Yaşlı muhalif gazeteciye ne denir

Pazar sabahı, bir türlü gelmeyen karı beklerken, güneşli bir hava var.

Haberin Devamı

Dışarıda güneş, içeride alacakaranlık kuşağı.
Tuhaftır, artık herkes gülüyor, gırgıra alıyor, dalga geçiyor.
Yani en sinir bozucu, en sigorta attırıcı muhalefet dönemi açılıyor.
Despot kafayı çok acıtacak bir yeraltı muhalefeti...
Arkadaşım ise işi gırgıra vurmuş, telefonda gülerek soruyor:
“Yaşlı muhalif gazeteciye ne denir?”
Beklemeden cevabını veriyor:
“Bir ayağı Silivri’de...”
Makara boşalıyor, çaresiz, ben de mavraya katılıyorum.
“Bir ayağının çukurda olması mı daha iyi, yoksa Silivri’de mi?”
“En kötüsü iki ayağı burada, kafası Silivri’de olmak.”
Altı ay önce “Silivri Toplama Kampı” diyorlardı.
Şimdi “Silivri entegre tesisleri” diyorlar.
Orada, mahkûmu, savcısı, hâkimi, garnizonu, görevlisi ile 13 bin kişilik bir kasaba oluşmuş.
Yani bir zamanların Yassıada’sı, yanında köy değil, mezra bile kalmaz.
* * *
Bütün pazar Ali Poyrazoğlu’nun oyununda kullanılan müzikleri dinliyorum.
O yılların aranjman şarkıları, yakın tarihin en olağanüstü belgeseli gibi gözümün önünden geçiyor.
Bu müzikler hemen oyunun CD’si olarak satılmalı diye düşünüyorum.
Yeni bir “Issız Adam” CD’si olabilir.
Müzikleri dinlerken bir yandan da gazeteci Tevfik Yener’in yeni çıkan kitabını okuyorum.
Çok rahat okunan bir hatıra kitabı. Ama çok ilginç. Bir gazetecinin gözüyle son 60 yılımızın renkli bir yakın tarih kitabı olmuş.
* * *
Adnan Menderes’i anlattığı bölüm bana çok hüzünlü geldi.
“Başbakan Adnan Menderes’e ömür boyu muhalifim. ‘İnsan’ Adnan Menderes ise ayrı. Ömür boyu saygılıyım” diye başlıyor.
Aylardır düşünüyorum. Siyasetimizde eksik olan şey nedir?
Tevfik Yener, Menderes’i anlatırken, aradığım sorunun cevabını da buluyorum:
“Başını bir dostunun omzuna koyarak ağlayabilen insan, kötü insan olamaz. Seven insan kötü olamaz. Keşke çevresi de duygusuz politikacılar yerine romantiklerle kuşatılsaydı.”
“Romantizm...”
Evet, işte eksik olan bu.
Ve ne yazık ki, romantizm gitti; “muhafazakarlık” adı altında, kupkuru, ruhsuz, acımasız bir siyaset profili hayatımızın üzerine çullandı.
* * *
Adnan Menderes, 17 Eylül 1961 günü idam edildi.
O gece bizim evimizde sabaha kadar Kuran okundu.
Peki ya Türkiye ne yaptı? Menderes’in peşinden koşan milyonlarca muhafazakâr insan?
Tevfik Yener o günleri anlatıyor:
“İdamdan birkaç gün sonra 20 Eylül 1961’de üstat Münir Nurettin Selçuk’un radyoda söylediği şu şarkı o günlerin aynasıydı:
‘Gün doğarken yıldızlar söner de belli olmaz.
Hayal içinde dünya döner de belli olmaz.
Mevsimler gece gündüz
Gelip geçer ömrünüz.
Bahtımıza yağar kar,
Silinir hatıralar.”
İdamı izleyen günlerde Münir Nurettin iki yıl uzaklaştırıldığı radyoya yeniden dönüyor, Eğlence dünyası hareketli; sinemada Muhterem Nur parlıyor. Türk halk müziği sanatçısı Ahmet Sezgin çıktığı Anadolu turnesinde omuzlarda.
Ankara yeni bir assolisti daha İstanbul gazinolarına armağan ediyor: Nesrin Sipahi.
Hayat sürüyordu; Menderes’in idamından 10 gün sonra, 27 Eylül 1961’de Türk şeftalileri ilk defa ihraç ediliyor.
Gazeteler “Türk iktisat tarihinde ilk defa” diye yazıyordu.
Eylül sonunda ise Frank Sinatra’nın yeni şarkısı geliyordu: “September song”.
Birkaç ay sonra Amerikalıların Menderes’e hediye ettiği 1958 model Cadillac marka makam arabası satıldı.
Kimse alıp hatıra olarak saklamadı...
* * *
Sonra oturup kendi kendime soruyorum.
Ben bugün hangi Adnan Menderes’i hatırlıyorum?
Tahkikat komisyonunu kuran, gazetecileri içeri atan, muhalefeti susturmaya çalışan siyasetçiyi unutmuşum bile.
Aklımda kalan ise bir erkek...
Sevgilisinin evine girerken kapıda top oynayan çocuklarla şakalaşacak kadar cesur ve hayata asılan bir erkek.
Bir romantik...

Yazarın Tüm Yazıları