bildiri gördük mü işkilleniyoruz. Hele bildirinin altında “Amiral” imzası görünce daha da işkilleniyoruz. Hele bildiri, gece yarısı gelince... Büsbütün işkilleniyoruz. Şimdi ben soruyorum: İşkillenmeyelim de ne yapalım?
*
- SORU: Bildiri yayınlamak suç mu?
- CEVAP: Elbette suç değil. Geçen hafta emekli büyükelçiler, benzer içerikte bir bildiri yayınladılar. Kim çıkıp “Bunlar darbeci” dedi? Bu arada eski milletvekilleri de yine benzer içerikte bir bildiri yayınladılar. “Darbe” diyen çıktı mı? Demek ki burada başka bir şey var.
*
- SORU: Burada ne var? Emekli amiral, görüş açıklayamaz mı?
- CEVAP: Tabii ki açıklar. Açıklıyorlar da zaten. Televizyonlara çıkıyorlar. Kişisel yaklaşımlarını ortaya koyuyorlar. Sosyal medyada yazıp çiziyorlar. Kimse de onlara bir şey demiyor. Ama siz “Aramıza hiçbir alt rütbeli girmesin, biz amiraller olarak şöyle bir posta koyalım” derseniz, tehditkâr ifadelerle dolu bir bildiriyi gece yarısı gündeme düşürürseniz... Her demokratik ülkede “Ne oluyor yahu” diye sorulur. En azından “Bunlar, bir iklim mi yaratmak istiyor? Bu işin arkasında ne var?” denir.
*
“Yüce Türk milletine!” diye başlayan hiçbir bildiriden hoşlanmıyorum.
Çünkü bu seslenişin tınısında...
27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat ve de 15 Temmuz var!
*
Kaldı ki...
Radyo zamanlarının üslubudur bu.
Siyah beyaz televizyonlarda kalmıştır.
*
Akşam saat 19.00 itibarıyla tüm kafe ve lokantalar kapanıyor.
*
Ramazan itibarıyla ise uygulama şöyle olacak:
*
Bütün kafe ve lokantalar kapalı.
*
Bu karar, yeniden gözden geçirilirse...
Hop, başlıyor kalbim Sinovac diye atmaya.
*
“Yeni teknolojileri denemek lazım arkadaş” diyorlar.
Hop, bu sefer kalbim BioNtech diye atmaya başlıyor.
*
Bilmem kaç bin yıllık Çin kültüründen söz ediyorlar.
Hemen Sinovac’a ısınıyorum.
Avrupa birincisiyiz.
Dünyada dördüncüyüz.
40 binleri geçmiş durumdayız.
Varyantlar kaplamış her bir yanımızı.
En çok da İngiliz varyantı.
*
Durduramıyoruz.
“Eğer muhalefetteki milliyetçi odaklar, demokrasi ittifakına ısrarla engel olmaya devam edeceklerse... Bu durumda HDP öncülüğünde üçüncü bir ittifak, demokrasi ittifakı ilan edilebilir.”
*
Ne demek bu?
Hadi biraz anlamaya çalışalım.
“Muhalefetteki milliyetçi odaklar” derken kastettiği İYİ Parti mi acaba? “Bu iş İYİ Parti’yle gitmez” mi demek istiyor Demirtaş?
*
Önerdiği yol şu: HDP öncülüğünde üçüncü bir ittifak. Ne yani? Millet ittifakı ve cumhur ittifakının dışında bir de
Ben her zaman ve her durumda...
“Suçun şahsiliği” prensibinden zerre kadar ödün vermedim.
*
Ensar olayında böyle davrandım.
Milyonlarca dayak yemeyi göze alarak...
*
CHP’de ortaya çıkan taciz ve tecavüz olaylarında...
Yine aynı prensibe göre hareket ettim.
Uyuşturucu temin ettiği için Emniyet güçleri tarafından yeniden gözaltına alındı. Yani bu kez uyuşturucuyu temin etmekle suçlanıyor.
*
Tabii ki suç şahsidir, partiye mal edilemez ama bu elemanın bir de şu durumu var:
*
Lüks ve şatafat içinde yaşadığı fotoğraflara yansıyor.
*
Kokaindi, pudraydı, şekerdi falan... Gülündü eğlenildi...
