Yurttaşların din bilgilerini doğru öğrenmesine özen gösterilmiş ve Tevhidi Tedrisat Kanunu 4. maddesinde “Milli Eğitim Bakanlığı dini bilgiler bakımından yüksek uzmanlar yetiştirmek üzere üniversitede bir ilahiyat fakültesi kuracak, ayrıca imamlık ve hatiplik gibi dini görevlerin yerine getirilmesiyle görevli memurların yetişmesi için de ayrı okullar açacaktır” hükmüne yer verilmiştir. Böylece dinin siyasete alet edilmesi önlenmek istenmiştir.
3 Mart tarihli üçüncü kanunla hilafetin kaldırılması kabul edilmiştir. Bu nedenle, 3 Mart tarihli 3 devrim yasası ‘Türkiye’yi laikleştiren yasalar’ olarak anılmaktadır.
İKKB olarak, Atatürk ilke ve devrimlerine sahip çıkıyor, laik ve bilimsel eğitimden ödün verilmesine, kadını birey olarak görmeyen zihniyete, gerici, bölücü girişimlerle Türkiye’nin geleceğinin karartılmasına, kayıtsız şartsız millete ait olan ulusal egemenliğimizin her kim olursa olsun bir kişiye bırakılmasına hayır diyoruz.
GÜNÜN SÖZÜ
“İSLAMCI seçmene şirin görünmek için Erbakan’a yapılan güzellemeler utanç vericidir, çiğlik ve samimiyetsizliktir. Kimseyi inandıramazsınız. Komik olmayın. Hatırlamıyor musunuz ‘Kanlı mı olacak, kansız mı’ sözlerini?” Mustafa SÖNMEZTHY VE AFRİKACA!
SALGIN sonrasında Avrupa’da en agresif büyüyen havayollarının başında THY geliyor. Türkiye ve Rusya, Avrupa sıralamasında en çok yolcu ile ilk sırada. Rakamlar toparlanıyor ama Türk yolculardan hep şu şikâyet geliyor:
Özellikle Afrika hatlarında havalimanında kontuarda Türkçe bilen personel olmuyor. Sorun çözülemiyor. Türk yolcu, terminalde İngilizceyi bile doğru dürüst konuşamayan yer hizmetleri personelinin eline kalıyor.
Koronavirüste THY de haklı. Yurtdışındaki personel sayısı azaltılmaya çalışıldı. Herkes Ankara’daki akrabasını aradı. Maaşlar dolar ve euro ile. Çok sayıdaki yurtdışı personel ücretsiz izinde.
Eğitim merkezleri yeniden toparlanıp kurslar açılmaya başlanırken İnönü Eğitim Merkezi’nin iki pisti rant ve kamulaştırmaya kurban edilmeye hazırlanıyor. Bir tarafta planörlerin inip kalktığı pist başındaki araziyi İnönü Belediyesi almaya çalışıyor. Amaç çocuk bahçesi, mesire yeri yapmak. Ama bu durum motorsuz hava aracı planörlerin inip kalktığı pist için uçuş emniyetini tehdit ediyor. Piste kısa kalan, motoru olmayan planör çocuk bahçesine mi inmek zorunda kalacak?
DAVA ÜST MAHKEMEYE TAŞINDI
İnönü ve Eskişehir Büyükşehir Belediyesi araziyi almak için dava açmış. Ancak THK yönetimi işi bırakmamış, mahkemeyi kazanmış. Şimdi İnönü ve Eskişehir Büyükşehir belediyeleri işi üst mahkemeye taşıyor. Acaba Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkanı Prof. Dr. Yılmaz Büyükerşen, 1980’lerde büyük savaş vererek açtığı Anadolu Üniversitesi’nin sivil havacılık okulunu unutuyor mu?
Diğer pistin hemen yakınında ise görünmez bir el devreye girmiş. Arazi parsellenmiş. Yapılaşmaya açılacak. Pist doğrultusunda yine uçuşlar riske atılacak.
Bir tarafta kamulaştırma ile belediyeler, diğer tarafta rant ile THK’nın tarihi eğitim merkezinin pistleri risk altına atılıyor.
YİTİP GİDEN HAVALİMANLARI, PİSTLER
Benzer bir durum Bursa’nın şehir merkezinde kalan ve sportif havacılık için kullanılan Yunuseli Havaalanı için de geçerli. Müteahhitlerin rüyalarına giren araziyi budamak için fırsat kolluyorlar. Etrafına dikilen yüksek binalar, yoğun yapılaşma pistlerin kullanılamaz hale getirilmesine neden oluyor.
Neredeyse aynı durum Atatürk Havalimanı için de yaşanmıştı. İki koca pist İstanbul Havalimanı’nın yaklaşma hattını kesiyor diye bir gecede çıkan kararla kırılmış, pist başına hastane yapılmıştı.
CHP Muğla Milletvekili Süleyman Girgin, Muğla’nın kapsam dışı bırakılmasına tepki gösterdi ve il nüfusunun yüzde 60’ının kırsalda yaşadığına vurgu yaparak kente kenevir üretim izni verilmesi gerektiğini söyledi. Muğla ve Milas’ta kenevir ekimi yapıldığını bildiren Girgin, “1980 öncesinde kültür balıkçılığı nedir diye bilinmeyen Muğla’da bugün Türkiye’nin kültür balığının yüzde 50’si üretiliyor Bunlar öğrenilmeyecek şeyler değil. Önemli olan Muğlamızda fazla su tüketmeyen, ekonomik değeri yüksek yeni ürünler ekilmesini sağlamaktır. Kenevirin mucize sayılabilecek özelliklerinin yeni yeni anlaşılmaya başlandı. Nüfusunun yüzde 60’ı kırsalda yaşayan Muğlamız için yeni ekonomik değer niçin olmasın?” diye konuştu.
Girgin ayrıca, “Kenevirin ülkemiz açısından önemini hassasiyetle takip eden gazeteci Yalçın Bayer aracılığıyla iletişim kurduğumuz ASAM Kendir Enstitüsü Başkanı Dr. Erdem Ulaş ile de yaptığımız görüşmelerde detaylı bilgilere ulaştık. Kenevir köylerimizin zenginleşmesini ve geri dönüşü sağlayacak, topraklarımızı temizleyerek hem çiftçiyi, hem kullanıcıyı, hem sanayiciyi hem doğayı destekleyecek bir hazinedir. Çığ gibi büyüyen kenevir lobileri, STK ve hükümet işbirlikleri içerisinde başta ABD olmak üzere, Kanada, Çin, Almanya, Avustralya, İsrail, Hollanda, Fransa’da üretim sahaları süratle oluşturulup, her geçen gün istihsal alanları genişletilmektedir. ABD ekim alanlarını yüzde 150 arttırdı, 2018’de ekimi serbest eyalet sayısını 38’e çıkarttı” dedi.
