- Norveç çok medeni ülke şekerim... Başbakan’a ceza kesiliyor.
*
- Danimarka acayip modern bir ülke şekerim... Başbakanı cam siliyor.
*
- İsviçre çok uygar şekerim. Cumhurbaşkanı bisikletle işe gidiyor.
*
Hep özeniriz, hep gıpta ederiz bu ülkelere.
Ama yüzyılların izini taşıyan türküleri severim. Çağlar ötesinden gelip bizi tam kalbimizden yakalayanları... İlk söyleyeni belirsiz anonimleri... Sözleri gayet basit ama bir o kadar da derinlikli olanları...
İşte bu yüzden “Ben bir türkü sözü yazdım, üstelik de besteledim” diye ortaya çıkanlara karşı hep mesafeli olmuşumdur. Çünkü bu tür iddialardan genellikle yapay sonuçlar çıkar.
*
İbrahim Kalın’ın sözü ve müziği kendisine ait olan ‘Hiç Oldum’ adlı bir türküyü seslendirdiğini duyunca...
“Eyvah” dedim.
Ve bin türlü önyargıyla açıp dinledim türküyü.
*
Küfürler, kıyametler, vurmalar, kırmalar, saldırganlıklar, silahlar falan...
*
Ralli bu ya ralli!
Rallideki hangi anlaşmazlık, böylesine kontrolsüz bir öfkeye yol açabilir ki?
Rallideki hangi ihtilaf, böylesine bir sokak çocuğu kavgasını tetikleyebilir ki?
İddiaya göre:
Orhan Pamuk, romanında Atatürk’le alay ediyor!
*
İnceleme ve araştırmalarımın sonuçlarını aktarıyorum:
*
“Veba Geceleri” romanında bir “Kolağası Kâmil” var.
Program sunucusu, Kemal Kılıçdaroğlu’nun...
“İstanbul’u kazanacağız, Ankara’yı kazanacağız” türü sözlerini fazla iddialı bulmuş ve kahkahalar atmıştı.
*
Ne olmuştu o günlerde?
Başta Tuncay olmak üzere...
CHP’nin tüm ekâbir takımı...
Öfkeyle, kinle, hınçla...
İki gündür...
Kumpas lafları dolaşıma sokulmaya başlandı.
*
Söylenenlere göre...
- Aslında bildiri, gece yarısı yayınlanmayacakmış.
- Bazı eller devreye girmiş, bildiri gece yarısı yayınlanmış.
- Bazı amiraller, bildirinin son halini görememişler.
- Bildiri, amirallerden kaçırılarak yayınlanmış.
İşte bu ahval ve şerait altında Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’yı aradım.
İlk sorum şu oldu:
“Bu gidiş nereye Sayın Bakan?”
Bakan Koca’nın ilk sözleri şu oldu:
*
“Vaka sayılarında ciddi artış var. Bunda mutasyon tabii ki etkili ama sadece mutasyonla açıklayamayız. Önlemleri gevşettik maalesef.”
*
Herkesin hakkına hukukuna saygı göstermek için çabalıyoruz. Sorumluluğu bulunmayan kişileri sorumluymuş gibi göstermekten kaçınmaya çalışıyoruz. Yargı kararı ortaya çıkmadan yargısal hükümlerde bulunmaktan uzak duruyoruz.
*
Titizleniyoruz bu konularda. Gayret ediyoruz.
*
Ama yayıncılıkta bazen yol kazaları da oluyor, olabiliyor.
*
Geçen gün sadece ve sadece Hürriyet’in internet sitesinde bir haber çıktı. Çok kısa bir süre yayında kaldı bu haber.
Bildirici amirallerin yakınlarını da konu eden bir haberdi bu.
- CEVAP: Bizim kısa tarihimiz, “Yüce Türk Milletine” diye başlayan darbe bildirileriyle dopdoludur. Bu yüzden “Yüce Türk Milletine” diye başlayan bir bildiri gördük mü işkilleniyoruz. Hele bildirinin altında “Amiral” imzası görünce daha da işkilleniyoruz. Hele bildiri, gece yarısı gelince... Büsbütün işkilleniyoruz. Şimdi ben soruyorum: İşkillenmeyelim de ne yapalım?
