Program sunucusu, Kemal Kılıçdaroğlu’nun...
“İstanbul’u kazanacağız, Ankara’yı kazanacağız” türü sözlerini fazla iddialı bulmuş ve kahkahalar atmıştı.
*
Ne olmuştu o günlerde?
Başta Tuncay olmak üzere...
CHP’nin tüm ekâbir takımı...
Öfkeyle, kinle, hınçla...
İki gündür...
Kumpas lafları dolaşıma sokulmaya başlandı.
*
Söylenenlere göre...
- Aslında bildiri, gece yarısı yayınlanmayacakmış.
- Bazı eller devreye girmiş, bildiri gece yarısı yayınlanmış.
- Bazı amiraller, bildirinin son halini görememişler.
- Bildiri, amirallerden kaçırılarak yayınlanmış.
İşte bu ahval ve şerait altında Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’yı aradım.
İlk sorum şu oldu:
“Bu gidiş nereye Sayın Bakan?”
Bakan Koca’nın ilk sözleri şu oldu:
*
“Vaka sayılarında ciddi artış var. Bunda mutasyon tabii ki etkili ama sadece mutasyonla açıklayamayız. Önlemleri gevşettik maalesef.”
*
Herkesin hakkına hukukuna saygı göstermek için çabalıyoruz. Sorumluluğu bulunmayan kişileri sorumluymuş gibi göstermekten kaçınmaya çalışıyoruz. Yargı kararı ortaya çıkmadan yargısal hükümlerde bulunmaktan uzak duruyoruz.
*
Titizleniyoruz bu konularda. Gayret ediyoruz.
*
Ama yayıncılıkta bazen yol kazaları da oluyor, olabiliyor.
*
Geçen gün sadece ve sadece Hürriyet’in internet sitesinde bir haber çıktı. Çok kısa bir süre yayında kaldı bu haber.
Bildirici amirallerin yakınlarını da konu eden bir haberdi bu.
- CEVAP: Bizim kısa tarihimiz, “Yüce Türk Milletine” diye başlayan darbe bildirileriyle dopdoludur. Bu yüzden “Yüce Türk Milletine” diye başlayan bir bildiri gördük mü işkilleniyoruz. Hele bildirinin altında “Amiral” imzası görünce daha da işkilleniyoruz. Hele bildiri, gece yarısı gelince... Büsbütün işkilleniyoruz. Şimdi ben soruyorum: İşkillenmeyelim de ne yapalım?
*
- SORU: Bildiri yayınlamak suç mu?
- CEVAP: Elbette suç değil. Geçen hafta emekli büyükelçiler, benzer içerikte bir bildiri yayınladılar. Kim çıkıp “Bunlar darbeci” dedi? Bu arada eski milletvekilleri de yine benzer içerikte bir bildiri yayınladılar. “Darbe” diyen çıktı mı? Demek ki burada başka bir şey var.
*
- SORU: Burada ne var? Emekli amiral, görüş açıklayamaz mı?
- CEVAP: Tabii ki açıklar. Açıklıyorlar da zaten. Televizyonlara çıkıyorlar. Kişisel yaklaşımlarını ortaya koyuyorlar. Sosyal medyada yazıp çiziyorlar. Kimse de onlara bir şey demiyor. Ama siz “Aramıza hiçbir alt rütbeli girmesin, biz amiraller olarak şöyle bir posta koyalım” derseniz, tehditkâr ifadelerle dolu bir bildiriyi gece yarısı gündeme düşürürseniz... Her demokratik ülkede “Ne oluyor yahu” diye sorulur. En azından “Bunlar, bir iklim mi yaratmak istiyor? Bu işin arkasında ne var?” denir.
*
Akşam saat 19.00 itibarıyla tüm kafe ve lokantalar kapanıyor.
*
Ramazan itibarıyla ise uygulama şöyle olacak:
*
Bütün kafe ve lokantalar kapalı.
*
Bu karar, yeniden gözden geçirilirse...
Hop, başlıyor kalbim Sinovac diye atmaya.
*
“Yeni teknolojileri denemek lazım arkadaş” diyorlar.
Hop, bu sefer kalbim BioNtech diye atmaya başlıyor.