BALKANLAR BİZİ GEÇTİ
Girgin “İsrail’de tıbbi kenevir üretimi için yaptığı Ar-Ge’ler neticesinde sağlık bakanlığından kanunu geçirdi. Kanada’da 100 bin hektar alan kenevir ekimi yapılıyor. Hollanda’da ekim ve üretim yüzde 200 arttırıldı. Romanya’da 2 laboratuvar ve 1 işleme tesisi kuruldu. Tarımsal ürünlerde Avrupa lideri olan Hollanda yeni Ar-Ge üsleri kurmak kaydıyla kenevir türlerinin gen kodlarını araştırıyor. Almanya’da tıbbi kenevir talebine yetişilemiyor. Almanya, AB’yi komşu ülkelerde ekim yaptırmak üzere fonluyor. AB fonları ile Romanya’da kenevir mamullü yemekler ve 100 bin dekar ekim alanı, Bulgaristan’da fonlar ile 60 bin dekar ekim alanı, Yunanistan’da İskeçe başta olmak üzere 30 bin dekar ekim alanı ve kenevir istihsal bölgeleri oluşturuldu ve ekimler serbest bırakıldı” diye konuştu.
GÜNÜN SÖZÜ
“ELON Musk’ın tonlarca parası var ve bu konuyu iyi biliyor. Bu yüzden Bitcoin’in düşüp yükselmesi konusunda bir kaygısı olduğunu sanmıyorum. Ama onun kadar fazla parası olmayan insanların bu tip çılgınlıklara katılmasını doğru bulmuyorum. Eğer Elon Musk kadar paranız yoksa bu işlerden uzak durun.” Bill Gates
BATI TRAKYA’DA ABD İSTENMİYOR
YUNANİSTAN
Turfanda üretim, tesis kurulduktan sonra toprak işleme ile başlar. Bu işlem traktörlerle yapılır. Daha sonra toprakta kalıntı bırakmayan kimyasallar da kullanılarak toprak dezenfekte edilir. Bu işlemde kullanılan mazot, traktör ve kimyasal fiyatlarında düşüş oldu mu? Hayır!
Toprak hazırlandıktan sonra tohum veya fidan dikim işlemleri yapılır. Daha sonra da sulama, gübreleme ve ilaçlama işlemleri gerçekleşir. Fide, fideleri sulama için gereken elektrik, zirai ilaç ve gübre fiyatlarında düşüş oldu mu? Hayır!
Sert kış günlerinde ürünlerimizi dondan korumak için seralarımızı ısıtmamız gerekir. Yakıt olarak kullanılan mazot, fueloil, doğalgaz ve kömür fiyatlarında indirim oldu mu? Hayır!
Sebze üretimini yaptıktan sonra ürünlerimizi toptancı hallerine götürürüz. Buraya götürürken nakliye, hallerin çiftçilerden aldığı vergiler, paketleme giderleri, devletin hallerden aldığı vergilerde indirim oldu mu? Hayır!
Hallerden metropollere ürün nakliyesi yapan lojistik firmaları vardır. Gerek mazot gerekse de firma giderleri için bir vergi indirimi veya teşvik ödemesi oldu mu? Metropollerdeki hallerde uygulanan bir vergi indirimi veya teşvik oldu mu? Tabii ki de hayır, hayır, hayır...
Gazipaşa’da en çok turfandası yapılan ürün salatalıktır. Üretim maliyeti 2.5. TL/kg civarındadır. Çiftçi eğer 2.5 TL’den aşağıya satarsa zarar eder. Üretim aşamasından sonraki giderler hep aynıdır. Paketleme giderleri, lojistik giderleri, vergi giderleri çok büyük bir devalüasyon olmadıkça aynıdır.
Tüketiciye ulaşana kadar sebze ve meyve fiyatlarındaki artışta dövizin etkisi o kadar fazla değildir. Eğer halkımıza ucuz sebze-meyve yedirmek istiyorsak üreticilerimize, paketleme ve lojistik firmalarına destek verilmelidir. Bu destek, çiftçilerimize üretim girdileri için vergi indirimi olabilir. Paketleme tesisleri için destekleme ve enerji indirimi olabilir. Lojistik firmaları için de ucuz mazot, köprü ve otoyolların bedava veya ucuz kullanımı olabilir.
Yani sırf döviz fiyatları gerilediği için sebze-meyve fiyatlarında düşüş beklemek hayalciliktir.
Merkel, başbakan olarak 2000’li yılların başında Türkiye’ye ilk geldiğinde yaptığı toplantıda imtiyazı ortaklık önerisini tekrarlamıştı. “İmtiyazlı ortaklığın ne olduğunu anlamamız için elinizde bize sunabileceğiniz bir rapor var mı?” soruma, yardımcısına danışarak “Şu anda elimizde değil ama 2 hafta içerisinde size ulaştırırız” cevabını verdi.
Bir ay sonra, o toplantıda da bulunmuş olan Ankara’daki Alman büyükelçisine bir yazıyla Şansölyeden herhangi bir cevap almadığımı belirttim. Kısaca “Talebiniz Bonn’a iletildi” dendi. Daha sonra başbakanlığa gönderdiğim mektuplar cevapsız kaldı. İşin özeti şudur: Almanya başta olmak üzere Türkiye’ye tam üyelik dışında ne sunabilecekleri hususunda AB’nin kendisinde ve diğer hiçbir AB ülkesinde veya bir AB kurumunda, üniversitesinde taslak halinde dahi bir rapora veya ön çalışmaya rastlamadım. Varsa da erişemedim.
Sayın Merkel’in imtiyazlı ortaklık teklifinin iyi niyete dayandığına kesinlikle inanıyorum. Ama ne yazık ki altı boş bir öneri. 5 yıldır 4 milyon Suriyeliye en insani koşul ve olanakları sağlayan Türkiye’nin kıymetini bilmeyen, Birleşmiş Milletler’in 4 ayrı kararına imza atarak Karabağ’ın Azerbaycan toprağı olduğunu kabul eden ülkelerin “Türkler Ermenistan topraklarını işgal ediyor” diye çığlık attıkları, 25 yıllık Gümrük Birliği’nin yenilenmesini dahi gündeme almayan bir AB’de basit bir raporu dahi olmayan imtiyazlı ortaklık önerisi havanda su dövmekten öteye gitmez.
Bülent AKARCALI-Eski milletvekili ve bakan
OTOYOL ÜCRETLERİ VE MÜCBİR SEBEP
BİRÇOK kamu tesisi, özel şirketlere yaptırılıyor ve bunlara para kazanma garantisi veriliyor.