*
- SORU: Bildiri yayınlamak suç mu?
- CEVAP: Elbette suç değil. Geçen hafta emekli büyükelçiler, benzer içerikte bir bildiri yayınladılar. Kim çıkıp “Bunlar darbeci” dedi? Bu arada eski milletvekilleri de yine benzer içerikte bir bildiri yayınladılar. “Darbe” diyen çıktı mı? Demek ki burada başka bir şey var.
*
- SORU: Burada ne var? Emekli amiral, görüş açıklayamaz mı?
- CEVAP: Tabii ki açıklar. Açıklıyorlar da zaten. Televizyonlara çıkıyorlar. Kişisel yaklaşımlarını ortaya koyuyorlar. Sosyal medyada yazıp çiziyorlar. Kimse de onlara bir şey demiyor. Ama siz “Aramıza hiçbir alt rütbeli girmesin, biz amiraller olarak şöyle bir posta koyalım” derseniz, tehditkâr ifadelerle dolu bir bildiriyi gece yarısı gündeme düşürürseniz... Her demokratik ülkede “Ne oluyor yahu” diye sorulur. En azından “Bunlar, bir iklim mi yaratmak istiyor? Bu işin arkasında ne var?” denir.
*
“Yüce Türk milletine!” diye başlayan hiçbir bildiriden hoşlanmıyorum.
Çünkü bu seslenişin tınısında...
27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat ve de 15 Temmuz var!
*
Kaldı ki...
Radyo zamanlarının üslubudur bu.
Siyah beyaz televizyonlarda kalmıştır.
*
Akşam saat 19.00 itibarıyla tüm kafe ve lokantalar kapanıyor.
*
Ramazan itibarıyla ise uygulama şöyle olacak:
*
Bütün kafe ve lokantalar kapalı.
*
Bu karar, yeniden gözden geçirilirse...
Hop, başlıyor kalbim Sinovac diye atmaya.
*
“Yeni teknolojileri denemek lazım arkadaş” diyorlar.
Hop, bu sefer kalbim BioNtech diye atmaya başlıyor.
*
Bilmem kaç bin yıllık Çin kültüründen söz ediyorlar.
Hemen Sinovac’a ısınıyorum.
Avrupa birincisiyiz.
Dünyada dördüncüyüz.
40 binleri geçmiş durumdayız.
Varyantlar kaplamış her bir yanımızı.
En çok da İngiliz varyantı.
*
Durduramıyoruz.
“Eğer muhalefetteki milliyetçi odaklar, demokrasi ittifakına ısrarla engel olmaya devam edeceklerse... Bu durumda HDP öncülüğünde üçüncü bir ittifak, demokrasi ittifakı ilan edilebilir.”
*
Ne demek bu?
Hadi biraz anlamaya çalışalım.
“Muhalefetteki milliyetçi odaklar” derken kastettiği İYİ Parti mi acaba? “Bu iş İYİ Parti’yle gitmez” mi demek istiyor Demirtaş?
*
Önerdiği yol şu: HDP öncülüğünde üçüncü bir ittifak. Ne yani? Millet ittifakı ve cumhur ittifakının dışında bir de
Ben her zaman ve her durumda...
“Suçun şahsiliği” prensibinden zerre kadar ödün vermedim.
*
Ensar olayında böyle davrandım.
Milyonlarca dayak yemeyi göze alarak...
*
CHP’de ortaya çıkan taciz ve tecavüz olaylarında...
Yine aynı prensibe göre hareket ettim.
Uyuşturucu temin ettiği için Emniyet güçleri tarafından yeniden gözaltına alındı. Yani bu kez uyuşturucuyu temin etmekle suçlanıyor.
*
Tabii ki suç şahsidir, partiye mal edilemez ama bu elemanın bir de şu durumu var:
*
Lüks ve şatafat içinde yaşadığı fotoğraflara yansıyor.
*
Kokaindi, pudraydı, şekerdi falan... Gülündü eğlenildi...
“Adını açıklamak istemeyen üst düzey bir askeri yetkili dedi ki...”
*
Saygı Öztürk’ün dünkü köşesinde gördüm ki...
O kalıp, şuna dönüşmüş:
*
“Adını açıklamayan bir yargı mensubu dedi ki...”