*
Bilmem kaç bin yıllık Çin kültüründen söz ediyorlar.
Hemen Sinovac’a ısınıyorum.
Avrupa birincisiyiz.
Dünyada dördüncüyüz.
40 binleri geçmiş durumdayız.
Varyantlar kaplamış her bir yanımızı.
En çok da İngiliz varyantı.
*
Durduramıyoruz.
“Eğer muhalefetteki milliyetçi odaklar, demokrasi ittifakına ısrarla engel olmaya devam edeceklerse... Bu durumda HDP öncülüğünde üçüncü bir ittifak, demokrasi ittifakı ilan edilebilir.”
*
Ne demek bu?
Hadi biraz anlamaya çalışalım.
“Muhalefetteki milliyetçi odaklar” derken kastettiği İYİ Parti mi acaba? “Bu iş İYİ Parti’yle gitmez” mi demek istiyor Demirtaş?
*
Önerdiği yol şu: HDP öncülüğünde üçüncü bir ittifak. Ne yani? Millet ittifakı ve cumhur ittifakının dışında bir de
Ben her zaman ve her durumda...
“Suçun şahsiliği” prensibinden zerre kadar ödün vermedim.
*
Ensar olayında böyle davrandım.
Milyonlarca dayak yemeyi göze alarak...
*
CHP’de ortaya çıkan taciz ve tecavüz olaylarında...
Yine aynı prensibe göre hareket ettim.
Uyuşturucu temin ettiği için Emniyet güçleri tarafından yeniden gözaltına alındı. Yani bu kez uyuşturucuyu temin etmekle suçlanıyor.
*
Tabii ki suç şahsidir, partiye mal edilemez ama bu elemanın bir de şu durumu var:
*
Lüks ve şatafat içinde yaşadığı fotoğraflara yansıyor.
*
Kokaindi, pudraydı, şekerdi falan... Gülündü eğlenildi...
“Adını açıklamak istemeyen üst düzey bir askeri yetkili dedi ki...”
*
Saygı Öztürk’ün dünkü köşesinde gördüm ki...
O kalıp, şuna dönüşmüş:
*
“Adını açıklamayan bir yargı mensubu dedi ki...”
*
VALLA abi şöyle söyleyeyim: Sonbaharda olabilir. Olmadı, ilkbaharda... Ama bir de bakmışsın, seküler kesimin tatile gitmesini fırsat bilip Ağustos’un tam göbeğinde de yapabilirler. Bu arada seneye kalma ihtimali de var... Ama Reis sürpriz sever. Bir de bakmışsın seçim vaktinde yapılmış...
*
2- KABİNE DEĞİŞİKLİĞİ
Siz bu yazıyı okurken, değişim gerçekleşmiş olabilir. Böyle bir ihtimal var... Bir bakmışsınız, bir hafta sonra olmuş. Bu da ihtimaller arasında... Bakanlıklar ikiye, üçe, dörde bölünebilir... Ama bölünmeyebilir de! Şu da var: Belki her şey aynı kalır, sıfır değişim olur.
*
3- TAM KAPANMA
Bir tam kapanma kararı gelebilir... Ama gelmeyebilir de... Belki yarı kapanmanın dozu biraz artar... Mesela: Cumartesi öğleye kadar açık, öğleden sonra kapalı gibi... Mesela: Lokantalardaki masa sayısının biraz daha azaltılması gibi... Ha şu da var: Yarı kapanmaya tam gaz devam da edilebilir.
BİR: “Yazı akademisi” diye kurs düzenlemek.
*
İKİ: “Yazarlık atölyesi” diye yazarlık öğretmek.
Kısacası...
Enver’in iddiası, milletimize “Nasıl yazar olunur” dersleri vermek.
*
Tezgâh şöyle işliyor:
Yedeklerin de asil olarak çalışacağını söyledi Cumhurbaşkanı Erdoğan... Erdoğan, bu yaklaşımıyla Erbakan Hoca’nın bir geleneğini ihya etmiş oldu. Erbakan Hoca, “Bizde asil-yedek olmaz, herkes asil gibi çalışır” derdi.