“Adını açıklamak istemeyen üst düzey bir askeri yetkili dedi ki...”
*
Saygı Öztürk’ün dünkü köşesinde gördüm ki...
O kalıp, şuna dönüşmüş:
*
“Adını açıklamayan bir yargı mensubu dedi ki...”
*
VALLA abi şöyle söyleyeyim: Sonbaharda olabilir. Olmadı, ilkbaharda... Ama bir de bakmışsın, seküler kesimin tatile gitmesini fırsat bilip Ağustos’un tam göbeğinde de yapabilirler. Bu arada seneye kalma ihtimali de var... Ama Reis sürpriz sever. Bir de bakmışsın seçim vaktinde yapılmış...
*
2- KABİNE DEĞİŞİKLİĞİ
Siz bu yazıyı okurken, değişim gerçekleşmiş olabilir. Böyle bir ihtimal var... Bir bakmışsınız, bir hafta sonra olmuş. Bu da ihtimaller arasında... Bakanlıklar ikiye, üçe, dörde bölünebilir... Ama bölünmeyebilir de! Şu da var: Belki her şey aynı kalır, sıfır değişim olur.
*
3- TAM KAPANMA
Bir tam kapanma kararı gelebilir... Ama gelmeyebilir de... Belki yarı kapanmanın dozu biraz artar... Mesela: Cumartesi öğleye kadar açık, öğleden sonra kapalı gibi... Mesela: Lokantalardaki masa sayısının biraz daha azaltılması gibi... Ha şu da var: Yarı kapanmaya tam gaz devam da edilebilir.
Tanzim satış olayının iyi tarafı/kötü tarafı
İYİ TARAFI: Vatandaşa “Bütün suç aracıda, kabzımalda... Bakın! İstenildiğinde nasıl da ucuza satılabiliyormuş” dedirtir.
KÖTÜ TARAFI: Siyasi açıdan pek kızdırılmaması gereken kesim olan pazarcıyı, esnafı fena kızdırır.
İYİ TARAFI: Vatandaşın bir kısmına “Hepten de sahipsiz değilmişiz. Helal olsun Erdoğan’a” dedirtir.
KÖTÜ TARAFI: Sebze-meyvenin uzun kuyruklara girilerek alınması, imajı fena halde örselemiş olur.
İYİ TARAFI: Vergisiz, kârsız satış olması nedeniyle piyasaya ucuz meyve, ucuz sebze arzına yol açar.
KÖTÜ TARAFI: Vatandaş bir süre sonra “benzin tanzim satış”, “araba tanzim satış”, “elektrik tanzim satış” falan isteyebilir.
İYİ TARAFI: Manavın, marketin, pazarcının kendine çekidüzen verip fiyatları biraz düşürmesine yol açabilir.
KÖTÜ TARAFI: “İki kilodan fazla almak yasak” türü kotalar akla İsmet Paşa dönemini getirebilir.
İYİ TARAFI: Kuyruğa girip satın alabilen, yani erişebilen vatandaş sevinir, memnun olur.
KÖTÜ TARAFI: Tanzim satış noktalarına ulaşamayan, erişemeyen vatandaş ise besbeter öfkelenir.
![Tanzim satış olayının iyi tarafı/kötü tarafı]()
![Tanzim satış olayının iyi tarafı/kötü tarafı]()
İKİ KUYRUK ARASINDA ŞÖYLE BİR FARK VAR
1970’lerin tüpgaz, benzin, yağ kuyruğu şöyle bir şeydi:
Mal yoktu mal! Paran olsa da alamıyordun. Kuyruk tek çareydi. Başka yol yoktu. Alternatifsizdi.
2019’un sebze meyve kuyruğu ise şöyle bir şey:
Piyasada var olan ürünü nispeten daha ucuza alıyorsun. Kuyruk tek çare değil yani. Alternatif var.
Kuyruğa laf söyleme demiyorum, söyle ama hakkaniyeti de elden bırakma.
BAŞBUĞ ‘KOZMİK ODA’YI AÇMIYORUM’ DESEYDİ...
“Uğur Mumcu’yu öldürdüler, kanıtları saklıyorlar” diye bas bas bağırırlardı gazetelerinin manşetlerinden...
Dönemin Adalet Bakanı, “Hiçbir güç yargı kararlarına uymuyorum diyemez... Burası çadır devleti değil” diye demeç verirdi.