*
VALLA abi şöyle söyleyeyim: Sonbaharda olabilir. Olmadı, ilkbaharda... Ama bir de bakmışsın, seküler kesimin tatile gitmesini fırsat bilip Ağustos’un tam göbeğinde de yapabilirler. Bu arada seneye kalma ihtimali de var... Ama Reis sürpriz sever. Bir de bakmışsın seçim vaktinde yapılmış...
*
2- KABİNE DEĞİŞİKLİĞİ
Siz bu yazıyı okurken, değişim gerçekleşmiş olabilir. Böyle bir ihtimal var... Bir bakmışsınız, bir hafta sonra olmuş. Bu da ihtimaller arasında... Bakanlıklar ikiye, üçe, dörde bölünebilir... Ama bölünmeyebilir de! Şu da var: Belki her şey aynı kalır, sıfır değişim olur.
*
3- TAM KAPANMA
Bir tam kapanma kararı gelebilir... Ama gelmeyebilir de... Belki yarı kapanmanın dozu biraz artar... Mesela: Cumartesi öğleye kadar açık, öğleden sonra kapalı gibi... Mesela: Lokantalardaki masa sayısının biraz daha azaltılması gibi... Ha şu da var: Yarı kapanmaya tam gaz devam da edilebilir.
BİR: “Yazı akademisi” diye kurs düzenlemek.
*
İKİ: “Yazarlık atölyesi” diye yazarlık öğretmek.
Kısacası...
Enver’in iddiası, milletimize “Nasıl yazar olunur” dersleri vermek.
*
Tezgâh şöyle işliyor:
Clio falan hiç fark etmez, tek tek hesabı verilmeli
EKREM İmamoğlu yönetimi, Yenikapı’da çoğu Clio marka araçlardan oluşan “israf” iddialı bir araç sergisi açtı dün itibariyle...
*
Ne oldu?
- Her iki tarafın da trolleri hemen fazla mesai yapmaya başladı.
- Hariçten gazel okumaya meraklılar atıp tutmaya başladı.
- Kimisi abartmaya, kimisi küçümsemeye başladı.
- Bazıları verisiz, dayanaksız karşılıklı düelloya tutuşmaya başladı.
- Kimi anında saldırı, kimi anında müdafaa pozisyonunu almaya başladı.
*
Kısacası herkes konuşmaya başladı ama konunun asıl muhatapları, yani İmamoğlu’ndan önce belediyeyi yönetenlerden ses seda yok.
*
İsrafın Clio’su, Mercedes’i olmaz. İsraf israftır!
Bu araçlarla ilgili tasarrufları yapan belediyenin eski yöneticileri derhal çıkıp konuşmalıdır.
*
- Ya çıkıp... “Evet, biz israf ettik! Bu araçlar ihtiyaç fazlasıdır. Çok özür dileriz. Suçluyuz, yanlış yaptık. Kır kalemi, kes cezamı” falan demelidirler.
*
- Ya da çıkıp...“Yalan, iftira... İşte bu araçlarla ilgili tek tek hesabımız” başlıklı ikna edici bir açıklama yaparak kendilerini temize çıkarmalıdırlar.
İMAMOĞLU GELECEĞİN BEKLENEN LİDERİ OLABİLİR Mİ?
EKREM İmamoğlu...
- Yolunu yine Diyarbakır’a düşürür mü acep?
- HDP önünde feryat eden evlatlarını dağa kaptırmış anaların yanına uğrar mı acep?
- Onlara “Analarım benim... Hepinizi kucaklıyorum... Davanızda haklısınız... Sizin yanınızdayız...” tarzı sözler söyler mi acep?
- Parmağını dağa doğru uzatıp “Verin bu anaların çocuklarını” diye haykırır mı acep?
- HDP’lilere “Kayyımda size destek verdim, siz de hatırım için bu analara destek verin” der mi acep?
Bilmiyorum, bilemiyorum.
*
Ama bildiğim iki şey var:
*
- BİR: “Diyarbakır’da başkanlara destek olayım ki... HDP oylarını cepte tutayım” türü hesapçı yaklaşımlarla geleceğin beklenen lideri olamazsın.