*
Kalabalık yine göze çarptı. Korona tedbirleri ile bu kalabalık arasında kurulan bağlantılar niye her defasında gözden ırak tutuluyor, anlamıyorum. Bu durumun toplumun önlemler konusunda şevkini kırdığı nasıl unutulur? Bu arada belirteyim: Bir ara Emine Erdoğan’ın sosyal mesafe kuralını hiçe sayanları uyardığını fark ettim.
Ahmet Arınç’ı babası Bülent Arınç’la... Mücahit Birinci’yi babası Yavuz Bahadıroğlu’yla... Tanımlamaya şiddetle karşıyım. Babalara vefa ve saygı esastır ama biricik şairimiz Ece Ayhan’ın da dediği gibi: “Oğullar, oğulluktan sessizce çekilmesini bilmelidir.” Oğulları, babalarla tanımlamak, ne bileyim, biraz fazla feodal kaçıyor!
*
Ekranda izlerken bir ara Sadık Albayrak’ı gördüm kongre salonunda. Maskesi olduğu halde tanıdım. (Bu arada alakasız bir not: Gözlerden tanıyor insan... Maskeli olup da tanıyamadığım çok az insan oldu.) Bazı sitelerde “dünür” falan denilip geçiliyor Sadık Albayrak’la ilgili olarak. Hiç de öyle biri değildir kendisi. Aklıyla, fikriyle, yazıp çizdikleriyle yıllarını vermiştir bu siyasi çizgiye...
YENİ MKYK LİSTESİNDEN... SESLER, YÜZLER, SOKAKLAR
“Siyasi partiler, demokrasinin vazgeçilmez unsurlarıdır. Siyasi görüşleri, ekonomik görüşleri, toplumsal görüşleri her siyasi parti kendisine göre yorumlar. Halkın desteğini alan siyasi parti yaşar, halkın desteğini almayan parti tarihin çöp sepetine atılır. Demokrasiyi savunuyorsak siyasi partilerin kapatılmasını bırakmalıyız.”
*
Kemal Kılıçdaroğlu’nun bu açıklamasını okuduğumda...
İlk verdiğim tepki şu oldu:
*
Aaaa! Ne kadar da haklı!
Fakat sonra kafamda
“Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına, Türk milleti denir.”
*
Bu tanımlamadan ne anlamamız gerekiyor?
Şu üç şeyi:
*
BİR: Bir Türkiye halkı vardır.
İKİ: Bu halk, Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmuştur.
ÜÇ:
Kendisine karşı bir önyargım yok.
Hatta varsa bile önyargılarımın tümü pozitif.
*
Fakat şu kendi yandaşı Enver Aysever’e verdiği ihale konusunu izah ederken sergilediği tavrı, hiç mi hiç beğenmedim.
*
Söylediklerini dikkatle dinledim.
Muhalif, solcu falan.
İzmir belediyesi, işte bu şahsın adresine teslim bir ihale düzenlemiş.
*
Nedir ihale?
Gelin, detaylarına bakalım:
*
İzmir Büyükşehir Belediyesi, 18 günlük bir “okuma-yazma ve yazarlık atölyesi” düzenlemeye karar vermiş.
Bunun için de ihaleye çıkmış.
Ben Melih Bulu’nun yerinde olsaydım
Bazı geceler uykuya dalmadan önce... “Bir sahil kasabasına yerleşip balıkçılık mı yapsam acaba” diye içimden geçirirdim.
- Şöhretin Kıvanç Tatlıtuğ/Kenan İmirzalıoğlu aşamasını yakaladığımı falan düşünüp ara sıra gülümserdim.
*
- Rektörlük binasının tam önünde “Ey Boğaziçi! Ya sen beni alacaksın ya da ben seni” diye tek kişilik bir eylem planlardım.
*
- Ali Kırca ile Mehmet Ali Birand isimlerinden yola çıkarak... “Mehmet Ali Kırca” gibi bir ismi uydurmayı nasıl başardığıma şaşıp kalırdım.
![Ben Melih Bulu’nun yerinde olsaydım]()
*
- Bir an fena daralır, “Aaa! Yeter artık ama” diye avazım çıktığı kadar bağırmak isterdim.