Otoyol köprüler ve tünellerde ‘araç geçiş’, havalimanı gibi ulaşım yerlerinde ‘yolcu garantisi’, hastanelerde ‘hasta’ garantisi gibi... Geçsen de geçmesen de hasta olsan da olmasan da bu paraları ödüyorsun. Üstelik bu yerlerin ücretleri çok yüksek. Örneğin İstanbul’dan Osmangazi Köprüsü’nden İzmir otoyol geçişi 367 lira, uçakla gitsen daha ucuz. Bir diğer şaşırtıcı gerçek: Garantili kazanç sağlayan bu yerlerin yapım ücreti, uzay yolculuğundan bile daha pahalı. Mars’a gidişin maliyeti 2.8 milyar dolar iken, İzmir Otoyolu’nun maliyeti 11 milyar dolar. Yani özel şirketlere İzmir’e otoyol yaptırana kadar, Mars’a 4 kere gidip gelebilirsin.
Yetmedi, mücbir sebep, yani beklenmeyen, olağanüstü hal durumlarında bu ücretlerde hiçbir ayarlama yapılmıyor. Salgın hastalık çıksa, geçiş ve kullanım yasakları gelse, bu hizmetler kullanılmasa bile yüksek ödemeleri yapıyorsun.
Bu barajların yerleri için genellikle yeraltında su tutan tabakanın sığ olduğu dar vadi bölgeleri tercih edilir.
AVANTAJLARI NELERDİR?
Yeraltı barajlarında tesislerin hemen hemen tamamının yeraltında olması nedeniyle yerüstü rezervuarlarındaki gibi çok uzun süren kamulaştırma çalışmaları yapılması, kamulaştırma bedeli ödenmesi söz konusu değildir. Bunun yanı sıra suyun depolanması tamamen yeraltında olduğundan yeraltı barajları yüzeysel kirleticilere karşı güvenlidir. Biriken suyun buharlaşma kaybı olmaz. Ayrıca toprak örtüsü ve altındaki tabaka yeraltı barajına süzülen sular için doğal arıtma işlevi görür.
Ancak yeraltı barajlarında özellikle akış yukarısında tarımsal faaliyet bulunan projelerden gelen nitrat kirliliği, yeraltı baraj suyunun kalitesini düşürebilir. Barajın akış aşağısına su geçmediği için orada da sorunlar yaşanabilir.
Türkiye’de bu konudaki ilk çalışmalar DSİ tarafından 1990’lı yıllarda Çeşme ve Sivas’ta içme suyu amaçlı başlatılmış ancak asıl inşaata geçiş 2003’te Kırıkkale ve Çorum’da gerçekleştirilmiştir. Son 10 yılda bu inşaatlar artmış ve İskilip ve Baskil, Elmadağ, Yahşihan, Kalecik, Malıboğazı projeleri yapılmıştır. Ülkemizde yapılan yeraltı barajları daha çok yerel tarımsal sulama amaçlı gerçekleştirilmiştir.
KURAK DÖNEMLERDE KURTARICI
Bu barajlar daha çok yerel ölçekte içme suyu ve sulama suyu ihtiyacı için kullanılabilirler. Orta Anadolu başta olmak üzere Türkiye’nin birçok bölgesinde bu barajlar kuraklıkla mücadelede su yönetimi araçlarından biri olabilir. Ancak Türkiye’nin yeraltı suyunu koruma ve kullanma ile ilgili eksiklerini hızla tamamlaması gerekir.
Dursun YILDIZ-İnşaat mühendisi, su politikaları uzmanı, Su Politikaları Derneği Başkanı
Öncelikle Schengen bölgesinin Türklere açılmayacağı ortaya çıktı. Buna karşılık AB’de özel statü çerçevesinde Avrupa Güvenlik ve Savunma Kimliği’nde yer almamız, ikinci ayak olarak Gümrük Birliği Anlaşması’nın güncellenmesi ve Türkiye’nin taraf olmasıyla birlikte kararlarda imzası olması gerekli. 20 Ocak’ta işbaşına gelen Biden, önemli bir adım olarak Transatlantik Paktı’nı tartışmaya açacak ve gerçekleştirecek. Dolayısıyla Gümrük Birliği’nin yenilenmesiyle bizde bu paktın içinde olabiliriz. Üçüncü olarak, özel statü ayağını ise AB bütçesine katkı vermek ve katkı almak oluşturmalı. Bu üç adım, Türkiye’nin AB’ye giden yolunda şu anda alacağı en büyük mesafe olacak.
AB’ye tam üyeliğin diğer iki ayağı olan politik katılım ve serbest dolaşım hakkı, şu an için fazla gerçekçi görünmüyor. Politik katılım, önemli bir diğer ayak olarak ortaya çıkıyor. Bu konuda da AB ülkeleri büyüklük açısından Almanya’yla aynı düzeyde olan 83 milyonluk Türkiye’nin 76 parlamenter ve 29 oy hakkı ile AB Konseyi’nde yer almasını istemiyor. Bunlar ilk 3 ayaktan sonra tartışılacak konulardır.
TAVAK Vakfı olarak ‘AB ile Türkiye arasında imtiyazlı ortaklık’ meselesini önemli buluyoruz. Bu konuda 2000’li yılların başında Almanya Başbakanı Merkel’in ve Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy’nin ortaya attığı imtiyazlı ortaklık statüsü, Türkiye’nin önünü açacak ve Avrupa’nın da yararına olacak bir konudur. Son günlerde bunu TAVAK Vakfı olarak gündeme getirmekteyiz ve Türkiye’de de kamuoyunun bu konuyu gündeme almasında da büyük yararlar görmekteyiz.
GÜNÜN SÖZÜ
“MÜKEMMEL insan olmayın, iyi insan olun.” Doğan CÜCELOĞLUTÜİK’TEN ‘DOSDOĞRU’ VERİLER BEKLENİYOR
AÇIKLADIĞI enflasyon ve işsizlik rakamlarıyla kamuoyunun tepkisini çeken TÜİK Başkanı’ndan siyasi irade de hoşnut olmadı ki değiştirildi.
Mutfakta yangına yol açan, dar gelirli milyonlarca insanın pahalı fiyatından ötürü yanına bile yaklaşamadığı temel tüketim maddeleri ile çarşı-pazar enflasyonunun yüzde 40’a dayandığı ortamda TÜİK, 2020 yılı enflasyonunu akıllara ziyan bir şekilde yüzde 14.6 olarak açıklamıştı. Ucuz kış sebzeleri pırasa ve karnabaharın bile kilosu 10 liradan satılıyor. Nasıl oluyor da enflasyon yüzde 14 çıkıyor? Anlamak olası değil. Düşük açıklanan enflasyon rakamından memur ve emekli maaşlarına cüce zam yapılıyor, kaybeden sabit gelirli oluyor.
