Yasemin'ce...

EL NİNO BİZDE BÖYLE!Kasımın ortasındayız. Bu mevsimde Karadeniz, soğuk ve karlı olur. Daha doğrusu buralarda yaşayan insanlar böyle söylüyor. Bartın'dan geçerken yol üzerindeki bir kahvede konakladık. Birer çay içip yolumuza devam edeceğiz. Hava günlük güneşlik. Üzerimizde kısa kollu tişörtler ve kahvenin bahçesinde oturuyoruz. İyi demlenmiş olduğu daha uzaktan anlaşılan çaylarımız geldi. Hemen az ötede duran sandalyeyi çekip üzerine çaylarımızı koyduk. Biraz sonra telaşla çaycı gelip içeriden bir masa çıkardı ve ‘‘Kusura bakmayın, kış geldi diye ne var ne yok içeri aldık’’ dedi. Dayanamayıp sordum, ‘‘Bu mevsimde hava böyle olmaz mı’’ diye. ‘‘Yok’’ dedi. ‘‘Her sene bu zamanlar yerlerde kar olur. El Nino bizde böyle’’ deyip güldü. Hepbirlikte gülüştük. Nasıl gülmeyelim, herkesi ağlatan El Nino bizi güldürüyordu. Umarım yolculuğumuz boyunca güldürmeye devam eder, temennisinde bulunduktan sonra oturduğumuz yerden kalktık. Geçen sene bu zaman gene buralardaydım. Zincirleri iki de bir söküp takmaktan anam ağlamıştı, diye söze başladı, sürücümüz Özkan. Ve, bu mevsimde kar olmasa bile mutlaka yağmur olur. Vallahi... Lafının sonunu getirmesine izin vermeden hemen araya girdim. ‘‘Yağmur sözünü yasaklıyorum. Yolculuğumuz bitinceye kadar tek bir yağmur lafı duymak istemiyorum’’ dedim. Fotoğrafçımız Hüsnü ile gözucundan bakıştılar, biraz sessizlik oldu ve dayanamayıp Hüsnü söze karıştı. ‘‘Doğru söylüyor abi, yağmur lafı edip yağmuru yağdırmayalım şimdi’’ deyip manidar gülüşmelerle dalga geçmeye başladılar. Olsun, istedikleri kadar dalga geçebilirlerdi. Yağmur sözünü etmeyeceklerdi ya, önemli olan benim için buydu... Dağ bayır dolaşırken yağmurun yağdığını düşünebiliyor musunuz? Ben bunu düşünmek bile istemiyordum. Dikkatimi camdan dışarıya, olağanüstü renklerle bezenmiş dağlara doğru yönelttim. Sarının her tonu, aralarda kızıllar, açık yeşilden koyu yeşile, kahverengiye, turuncuya bürünmüş yapraklar sanki karşımda doğal bir renk skalası oluşturmuştu. Amasraya doğru gidiyorduk ve ben şimdiye kadar sonbaharın bu kadar güzel olduğunu ilk kez fark ediyordum. Yolun her iki tarafında uzanan ormanların büyüsüne kapılmış, nerede olduğumuzu unutmuştum. Birden bire karşımıza çıkan manzarayla kendime geldim. Altımızda pırıl pırıl parlayan sakin deniz karaya öyle bir sokulmuştu ki, sanki ormanların arasında devam ediyormuş duygusu uyandırıyordu. Biraz daha ilerlediğimiz zaman hem sağ tarafımızda hem de sol tarafımızda ağaçların arasından denizi görüyordum. Özkan, ‘‘Kurucaşile'ye yaklaştık’’ dedi. Bulunduğumuz yer, belli ki, dağın üzeriydi ve biz kuşbakışı Kurucaşile'yi belki de Cide'yi görüyorduk. Özkan, müthiş bir sürücü. Sabahın altısında İstanbul'dan yola çıkmış ve öğlende Kurucaşile'ye varmıştık. Hem de yolun yorgunluğunu hiç hissetmeden. Burada Otel A'yı işleten Yüksel, bizi neşeyle karşıladı ve birer yorgunluk kahvesi içip hemen civarı gezmeye çıkardı. Böylesi bakir bir doğanın içine girdiğiniz zaman ister istemez bütünleşiyorsunuz. Ben de kendimi kaybetmiş, Gideros'un romantik, biraz da acıklı hikayesini bir taraftan dinliyor öte yandan yaşıyorum. Yetmiş bin hanelik bir kentin kurucusu olan efsanevi Amastrist (Bugün Amasra'nın olduğu yer) oğullarının önerisini reddettiği zaman, oğulları tarafından buraya, Gideros'a getirilip öldürülmüş. Buna karşılık Amastrist kendisini bekleyen akıbeti önceden öngördüğü için (Fazla zeki bir kadın) geri dönmeyecek olursa, kenti yıkmalarını buyurmuş. Dediği gibi de olmuş. Bu sırada Tina, söze karışıyor; ‘‘Sen nereden biliyorsun?’’ Sonra bize dönüp, bu var ya, bu (Yükseli gösterip) herşeyi bilir. Ben Yetmiş yıldır burada yaşıyorum. Ne buradan dışarı çıktım, ne de bunları bilirim.'' Tina'nın asıl adı Selahattin. Yeğeni Tin dayı Tin dayı diye diye adı olmuş Tina. Gideros'da beş altı haneden birisinde yaşıyor. Ve, hiç doktora gitmediğini söylüyor. Dişini bile kendi çekermiş. Nasıl çektiğini anlatırken ben tekrar Gideros'un gölden farksız, kıpırtısız suyuna dalıyorum. Daracık boğazı da olmasa buraya göl demek işten bile değil. Bu sırada gölgeler uzuyor ve hava serinlemeye başlıyor. Gideros'tan gitme vakti geldi. İçim biraz daha kal diyor. Fakat, aklım, daha görülecek çok yer var, dediği için aklıma uyup, Tina'nın kara kovanlarının yanından geçip gidiyoruz.
Yazarın Tüm Yazıları