*
- Başka üniversitelerin rektörlerine, “Siz de aynı yöntemle atanmadınız mı? Niye benimle dayanışmıyorsunuz? Niye ölü taklidi yapıyorsunuz?” diye sitem ederdim.
*
- Sırtlarını dönüp protesto gösterisi yapan öğretim üyelerinin yanlarına gidip... “Bu dünyadaki en mutlu kişi sevmeyi bilendir” şarkısını söylerdim.
*
- “Boğaziçi’nde yüksek lisans yaptım. Boğaziçi’nde doktora yaptım. Buna rağmen el muamelesi görüyorum. Yemişim Boğaziçi kültürünü” derdim.
*
- Ruhum daralırdı, içim şişerdi, bıkkınlıktan bezerdim, tantanadan sıkılırdım... Ve en sonunda “Neyin ortasına düştüm ben böyle” der dururdum.
AMERİKA İŞİN İÇİNE KARIŞINCA
- Canımızın sıkılması lazım.
*
- “Sen kendi işine bak” dememiz lazım.
*
- Haklı davamıza gölge düştüğünü düşünmemiz lazım.
![Ben Melih Bulu’nun yerinde olsaydım]()
*
- “Yürü git” çekmemiz lazım.
*
- Kongre binası baskınını hatırlatmamız lazım.
*
- “Dünyanın jandarmalığı mı? Geçti o günler” dememiz lazım.
*
- Siyahların boğazlarına basan polisleri hatırlatmamız lazım.
*
- “Nefes alamıyorum” çığlıklarından söz etmemiz lazım.
*
- Boğaziçi’nin bizim meselemiz olduğunu söylememiz lazım.
*
- Demokrasi ve insan hakları sicillerini ortaya dökmemiz lazım.
’15 TEMMUZ’UN ARKASINDA BİZ VARIZ’ MI DİYECEKLER
ABD’den açıklama gelmiş:
*
“15 Temmuz’un arkasında değiliz. Üstelik darbeyi kınadık.”
*
![Ben Melih Bulu’nun yerinde olsaydım]()
ABD’ye sorsak...
Desek ki:
*
“Peki 27 Mayıs’ın, 12 Mart’ın, 12 Eylül’ün, 28 Şubat’ın arkasında var mısınız?”
*
Alacağımız cevap aynı olur:
*
“Yokuz yok.”
*
Hatta hepsini kınarlar bile.
*
Kısacası ABD’nin yaptığı “15 Temmuz’da biz yokuz” açıklamasına...
“He he” deyip geçelim.
BENİ MUTLU EDEN KÜÇÜK ŞEYLER
- İki aylık çok sert bir sosyal medya diyeti...
*
- Şubat ayında aniden gelen yalancı bahar...
*
- Beş sezonluk iyi bir polisiye dizi...
*
- Evde geniş çaplı temizlik...
*
- Telefonumun hiç çalmaması...
*
- İçinde Boğaziçi geçmeyen muhabbet...
*
- Mutasyonun o kadar korkulacak bir şey olmaması...
*
- Gözümü Avrupa’ya diktiğimden... Euro’nun düşüşü...
*
- Rahmetli Hüner Coşkuner’den “Beklenen Şarkı”...
*
- Evdeki gofret stoku...
BU İŞTE BİR TUHAFLIK VAR
ÖNCEKİ günkü tablo şöyleydi:
*
Kılıçdaroğlu-Karamollaoğlu görüşmesi... Akşener-Babacan görüşmesi... Akşener-Davutoğlu görüşmesi...
*
Şu işe bakın:
Minnacık partiler, oyları binde iki bile olsa...
![Ben Melih Bulu’nun yerinde olsaydım]()
Liderlerle görüşüp ortak açıklama yapıyorlar.
*
Bana öyle geliyor ki...
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi...
Birçok siyasetçide...
“Kurayım bir parti de Kılıçdaroğlu ve Akşener’le ortak basın açıklaması yapayım” duygusu uyandırıyor.
*
Pek yakında...
Kılıçdaroğlu-Muharrem İnce görüşmesine... Kılıçdaroğlu-Sarıgül görüşmesine... Ümit Özdağ-Akşener görüşmesine...
Tanık olursak hiç şaşırmayalım.