Meclis’te yapılacak genel görüşmede bu konuların açıklığa kavuşturulması gerekiyor.
Terörle mücadelede, muhalifi-muvafığı herkes, sonuna kadar iktidara destek oluyor.
İktidar ise ABD Dışişleri Bakanlık Sözcüsü bir zibidinin açıklamasını muhatap alıyor, muhalefete sataşıyor.
Suriye’nin kuzeydoğusunda, binlerce TIR’lık lojistik destekle eşkıyaya ordu kuranların kaçırılan insanların akıbetini dert etmesini beklemek, Trump’tan okeye dördüncü olmasını beklemeye benziyor.
Biz kendimize bakalım.
TSK, FETÖ illeti ile enfekte edilmesine rağmen bugün ahlak ve moral kapasitesinin, fiziksel kapasitesinin çok üstünde olan dünya çapında bir güç.
Libya, Suriye, Azerbaycan/Karabağ; her yerde bayrak gösteriyor. Uğradığı Ergenekon zilletine rağmen vatan mevzubahis ise ateşin üzerine yürüyor.
Kandil’e bayrak dikmekten bahsedenler, gün bugündür.
“Hemen hemen her eğitim sistemi başarıya çok odaklı. Öğrenciler illa başaracak. Başarmak üzerine, ana-baba, mahalle baskısı var. Çocukların başarısızlıktan ödü patlıyor. Özgürlüğün olmadığı bir ülkede yaratıcılık da olmaz ve Türk eğitim sistemi hiçbir şekilde özgür değil. Militarist bir eğitim sistemimiz var. Okul binalarına bak, resmen hapishane. Demokratik bir ülkede eğitim bakanlığı, MEB bile değil, hükümetlerden, ideolojilerden bağımsız olmalı.
Bir üniversitede matematik, felsefe, sanat mutlaka olmalı. Çünkü bunlar meslek değildir. Bir varoluş ve düşünme biçimidir. Belli bir işe yaramaz. Hiçbir işe yaramadığı için her şeye yarayan dallardır bunlar. Ama toplumda prim yapmazlar, para kazandırmazlar, bunlar meslek değillerdir.
Bunların desteklenmesi gerekir. Temel bilim olmadan teknolojik gelişme olmaz. Türkiye bir mühendisler ülkesi. TÜBİTAK’ı da maalesef mühendisler ele geçirmiş. Bilimsel gelişmeyi teknolojik gelişme olarak algılıyorlar. Tek amaçları elektrikli araba yapmak. En sonunda yapacağım bir tane elektrikli araba, önlerine koyacağım. Toplum çok değişti. Sürekli internet, televizyon, cep telefonu... Hep bir dış etken var. Çocuklar hiç yalnız kalamıyor. Oysa düşünmek demek yalnız kalmak demektir. Temel bilimlerde iyi olmak için zeki doğman gerekmiyor, yoğunlaşabilmen gerekiyor. Temel bilimlerde, mantıkta, matematikte iyi olmak bu konuda çalışmaktan değil yazmaktan ve okumaktan geçer. Bana anne-babalar ‘Ne yapalım çocuğun matematikte gelişmesi için’ dediklerinde; bol bol kitap okusun, spor yapsın, sıkılıncaya kadar tek başına kalsın derim. İnsanın kendi zihninden zevk almayı öğrenmesi lazım.”
GÜNÜN SÖZÜ“MEMLEKETİN yarısı düşünmekten uyuyamıyor, diğer yarısı da uyumaktan düşünemiyor.” Ersoy ÖNGÜNCHP’de ince taktikler hoş karşılanmıyor‘MEZHEPSEL DARBE’
CHP’de, partiye yakışmayan şeyler oluyor. Yine rollerde İmamoğlu ve Kaftancıoğlu yer alıyor.
Anlatılanlara göre, Ekrem İmamoğlu kendisine yakınlığı ile bilinen ve babasını kaybeden Sultanbeyli İlçe Başkanı Hayati Bozkaya’ya beş gün önce taziye ziyaretinde bulunuyor. Bu arada “Bizi niye çağırmadınız” diye Bozkaya’ya tepki gösteren 9 ilçe yönetim kurulu üyesi istifalarını veriyor. Toplu istifa nedeniyle yönetim düşmüş oluyor. Bu arada duruma müdahil olan il başkanı Canan Kaftancıoğlu’nun istifaları hemen kabul etmesi dikkat çekiyor. İstifaların hiç olmazsa bir gün sümen altı edilmemesi krize sebep oluyor. Birçok üye ‘ince taktiklerin’ partiye yakışmadığını söylüyorlar. İlçenin düşmesi nedeniyle tepkili olan ilçe başkanı Hayati Bozkaya, sosyal medyadan yaptığı açıklamada “Sultanbeyli’de yakalamış olduğumuz siyasi ivmeyi bu arkadaşlar çıkarları ve menfaatleri uğruna aşağı doğru çekmişlerdir” diyor.
CHP, Sultanbeyli’de ilk defa meclis üyesi çıkarmıştı. Bunun yanı sıra istifacılardan 5’inin de Ataşehir Belediyesi’nde çalıştığı gündeme getirilmişti.
Sultanbeyli, Kars, Ardahan ve Iğdır Derneği de bir açıklama yaparak istifaları “
Dünkü grup toplantısında, herkesi ‘işbirliğine’ davet etti. Onlar-bunlar diye diye bugünlere geldi ama bugün, ‘toplumsal sözleşme’ için kimseyi dışlamıyor, en azından görüntü öyle.
Ortak noktaların varlığından bahsediyor, farklı düşünceler için de bir uzlaşma süreci öneriyor.
Cumhur ittifakı üzerinden bütün Türkiye’ye ayar vermekten vazgeçmiş bir hali yok ama anayasa konusunda paydaş görünenlere çiçek atıyor, tatlı sos olarak da Cumhuriyet’in yüzüncü yılına vurgu yapıyor.
Özetle, muhalefete “Zamanının en modern devlet projesi olan Cumhuriyet, muhtelif denemelere rağmen şöyle dört başı mamur bir anayasa yapmayı beceremedi, biz cumhur ittifakı olarak bu işe sıvandık, bir el atın” demeye getiriyor.
Sanırsınız, ‘aküsü boşalmış bir araba’ koca Cumhuriyet, elbirliği ile yokuş aşağı vurdurulup çalıştırılacak.
Adalet Bakanı, “1921 Anayasası’nın ruhu ile Cumhuriyet’i taçlandıracağız; her inancın, her anlayışın yansıtıldığı bir toplumsal sözleşme” müjdesini vermiş!
