Yandım anam

Pakize SUDA
Haberin Devamı

-Kaçmış kaç?

-42

Dörtle iki arasında nokta yok. O depremde oluyor.

Ormanların ahı tuttu. Biz de yanıyoruz. Cayır cayır. Yani bu satırlar kaleme alındığı sırada. Türkiye'nin gündemi gibi hava sıcaklığı da zırt pırt değiştiğinden yazının yayımlandığı gün nerelerde seyreder bilemem.

Spikerin ağzına bakıyorum. ‘‘Hava sıcaklığı falanca günden itibaren mevsim normallerinde seyretmeye başlayacak’’ dediğinde kalkıp ekranı öpeceğim.

Hele ‘‘Balkanlar'dan gelen soğuk hava dalgası’’nı nasıl özledim anlatamam. Bir gelsin bir daha peşini bırakmayacağım. Balkanlar'a geri döndü diyelim, ben de arkasından.

***

Laf açılmışken; Balkanlar hakikaten soğuk hava deposu gibi. İnsanları da soğutuyor. Bir kızcağız çalıştı bizde; iki üç ay. Balkanlar'dan geçip gelmiş Türkiye'ye. Buz gibi. Ne yaptıysak yüzünü güldüremedik. Kardeşimle ikimizi kapı aralığından bir gözetleyen olsaydı ‘‘Animasyon işi evlere kadar girmiş’’ derdi. Ama heyhat. Başaramadık.

Hiç mi gülümsemedi kaldığı sürece? Gülümsedi. Ama bize değil. Kapıcıya. Hiç mi mutlu olmadı? Oldu. Markete giderken.

Bir hazırlık, bir hazırlık. Ben sahneye çıkarken bile bu kadar hazırlanmıyorum. Saçlar salınıyor, birkaç kıyafet deneniyor, topuklu ayakkabılar giyiliyor, kokular sıkılıyor. Sıcaklık 28 derece ama olsun illaki deri ceket giyiliyor. ‘‘Şapkasız çıkmam abi’’ misali. Market karşıdaki apartmanın alt katı lakin kızımız hareketlerdeki hızlılık ile cazibe arasında ters bir oran olduğu kanısında; bir kilo domatesle bir demet maydonozu alıp gelmesi 1,5 saat sürüyor.

Torbalar asla aşağı sarkıtılarak taşınmıyor. Çengel haline getirilen işaret parmağına takılmak suretiyle sırta vuruluyor. Ve saniyede iki defa olmak üzere, gözün üzerine düşen saç bir baş hareketiyle geriye atılıyor.

***

E, onu ısıtmak için kapıcıyı eve alacak halimiz yok. O da bunu idrak etmiş olmalı ki bir sabah yollarımızı ayırdık. Ilıştıramadan gitti kızcağız. Şimdi nerelerde bilmiyorum. Laleli'de kaynayıp buharlaşmış olabilir.

Son akşam biraz nasihat etmeye niyetlendim olmadı. Televizyonda, masanın üstüne çıkmış göbeğini titreten kızlara bakıp, ‘‘Türkiye'de kadınlar sabah akşam oynilar’’ dedi. Bunun üzerine birşey demeye yüzüm kalmadı.

***

Burada hemen bir parantez açmak zorundayım. Yukarıdaki olay ve kişiler gerçek olmayıp tamamen hayal mahsulüdür. İlgili kişi ve kuruluşlara duyurulur. Ciddiye alıp da ‘‘yabancı işçi’’ muhabbetine falan girmeyiniz. ‘‘Neden böyle bir hikayeye gerek duydunuz?’’ derseniz; sayın ilgili, hiç sizin önünüze boş dosya kağıtlarını koyup da ‘‘Doldur bunları’’ diyen oldu mu? Bana oluyor. Haftada iki defa. E, uydurma kaydırma durumları da olacak haliyle.

***

Gelelim yine sıcaklara

Hani bir laf vardır, ‘‘Allah bu acıyı unutturmasın’’ derler. Yani başka bir acı gelip de bu acıyı solda sıfır bırakmasın. Misal deprem gibi. Her ne kadar dünya kurulalı beri, sıcaktan ölenlerin sayısı endişeye mahal verecek sayıya hiçbir zaman ulaşmadıysa da biz bu işi epey ciddiye aldık. Gazetelerde baş sayfada, televizyonlarda birinci haber.