“Paşa! Paşa! Devletin savcısına yasak olmaz! Burası muz cumhuriyeti değil” diye hava üstüne hava basarlardı.
Genç ve sivil bir grup zat, “Yıkılsın askeri vesayet! Girilsin Kozmik Oda’ya” falan diye İstiklal Caddesi’nde yürüyüş yapardı.
Bülent Arınç, “Kozmik Oda açılmadan bağırsak temizliği tam ve kâmil manada gerçekleşemez” diye açıklama yapardı.
KURNAZ, HIRSLI, ÜRKEK
ABDULLAH Gül’e “Ürkek... Kurnaz... Hırslı...” dedim ya... Bazı Abdullah Gül’cüler de bana “Sen de ürkeksin... Sen de kurnazsın... Sen de hırslısın...” diye laf sokuşturmaya çalıştılar.
Ey laf sokucu Abdullah Gül’cüler!
Şunu unutmayın ki... Sırasının gelmesini beklerken sıfır risk taşıyan siyasi saptamalar yaparak durumu idare etmeye çalışan lider adayının hırsının, kurnazlığının ve ürkekliğinin yanında...
Benim ürkekliğim, benim kurnazlığım ve benim hırsım acınacak derecede zavallı kalır.
EMEKLİLİKTE YAŞA TAKILANLAR PARTİSİ
EMEKLİLİKTE yaşa takılanlar, içinde bulundukları bütün olumsuz koşullara rağmen...
Ana muhalefet partisi CHP’den...
Daha etkili... Daha örgütlü... Daha dikkat çekici... Daha eylemci... Daha gündemi belirleyici... Daha ses getirici...
Parti kursalar, CHP’yi geçebilirler. O derece yani!
SADECE ÖCALAN İÇİN
HDP milletvekilleri... Hayat pahalılığını, adaletteki sorunları, yıkılan binayı, işsizlik oranındaki artışı falan bir tarafa bırakıp sadece ve sadece Öcalan’ın tecridi için yürümeye kalkıştıkça...
HDP, bir parti olma vasfına sahip olamayacaktır.
OKUNMASI CEZA OLABİLECEK ÜÇ KİTAP
BİR: Nilgün Bodur’un “Sen Gittin Ya Ben Çok Güzelleştim” adlı nadide eseri.
İKİ: Ebru Şallı’nın kaleminden çıkan “Ebru Şallı ile Pilates” adlı hacimli eser.
ÜÇ: Metin Hara’nın “İyiliğin Bilim Hali” adlı faydasızlık şampiyonu eseri.
SAYIKLAMALARIM
Bu yıl Oscar filmlerinin tümü çöp...
Lodos beni aşırı karamsar yapıyor.
Beren Saat ile Hazal Kaya aradaki buzları eritse ya...
Diziye başlamak cesaret, sürdürmek sabır işi...
![Tanzim satış olayının iyi tarafı/kötü tarafı]()
AK PARTİ NİYE KAZANIYOR CHP NİYE KAYBEDİYOR?
DÜN AK Parti’den gelen fotoğraf şuydu:
İstanbul’daki seçimde görevli tüm sandık başkanlarıyla buluşmanın fotoğrafı bu... Cumhurbaşkanı Erdoğan da katıldı bu toplantıya... Yüzlerce sandık başkanı şiirlerle, şarkılarla ve ellerindeki ışıklarla coştular. Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu bağlılık töreniyle yetinmedi ve sandık başkanlarına şöyle dedi: “Bir gece ansızın arayıp nerede görevli olduğunuzu sorabilirim, ona göre...”
Dün CHP’den gelen fotoğraf ise şuydu:
Partinin önemli isimlerinden Gürsel Tekin, partisinin aday belirleme sürecinde yapılan yanlışlara temas eden bir bildiri yayınladı. Adayların ilkeli, şeffaf ve adil bir şekilde belirlenmediğini söyleyen Tekin, “Liyakate önem verilmedi. Şahsi yakınlıklar öne çıkarıldı” dedi. Seçime az bir süre kala Gürsel Tekin’in verdiği şu mesaj, seçim sonrası hesaplaşması açısından önemliydi: “Hiçbir koltuk, başarısızlık üzerine kurulamaz.”
Başka sözüm yok. Tanık sizin!