Tarih konusunda bir yanılgı var gibi, neden 1924 (Cumhuriyet sonrası) Anayasası değil de Cumhuriyet öncesi 1921 Anayasası referans alınıyor net değil, ayrıca madde içerikleri bakımından, hedeflenen uzlaşma ve bugünkü Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile hiç alakası yok.
- İcra kudreti ve teşri selahiyeti; milletin yegane ve hakiki mümessili olan TBMM’de tecelli ve temerküz eder. (m. 2)
İşsizlik oranı 0.4 puanlık azalışla yüzde 12.9 düzeyinde gerçekleşti. İstihdam edilenlerin sayısı da bir önceki yılın aynı dönemine göre 1 milyon 103 bin kişi azaldı. İş bulma umudu olmayanların sayısı ise 1 milyon 674 bine çıktı.
TÜİK’in rakamlarına baktığınızda “Oh ne güzel, işsizlik azalıyor” diyebilirsiniz. Ancak enflasyonda olduğu gibi işsizlik verilerinin de günlük yaşamdaki gerçeklerle uzaktan yakından ilgisi yok!
Bu nasıl azalmadır ki hâlâ üniversite mezunu her üç gençten biri iş kapıları yüzlerine kapandığından umutsuzca evde oturuyor... Hâlâ işsizler ordusu İŞKUR’un önünde başvuru kuyruğu azalmıyor... Bu nasıl azalmadır ki hâlâ salgından ötürü kapanan işyerlerinde işlerine son verilenlerin sayısı çığ gibi büyüyor... Bu nasıl azalmadır ki hâlâ işlerini yitirenlere ödenen kısa çalışma ve ücretsiz izin ödeneği alanların sayısı yükseliyor... Belediyelerin önü iş arayanlarla dolu...
Resmi verilerin dışında gerçek işsiz sayısı salgınla birlikte 10 milyonu aştı. Milyonlarca işsiz çaldığı kapıların kapanmasından ötürü umudunu tüketerek İŞKUR’a artık başvurmuyor. Yani TÜİK’in aksine gerçek işsiz sayısı büyümeye ve ürkütmeye devam ediyor. Toplumda o kadar geliri azalan ve işsiz sayısı var ki, her akşam TV ekranlarından izliyoruz. TÜİK’in verileri inandırmıyor, tebessüm ettiriyor. DİSK Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu da verilerin gerçek tabloyu yansıtmadığı, işsizliğin daha da derinleştiğini söyledi.
Şükrü KARAMAN
GÜNÜN SÖZÜ“DÜŞÜNCEYE düşünceyle karşı çıkılır, cezayla değil.” İoanna KUÇURADİ
BELTUR’A BİG CHEFS’TEN GENEL MÜDÜR
İBB
Birleşmiş Milletler 2021 yılını ‘Uluslararası Meyve ve Sebze Yılı’ ilan etti. Bu yıl beslenmede meyve ve sebzenin öneminden, üretimden tüketime çalışmalar yapılacak, etkinlikler düzenlenecek. Dünya Sağlık Örgütü’ne göre insanların günlük ortalama en az 400 gram meyve, sebze tüketmesi öneriliyor. Ocak ayı istatistiğine bakıyoruz, işlenmemiş gıda yani yaş meyve ve sebze fiyatları yıllık bazda yüzde 10.22 yükselmiş görünüyor. Gerçekte bunun da daha yüksek olduğu muhakkak.
Yine verilere bakarsak Türkiye, dünya sebze üretiminde 4. sırada, meyve üretiminde 5. sırada görünüyor. Buna göre, ülkemiz ‘sebze ve meyve ambarı’ olmalı. Ama bu fiyatlarla ne doğru dürüst alıp tüketebiliyoruz, ne de bu potansiyeli ülke olarak yeterince değerlendiriyoruz. Bu sütunlarda tarım ve gıda konularına sıkça yer veriyoruz. Üreticiden, tüketiciden aldığımız mesajlara bakılırsa hem üreten, hem de tüketen şikâyetçi.
TARLA İLE MARKET FARKI
Hangisinin penceresinden bakarsanız bakın, herkes kendine göre haklı. Kimse bu durumdan memnun değil. Çünkü tarla ile market arasındaki fiyat farkı, ekonominin kurallarıyla izah edilemeyecek derecede yüksek. Halk, haklı olarak sebze ve meyve fiyatlarındaki ‘hızlı artışı’ sorguluyor. Üreticiler de haklı olarak sattıkları ürünlerin marketlerdeki yüksek fiyatlarına aynen tüketiciler gibi anlam veremiyor. Üretici, örneğin 1 liraya sattığı domatesin İstanbul’a gelinceye dek 7-8 lira olmasına şaşırıyor.
Kurulan ‘Gıda ve Tarımsal Ürün Piyasaları Analiz Müdürlüğü’ bu konuda çalışacak. 8 Şubat’ta faaliyete geçen bu müdürlük bakalım ne rapor verecek, göreceğiz. Biz de takipçisi olacağız. Üreticinin daha çok kazanacağı ama tüketicinin de daha makul fiyata satın alabileceği bir sistem bulunmalı. Yoksa tek bir ürünü alıp kamu aracılığıyla veya belediyeler aracılığıyla satmak çözüm getirmez. Makul fiyata bir litre ayçiçeği veya bir adet ekmek almakla sorun çözülmüyor. Ne üretici, ne tüketici bu durumdan memnun değil. Ekonomi yönetimi de hoşnut değil, çünkü enflasyon sepetinde gıda fiyatları ve özellikle yaş meyve ve sebze fiyatlarındaki artış enflasyon artışına da yol açıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da konuya bizzat el atması boşuna değil.
GÜNÜN SÖZÜ
“AKP’yi sorguladık diye terk edildik. Siyaset doyma ve doyurma yeri değildir. Tüm kurumlara zarar verildi, dış politikada kimliğimizi unuttuk.” Kemal ALBAYRAK - AKP kurucusu
CİNAYETE YASAL KORUMA SAĞLANAMAZ
“Sigara bağımlılığını artık bir hastalık olarak kabul ediyoruz” diyen Prof. Kılınç, “Sigara bağımlılığı, istendiği zaman terk edilen bir durum, basit bir alışkanlık ya da sosyal bir davranış değildir. Yüksek tansiyon, şeker hastalığı, verem gibi tedavisi mümkün olan bir hastalıktır. Sigara bağımlılığı sağlık çalışanları tarafından müdahale edilirse, bilimselliği kanıtlanmış etkili ilaçların yardımıyla kolayca tedavi edilebiliyor. Tüm tütün mamulleri, elektronik sigara ve diğer ısıtılmış tütün ürünleri de dahil, güçlü bir bağımlılığa yol açan nikotin içerir. Maalesef nikotin bağımlılığı, diğer eroin, kokain gibi madde bağımlılıkları ile eşdeğer bir bağımlılıktır” dedi.