Kameralar acil servis kapılarında bekleşiyorlar.

Her gelene bir umut koşturuyorlar.

-Çarptı değil mi?

-Evet çarptı.

-Nasıl oldu?

-Tam karşıdan karşıya geçiyorduk...

-Şapka yok muydu?

-Yoktu. Belki de şöför ondan farkedemedi beni. Başımda renkli bir şapka olsaydı...

-Abi sana araba mı çarptı?

-Evet.

-Ya kardeşim ne oyalıyorsun bizi o zaman, şunu baştan söylesene. Biz ‘‘Güneş çarpması’’ olayının peşindeyiz.

‘‘Siz hiç çarpınca adamın bacağını parçalayan güneş gördünüz mü?’’ diyemiyor tabii adamcağız. Can derdinde.

***

Neyse, Allah'tan kaçacak yerimiz var. Kaçıp canımızı kurtarıyoruz. Kimi görsem ‘‘Ne işin var bu sıcakta İstanbul'da?’’ diyor. ‘‘Siz ne yapıyorsunuz?’’ diyorum, ‘‘Biz kaçıyoruz. Bodrum'a’’ diyorlar. ‘‘İyi. Orası serindir.’’ ‘‘Bunun adı kaçmak değil, felaketin üstüne üstüne gitmektir’’ desem adama kahramanlık payesi bahşetmiş olacağım. Bahşeder miyim hiç?

***

Not: Şu anda bir mucize oldu. Spiker ‘‘Yağış geliyor’’ dedi. Dediğimi yaptım; ekranın spikerin sağ yanağına denk gelen kısmını öptüm. ‘‘Zzzt’’ diye bir ses geldi.

Ah teknik!

Cumartesi günü ‘‘Emel, Erdal, Deniz’’ başlıklı yazımın son paragrafı yayımlanmamış. Haliyle yazı bitmemiş, havada kalmış.

Eskiden, yani bu işin içine girmeden önce yazarların günahını alırdım. ‘‘Yazıyı bağlayamamış’’ derdim. Meğer kazın ayağı öyle değilmiş. Görevli arkadaşlar, yazı sayfaya sığmayınca sonunu kesiverirlermiş. Onlar da haklı. Gazetenin altına eklenti yapıp boyunu uzatacak halleri yok.

Tabii ben çekirdekten yetişmediğim için bu teknik konuları yeni yeni öğreniyorum.

Şimdi o yayımlanmayan son paragrafı yazsam neye yarar? Yazıyı okudunuz geçti gitti. Unuttunuz bile.

Bu satırları döşenmemin nedeni, bilin ki ablanız hiçbir yazısını havada bırakmaz, bağlar. Ama maalesef teknik çanıma ot tıkıyor.

Mış Muş...

Serdar Ortaç ‘‘Askerden sonra adam olacağım’’ demiş.

Boru değil bu ‘‘Asrın Hatası.’’ 28 günde tamir edilebilir mi hiç?

8 yıllık eğitim 12 yıla çıkarılacakmış.

Oldu olacak 16 yapın şunu da çocuğun kala kala bir masteri kalsın.

Çiller ‘‘Herkesi kucaklarız’’ demiş.

‘‘Yeter ki gelirken beş on oy getirsin’’ dememiş tabii; onu ben diyorum.

Cumhurbaşkanı Sezer hastanede kuyruğa girmiş.

Yıllarca ‘‘Balık baştan kokar’’ dedik durduk; bakalım kokuşmuşluğumuza ne bahane bulacağız bundan böyle.

Estetik cerrah Onur Erol ‘‘Ajda'yı tablo gibi yaptım’’ demiş.

Şu estetik cerrahların ağzında bakla ıslanmıyor. Hiçbir genel cerrahın ‘‘Falancanın safrakesesini aldım’’ diye beyanat verdiğini duydunuz mu?

Yazarın Tüm Yazıları