Yarası kapanmayan sorular

TAHAMMÜLÜN azalıp küçük dilin küfre yaklaştığı günlerde...

Haberin Devamı

Moralin daralıp ruhun sendelediği saatlerde...
Kumdan kalelere tutulan “ben”le “biz”in teklifsiz kızıştığı anlarda...
“Bilek güreşi”nin “ego”yu azdırdığı...
Ve azmış egonun hiçbir teraziye sığmadığı sokaklarda...
Her şeyi 140 karakterle ölçen isimsiz mektupların çağında.
Dijital pankartların arkasına gizlenen...
“Sahipsiz yüzlerin albümü”nde...
Paranoyanın doğruya bölündüğü...
Komplonun yanlışla toplandığı bir zihin ikliminde...
Uzun bir yolculuktan sonra geldiğim evde...
Bir cumartesi sabahı... Gecenin ipi gündüzden ayrılırken...
Bütün aynaları tenzih ederek sordum:
- Eğer saygıyı kaybedersek?...
- Kendisi dahil hiçbir şeye saygı duymayan bir toplum ya da...
Trafikte. Hastanede. Bakkalda. Plajda. Metroda. Pazarda... Bankada. Rekabette.
Ötekinin sırasını diğerinin bencilliğiyle hançerleyen bir düzen nereye varabilir?
Sordum:
- Kimin özgürlüğü ötekinden üstün olabilir?
- Kimin inancı ötekinin aklına mahkûmdur?
- Kimin mahremi diğerinden daha özeldir?
Telefonda... Yatak odasında... Doktorda... İki kişilik her fısıltıda...
- Kamu ne zaman karartılır?
- Birinin mahremini ötekinin hayasızca savurduğu bir ortamda...
- Tecelli özlemindeki adalet hangi vicdana kendisini açıklayabilir?
Sordum:
- Yaya geçidinde durmadığı gibi...
- Önündeki yayanın kalbine kornasıyla çarpıp kaçan şoförün kime oy verdiğinin bir önemi var mıdır?
Sordum:
“Ben kurtuldum ya...” diyen bir komşu, yangının ne zaman söneceğini bilebilir mi?
Her gün denizi kirleten bir ahlak, ne kadar temiz kalabilir?
Gücünü yalnızca banka hesaplarıyla açıklayan bir işadamı...
Estetiği duvarlarına yığdığı tablolarla göstermeye çalışan bir zengin, aslında kerpiçten bir ruh taşıdığını fark edebilir mi?
Sordum:
Menfaatin ideolojiyle parsellendiği bir toplumda...
Elinde terazisiyle bekleyen o mahcup “adalet”, hangi göz doktorundan reçete alabilir ki?
Miyop bir kalp...
Astigmat bir dil...
Zarı atılmış bir kulak...
Hangi rengi diğerinden ayırabilir?
Hangi sözü ötekine anlatabilir?
Hangi aklın sesini duyabilir?
Sordum:
- Memleketin bir tarafında yıllarca kanayan o yara, “barış” merhemiyle ovulurken,
Diğer tarafında “orantısız bir nefret” çoğalırsa...
Mutluluk o topraklara eşitlenebilir mi?
Sordum:
Doğruyu işgal edilecek bir tepe gibi görenler, üzerlerine zırh diye kuşandıkları hırslarından kurtulamazlarsa, özsaygıyı hangi ovalarda bulabilirler?
Dedim ya...
Bugün cumartesi...
Uzaklardan geldim. Gün ağarmıştı artık.
Kimseye saygısızlık etmeden...
Canım biraz soru sormak istedi...

Yazarın Tüm Yazıları