ALO 171’İ ARA
Prof. Dr. Oğuz Kılınç “10 sigara içene sorduğunuzda 7’si ‘Sigarayı bırakmak istiyorum’ diyor. Ancak bu 7 kişiden sadece 3’ü sigara bırakmak için herhangi bir girişimde bulunuyor. Hastaların kendi kendilerini bağımlılıktan kurtarması 100 kişiden 3-4’ünde mümkün olabiliyor. Gerekli etkili tedaviler uygulanırsa tütünden kalıcı olarak kurtulma oranı yüzde 30’a kadar çıkabiliyor” diyor.
ALO 171’i arayarak en yakın sigara bırakma polikliniğinden randevu alın ve sigaradan elinizi çekin!
GÜNÜN SÖZÜ
“CHP’li arkadaşlarla yolumu ayırıyorum. FETÖ’cülerle, Soros’çularla yolumu ayırıyorum. Henüz bıyıklarım terlememişti, o zaman dağlara taşlara CHP ve Karaoğlan yazan bir gençtim. O zamandan beri Atatürkçüyüm, Cumhuriyetçiyim ve kurucu değerlere sahibim. Türkiye sahipsiz değildir. Girin koluma.” Muharrem İNCE
PANDEMİ BAKLİYATIN ÖNEMİNİ ORTAYA ÇIKARDI
Türkiye’de santral bazında sağlık etkilerini ve buna bağlı maliyetleri hesaplayan ilk çalışma olan rapor, kömür santrallarının yarattığı kirliliğin her yıl 53.6 milyar TL’ye yakın sağlık maliyetinin olduğunu ortaya koyuyor. Bu ise toplam sağlık harcamalarının yüzde 27’sini oluşturuyor. Rapor aynı zamanda kömürlü termik santralların yarattığı hava kirliliğine bağlı olarak her gün 13 kişinin hayatını kaybettiğini ortaya koyuyor ve aralarında filtreli santralların de bulunduğu en kirli 10 termik santralı açıklıyor.
- 2019’da Türkiye’de işletmede olan linyit, taş kömürü veya asfaltit kullanan 28 adet büyük elektrik santralını (100 MW ve üzeri kurulu güce sahip) inceleyen raporun başyazarı, HEAL Türkiye Sağlık ve Enerji Politikaları Kıdemli Danışmanı Funda Gacal, “2019’da Türkiye’nin sağlık harcamaları 201 milyar TL olarak açıklandı. Bu meblağının yüzde 27’si ise kömür kaynaklı sağlık sorunlarına harcandı” diyor.
KRONİK VE AKUT
Kömürlü termik santrallar, pek çok kronik ve akut hastalığın nedeni. 2019’da bu santrallar Türkiye’de 26 bin 500 çocuk bronşit vakası, 3 bin erken doğum, 3 bin 230 yetişkin bronşit vakası, bununla birlikte 11 milyon 300 bin hasta geçirilen güne ve hastalık nedeniyle 1.4 milyon iş günü kaybına neden oldu.
Kömürlü termik santralların yol açtığı erken ölümler de raporun temel bulguları arasında yer alıyor. Buna göre, 2019 yılında bu santrallar yaklaşık 5 bin erken ölüme neden oldu, yani günde ortalama 13 kişi kömürün yarattığı kirlilik nedeniyle hayatını kaybetti. 19 GW’lık mevcut kurulu kömür gücüne ek olarak toplam 33 GW’lık 30 yeni kömürlü termik santral projesi bulunuyor.
FİLTRE TAM ÇÖZÜM DEĞİL
Raporun başyazarı Gacal, kömürlü santrallarda en iyi filtre sistemlerinin dahi bacalardan yayılan hava kirleticilerini yalnızca bir noktaya kadar azaltabildikleri için kronik hava kirliliğine çözüm olmuyor. Halk Sağlığı Uzmanları Derneği’nden (HASUDER) Yrd. Doç. Dr. Melike Yavuz, kömürlü termik santrallar başta olmak üzere tesis bazında hava ve suyu kirleten tüm emisyon verilerinin kamuya açılması gerekiyor. Bazı öneriler de şöyle:
“Mevcut ve eskimiş kömürlü termik santralların en kısa sürede kapatılması ve yenilerinin inşa edilmemesi. Sağlık ve çevre etki değerlendirmeleri ile bilinçli enerji seçimleri yapılması. Enerji sektöründe şeffaf bir raporlama sistemine geçilmeli, sağlık istatistikleri kamuya açılmalı. Enerji, iklim ve temiz hava konularının görüşülüp, karara bağlandığı yerlerde sağlık aktörlerin yer almalı.”
Ancak engel olmak yerine İstanbul, Ankara, İzmir örgütlerine dayatmalı il başkanları atandı. Yetmedi, kurultay alelacele yapılarak sağlıklı bir değişimin önü kapatıldı. Ve yok hükmünde bir kurultay yapıldı.
Arkasından eski MYK yapısı neredeyse aynen korundu. Seçilemeyen MYK üyeleri “danışman” adı altında yeniden atandı. Adeta kurultay sonuçları yok sayıldı.
Daha önemlisi, tepki çeken Oğuz Kaan Salıcı ve Seyit Torun gibi isimlerle eski MYK üyeleri yeniden atandı. Yalnızca Canan Kaftancıoğlu ve Oğuz Kaan Salıcı isimlerinde ısrar edilmeseydi belki CHP’de bu kadar tepki olmazdı. Kılıçdaroğlu ve İmamoğlu’nun desteğine rağmen Kaftancıoğlu il kongre delegelerinin yarısının bile oyunu alamadı.
Ne Kaftancıoğlu’nun ne Salıcı’nın ne de söylendiği gibi ‘10 Aralık Hareketi’nin CHP’de bir gücü ve karşılığı yok. Kılıçdaroğlu’nun ısrarlı çabalarıyla varlar. Bugün yönetimden alınsalar, yarın selam verenleri olmaz. Peki, Kılıçdaroğlu bu isimler üzerinden kriz yaratacağını bile bile bu isimleri neden yönetimde tuttu?
Yoksa Kılıçdaroğlu CHP’de bir ayrışma için durumu fırsata mı cevirdi?