*
- İKİ: Hem kayyım atamalarına itiraz eder hem de evlatlarını dağa kaptırmış analara gürül gürül destek verirsen... O zaman geleceğin beklenen lideri olabilirsin.
BATI ANCAK BUNDAN ANLAR: BAK KAPILARI AÇARIZ HA!
ŞUNCA zamandır Batı’ya dönüp “Şu kadar mülteciyi içimize aldık, insanlık yaptık... Sözünüzde durun... Hem bize destek olun hem de yaptığımız insanlığa bir katkı sunun...” dedik, dedik, dedik... Ne oldu?
Zerrece ırgalanmadılar.
*
Artık şu anlaşılmıştır:
Bu güya medeni, bu sözde çağdaş, bu lafta insancıl Batı’yı, bu tür sözler asla harekete geçirmiyor. Bunları harekete geçirecek söz şudur: “Kapıları açarız... Mültecileri sizin ülkelerinize salarız...”.
*
Bunu işittikleri anda...
Masaya oturabilirler, ellerini ceplerine atabilirler, “Aman kurban olayım, şu mültecileri bize bulaştırmayın da ne isterseniz yaparız” tavrı takınırlar, “Yahu bir durun, hemen celallenmeyin, siz bizi yanlış anladınız” diye alttan alırlar.
*
İşte bu nedenle Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın...
“Oldu, oldu... Olmadı kapıları açmak zorunda kalırız. Destek verecekseniz verin. Bir yere kadar bu işe katlandık, katlanıyoruz. Bu yükü sadece biz mi çekeceğiz” açıklaması, tam da Batılıların anlayacağı dilden bir açıklamadır.
*
Önceden hiç sevmiyordum “Bak açarım ha kapıları” türü açıklamaları. “Mülteciler koz olarak kullanılamaz”, “Mülteciler üzerinden tehdit sallanmaz” falan türü ilkesel raconlar kesiyordum.
Ama sözüm ona hümanist Batılıların gitgide daha da artan ahlaksız kayıtsızlıkları, kafamın tasını attırmaya başladı.
Artık “Bunlar ancak bundan anlar kardeşim” noktasına gelmiş bulunmaktayım, sorry!
İKİ ANA GÖVDENİN DIŞINDA KALANLARIN HİÇ ŞANSI YOK
YENİ sistem, Türkiye’de iki ana gövdenin oluşmasına yol açtı:
- BİR: Başını AK Parti’nin çektiği gövde...
- İKİ: Başını CHP’nin çektiği gövde...
*
Türkiye’de seçmen öyle bir kutuplaşmış durumda ki...
Gövdenin dışında kalanlara, çok sevseler bile mümkün değil oy vermez!
*
İşte tam da bu nedenle...
Nasıl gövdeden kopan DSP’nin falan hiçbir şansı olmadıysa, olamadıysa...
Ahmet Davutoğlu’nun da Ali Babacan’ın da şansı olmaz, olamaz.
ABDEST, NAMAZ, ZİNA
MÜGE Anlı’nın programları, “derin Anadolu” hakkında fikirler vermeye devam ediyor.
*
Mesela şöyle bir şey:
Adam başkasıyla evli... Kadın başkasıyla evli... Evli adam, sabah namaza kalktığını, abdest aldığını, evli kadını aradığını, ormanlık bir alanda birlikte olduklarını...
Milyonların gözünün içine bakarak dünyanın en olağan, en normal, en sıradan, en basit olayıymış gibi anlatıyor.
*
Görüntüleri izledikten sonra aklıma çocukluğumda çokça maruz kaldığım şu şarkı geldi:
“Sen ne güzel bulursun/Gezsen Anadolu’yu/Dertlerden kurtulursun/Gezsen Anadolu’yu...”
İMRENDİĞİM TİPLER
-“4 saat uyku bana yetiyor abi, zımba gibi kalkıyorum” diyen tipler.
- “Attım mı çantaya iki tişört, bir kot... Hemen yolculuğa çıkarım” diyen tipler.
- Sabahın altısında kalkıp sporunu yapan tipler.
- Girdiği her ortamda anında kaynaşıveren tipler.
- “Kafayı yastığa koyduğum anda uyuyorum” diyen tipler.