Yasemince

Sevgilim değersiz zeytinİnsan, sadece ihtiyacı olduğu zaman, ya da canı çektiğinde (İstediği her ne ise) onun için mücadele etmeye başlar. Birden bire o şey, pek bir değerli olur. Buluncaya kadar, alıncaya kadar uğraşır. Sonra... Sahip olduktan sonra ne mi, olur? İşte, hayatınızın sorusu.Hayatınızın sorusu, çünkü, insan hayatı boyunca hep birşeylerin peşinden koşturur durur. Peşinden koştuğu şey, onun için en değerli olandır. Veee sahip oluncaya kadar da öyledir. Sonra, başka değerli şeylerin peşinden koşturmaya başlar. Daha önce değer verdiği ise, artık gözden düşmüştür. Örneğin, canınız elma çekti diyelim. Canınızın istediği o an, elma en değerli nesnedir. Veya, vitrinde gördüğünüz bir kıyafet. Peşinden koştuğunuz bir kız, ya da gördüğünüz an kapıldığınız bir erkek. Hayalini kurduğunuz bir deniz yolculuğu, ağaçların gölgesinde serinleme duygusu, gezip görmek istediğiniz bir ülke, içinde yaşamak istediğiniz bahçesinde çiçekler açan bir ev ve özlemini duyduğunuz daha neler neler. Ve bunların hepsi sizden uzakta. Ve bunların hepsi çok değerli. Ve bir tanesini yapabilmek uğruna nelere katlanabilirsiniz? İsteğinizin şiddetine bağlı olarak yapacağınız fedakarlıkların dereceleri de değişiyor elbette. Diyelim ki, çok istiyorsunuz. O zaman, fedakarlıklarınızın sınırını tayin edebilir misiniz? Sınırsız bir istek içindeyseniz, katlanacaklarınızın ölçüsü yok demektir. Peki, sınırsız bir istek ve ölçüsüz fedakarlıklar sonucu elde ettikten sonra ne yapıyorsunuz? İşte benim merak ettiğim ve anlamak istediğim budur. Ve gördüklerim, anladıklarım beni aşıyor. Anlayamıyorum. Acaba, ben mi, çok anlayışsızım, yoksa gördüklerim mi, anlamsız?Örneğin, bahçenize onlarca, yüzlerce fidan dikiyorsunuz. Hergün sulayıp toprağını eşeleyip çocuğunuza bakar gibi bakıyorsunuz. Bu fidanlar birgün büyüyecek, meyve verecek diye senelerce bekliyorsunuz. Tıpkı sevdiğinizin yolunu gözler gibi, geleceği günü bekler gibi. Üstelik ektiğiniz fidanları ne zorluklarla getirttiğinizi, ne fedakarlıklarla baktığınızı söylemeye gerek yok. Ve, bu özel fidanlar öyle ektiğin anda hemen büyüyüp meyve veren cinsten değil. Fakat, bir kez tutturduktan, yaşattıktan sonra yedi sülalenize yetecek, torunlarınızın çocuklarını besleyecek kadar bereketli, uzun ömürlü. Neden bahsettiğimi anlamışsınızdır herhalde. Tabii ki, ‘‘Zeytin’’ fidanlarını anlatıyorum. Hem de böylesi zengin çeşitliliğe sahip çok özel bir bitkiden bahsediyorum. İlaç, yağ, sabun, kereste olabilmenin dışında varlığıyla soluk aldığımız havayı temizleyip sofralarımızın vazgeçilmez kahvaltısı zeytinden... Oruç açmak için ilk ağıza atılan mübarek zeytinden... Peki, şimdi biz ne yapıyoruz? O kadar değer verip gecemizi gündüzümüze katarak bakıp büyüttüğümüz, bir zamanlar sahip olabilmek için pek çok fedakarlık yaptığımız bu ağaçları bir kalemde silip atıyoruz. Ne kalemi, koca bir dozerle kökünden söküp atıyoruz. Olur ya, dibinden kıyısından bir filiz yeniden sürer mürer de bir daha uğraşmayalım diye kökten temizliyoruz. Neden? Bir zamanlar o kadar değerliyken artık neden değersiz? Zeytin ağaçlarının bulunduğu yere yapılan evler daha değerli olduğu için mi? Yani, bu evler peşinden koşulan yeni sevgili oluyor, eski sevgili ise gözden düşüyor, öyle mi? Öyle bile olsa, eski sevgilinin hiç mi değeri yoktu ki, böylesine tarumar ediliyor ve tamamen yok etmeye çalışılıyor? Anlaşılan odur ki, hiç bir değeri kalmamış. İşte, benim anlamadığım da, bu. Nasıl oluyor da, değer verdiklerimiz bir anda böylesine ucuz ve değersiz olabiliyor. Nasıl oluyor da, bir zamanlar değer verdiklerimizi bir anda ortadan kaldıracak yok edecek kadar yeni bir değerlinin peşine takılıp körlemesine gidebiliyoruz? Acaba biz gerçekten kör müyüz? Elbette ki, yeni değerlerin peşine takılabiliriz. Bunun için daha önce sahip olduğumuz değerleri yok etmemiz gerekmiyor. Böylece pek çok değerli şeye sahip olabilir ve her manada zenginliğe ulaşabiliriz.Şimdi, acaba bir gün ‘‘Sahip olduğumuz zenginliğin değerini kavrayabilecek miyiz’’ diye düşünüyorum, Yasemin'ce...
Yazarın Tüm Yazıları