GÜNÜN SÖZÜ
“ZAMAN
Aşı merkezleri şimdilik kapandı. Almanya’da dün itibarıyla 57 bin kişi virüs kurbanı oldu. Virüs bulaşan sayısı 2.2 milyon civarında. Alman Sağlık Bakanı Jen Spahn, aynen şöyle demiş: “Temelde Almanya’da Rus ve Çin korona aşılarının kullanımına açığız. Bir aşının üretildiği ülkeden bağımsız olarak güvenli ve etkili olduğu tespit edilirse, pandemiyle başa çıkmaya yardımcı olur.” Bavyera Eyaleti Başbakanı da “Rus ve Çin aşıları da Avrupa’da test edilmeli. Güvenli ve verimli ise bunları da kullanalım” demiş... Bu haberleri duyan Rusya da AB’ye ikinci çeyrekte 100 milyon doz ‘Sputnik V’ aşısı sağlayabileceğini, aşının onaylanması için Avrupa İlaç Ajansı’na başvuru yapıldığını duyurdu. Merkel eyalet başbakanları, sağlık bakanları ile ‘aşı zirvesi’ yapıyor. Ancak açıklamalara göre, zirveden pek bir şey çıkmayacağı söyleniyor.
Manzaraya göre, galiba biz Avrupa’ya göre daha iyiyiz diyebilir miyiz?
GÜNÜN SÖZÜ
“KEMALİZM milli ve evrensel bir ideolojinin adıdır. ‘Sosyal demokrasi’ ise beynelmilel ve gayrimilli bir doktrinin adıdır.”
Tahir ÇALGÜNER
‘MİTOLOJİNİN OĞLU’NU UĞURLADIK
“ŞADAN Gökovalı’ya arkadaşım, oğlum desem azdır. Çünkü mevcut insanlar arasında beni temadi ettirecek, daha doğrusu temadi ettirmeye en müsait insan odur. Ölürsem ölüm bana galebe çalmamış olacak. Çünkü Şadan var.” (Cevat Şakir)
Balıkçı’nın gözünde ölümsüzlük idi Gökovalı
Ülkemizde gıda fiyatları da halkın canına tak etti. Her kafadan bir ses çıkıyor. Halbuki üniversitelerin görevi, öncelikle bunu çoktan bilimsel araştırıp halka duyurmak ama nedense yapmıyorlar. Fahiş artışın sebebi nedir? Üretici mi, aracı mı, zincir marketler mi? Tarladan sofraya uzanan zincirde fiyatların artmasının nedeni ne? Nihayet devlet konuya el attı. Takip ve kontrol mekanizması kurdu. Anormal fiyat artışları takip edilecek. Almanya’daki dostlarla telefonla konuşurken gıda fiyatlarını sorduk. Salgına rağmen yüzde 2-3’ü geçmemiş. Mesela zeytinyağı. Nakliyatı da dikkate alırsak zeytinyağı fiyatı neredeyse aynı. Biz en fazla zeytini, yağını üreten ülkeyiz. Almanya’da zeytin ağacı mı var?
AKIL OYUNLARI
Almanya’daki dostumuz telefonda ‘Akıl Oyunları’nı hatırlattı. Baktık, fiyat artışları bize 2015’te üzücü bir trafik kazası sonucu hayatını kaybeden, Nobel ödüllü matematikçi John Nash’i hatırlattı. Nash’in hayatını anlatan ‘Akıl Oyunları’ filmine de konu olan ünlü ‘oyun teorisi’ ile sadece matematikte değil hayatın birçok noktasında çığır açmıştı. Detaya girmeye gerek yok. Klasik ekonomide rekabet her zaman tüketici lehinedir, rekabet artıkça fiyatlar düşer. Ama rekabetin yönetilmesi oyun teorisinin iyi okunmasına bağlıdır. “Herkes kendisi için en iyi olanı yaparsa en iyi sonuca ulaşır” denilir. Ancak Nash durumun hiç de öyle olmadığını anlatır. Nash “En iyi sonuca ulaşmak için bireylerin hem kendisi hem de herkes için en iyiyi yapması gereklidir” der, ‘denge’nin böyle bulunacağını gösterir.
Bu bize neyi gösteriyor? Tüketiciler uygun fiyat peşinde koşsa bile diğer oyuncular, yani zincir marketlerin stratejileri sabit kaldığında denge değişmez. Strateji değiştiren oyuncu, kendi durumunu tek taraflı olarak iyileştiremez. Adam Smith’in “Gruptaki herkes kendisi için en iyi olanı yaparsa en iyi sonuca ulaşılacaktır” teorisi çoktan geçerliliğini kaybetti. Yani halk uygun fiyatlı gıda peşinde koşarken, zincirlerin kârlarını artırmak istemeleri “Bir oyuncunun kaybı diğerinin kazancıdır” fikrine hizmet eder ki bu sorunu çözmez. Bizden söylemesi...
GÜNÜN SÖZÜ
“‘BÜTÜN renkler hızla kirleniyordu, birinciliği beyaza verdiler’ diyor şair. Son dönemlerde demokrasinin bütün renkleri siliniyor ama birincilik ‘milli irade’nin!” Hayati ÖZKAN
CHP’DE KADRO HAREKETİ
CHP
Denizkartali.com sitesindeki ‘Trakya’da gelişme neden yavaş’ başlıklı yazısında Papanikolopoulos, Asyaport’un Dedeağaç Limanı’nı tehdit ettiğini vurgularken, Türkiye’deki yeni gelişmelerin de Yunanistan açısından tehdit kabul edileceğini dile getiriyor. Saros Körfezi’nde kurularak Rus doğalgazını Avrupa’ya ulaştıracak FSRU Limanı için de “Bölgemizdeki ünlü gelişmenin neden hâlâ yakalanması zor bir rüya olduğunu merak ediyorum” diyor. Yunan komutan şöyle devam ediyor:
KOMŞUMUZ TEKİRDAĞ
“2010’de ekonomik kriz ve muhtıra başlarken, İstanbul-Dedeağaç karayolu arasında, Marmara Denizi’nin ortasında yer alan komşumuz Tekirdağ’da Asyaport, sıfırdan yeni bir modern konteyner terminalinin kurulması için çalışmalara başlamıştı. Proje, Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası (EBRD) tarafından dört kredi ile 100 milyon doları aşan bir tutarla finanse edildi.”
Bir başka makalesinde de Asyaport’un, Dedeağaç Limanı’nı da tehdit ettiğini yazıyor.
Asyaport’un MSC ile yıllık 500 bin TEU’yu işlemek için anlaşma yaptığının altını çizen Papanikolopoulos, Cenevre merkezli Mediterranean Shipping Company’nin (MSC) dünyanın en büyük ikinci konteyner taşımacılığı şirketi olduğunu da ekliyor.
ASYAPORT, AMİRALİN YÜREĞİNİ PARÇALIYOR
“Asyaport, Çorlu Avrupa Serbest Bölgesi’nin yanında yer almaktadır. Çorlu A.S.B., bazı durumlarda özel gümrük ve vergi rejimine sahip, büyük çokuluslu şirketlerin üretim hatları ve üretim hacmi olan 170 küçük, orta ve büyük işletmesi ile 2 milyon metrekarelik bir sanayi parkıdır. Türkiye dışına yüzde 85’ten fazla ihraç edilen ürünler tamamen vergiden muaftır. Çorlu A.S.B., karayolu ve demiryolu ağına bağlıdır ve aynı zamanda toplam bin 200 kişiye istihdam sağlayan bir lojistik merkez olarak işlev görmektedir. Limanda kullanılan elektriğin bir kısmı güneş panelleri ile üretilirken yakıt tüketimini yaklaşık yüzde 95 oranında azaltan elektrikli vinçlere (E-RTG) sahiptir” diyen Papanikolopoulos “son haberlerin Yunanistan için yürek parçalayıcı olduğunu” söylüyor ve “Asyaport’un tehlike çanlarını çaldırmasının üzerinden 10 yıl geçmesine rağmen hâlâ kendi limanımızın gelişimine uyanamadık. Başa döndük. Rekabette yeni bir gecikmeden bahsederken son haberler yürek parçalayıcı” diyor. Temmuz 2020’de, devlete ait petrol ve gaz şirketi BOTAŞ’ın Saros Körfezi’nde yeni bir yüzer depolama-yeniden gazlaştırma birimi (FSRU) inşaatı ile Türkiye’nin çok öne çıktığına dikkat çekiyor.
ÇEK OLAYININ ARKASINDA FETÖ OLDUĞUNA ESNAF ARTIK İNANDI
CHP İzmir Milletvekili Prof. Dr. Kamil Okyay Sındır, TBMM’ye, üreticinin tarım kredi kooperatifleri ve başta Ziraat Bankası olmak üzere tüm kamu bankalarına olan kredi borçlarının faizlerinin silinmesi ve kalan anapara tutarının taksitlendirilmesine ilişkin kanun teklifi sundu. Sındır, “Gıda krizi kapıda, gelin üreticilerimizi koruyalım, faizlerini silelim” açıklamasını yaptı. Sındır, çiftçinin başta traktör olmak üzere hiçbir üretim aracının haciz edilmemesini de istedi.
ÇEK olayının arkasında FETÖ olduğuna esnaf artık inandı
24 MART KÂBUSU!
ÇEK Yasası mağdurlarının temsilcisi Haydar Zirek, FETÖ’nun esnaf tarafındaki görünmeyen oyununu anlattı. Hain darbe girişimi takvimi olan 2016 yılında yasalaşan Çek Kanunu, iş dünyasının üzerinde her zaman Demokles’in kılıcı oldu. Bu yasa neden çıktı, kime fayda sağlıyor? Bunu hiç kimse bilmiyor ama bu yasa nice işinsanlarının iş yaşamının yok olmasına, ailelerini kaybetmelerine ve hatta işlemedikleri bir suç yüzünden 5 yıl hapse gitmelerine neden oluyor.
Devreye kaos teorisi sokuluyor. Kim tarafından mı? FETÖ’cüler tarafından. Bu yasa ile esnaf zor duruma düşürülecek ve Cumhurbaşkanı ile esnaf karşı karşıya getirilecekti. Amaçlanan “Bu sıkıntı Cumhurbaşkanımız yüzünden oldu” denmesiydi ancak esnaf bu tuzağa düşmedi, Cumhurbaşkanı’nın yanında yer aldı. Belki de Türkiye yeni bir yazar kasa olayı yaşayacaktı. İnfaz düzenlemesinde ise iktidar esnafı isyan ettirdi. İnfaz düzenlemesinde 6 yıla kadar ceza alan dolandırıcılar, hırsızlar, ihaleye fesat karıştıranlar affedilirken, Çek Yasası’nın üst sınırı 5 yıl olmasına rağmen esnaf bu düzenlenmede kapsam dışı bırakıldı ve bir yıllık şartlı tahliye yapılarak para mağdurların ‘para bulması’ istendi. Aksi takdirde “24 Mart’tan sonra hapse girersin” denildi.
Şimdi soru şu: Türkiye’de hiçbir borca hapis cezası yok iken, çeke niye var? Esnaf, affedilen dolandırıcıdan, hırsızdan daha büyük ne suç işledi?
Beklenen iktidarın çeke hapis cezasının şartsız olarak kaldırılması ve esnafa sahip çıkmasıdır. Erteleme çözüm getirmeyecektir. Çünkü esnafımız suçlu değil, borçludur.
Yalçın Bayer: Vergi kaçıranı ihbar ediyorum maalesef tık yok
Bütçe'nin açıkları ortada; neredeyse yamalı bohça... Trilyonlarca vergi kaybına karşı kimse sorumluluk duymuyor. Bürokrasi 'hımbıl', vatandaşın eli cebine gitmiyor. Okurumuz Mehmet Ferhat, ‘‘Öyle meslek erbabı var ki, sanki vergi vermemek için yemin etmiş’’ diyor. Bize telefonda açık yüreklilikle ilginç iddialarda bulunuyor:
‘‘Vergi dairelerindeki bazı memurlar maaşlarına ek 'işini bilenler' olarak devlete değil kendilerine çalışmayı adet etmiş durumdalar. Vatan Caddesi'nde Defterdarlığın 'İhbarlar ve Denetim Koordinasyon Gelir Müdürlüğü' var. Bu birim ne iş yapar?’’
Ne yaptıklarını anlatıyor.
‘‘Bunlardan bazıları ihbar yapılana giderek 'Hakkınızda ihbar var, denetim yapacağız. Ne var ki, bize şu kadar verirseniz ihbarı sümen altı ederiz' diyerek kişisel çıkarlar sağlarlar.’’
- Çok iddialı konuşuyorsunuz?
- 400 memurun hepsini tenzih ederim ama... Devletin alacağını takip yerine bazılarının, tespit edilecek parasal cezaya oranlanmış bir miktarı cebe atarak, yani rüşvet karşılığı devleti gelirinden yoksun bıraktıklarını biliyorum. Vergi kaçıranları sakin ihbar etmeyin demektir bu.
- Sizin başınızdan bir olay mı geçti?
- Bu birime ilki Eylül 1998'de -kayıt No: 32673-, diğer ikisi 10.8.1999'de -kayıt No'ları: 34153 ve 34155- olmak üzere üç ihbarda bulundum. Biri şarlatan bir kırıkçı (ama yıllık geliri 500 milyarın üzerinde), diğerleri bir doktor ile profesör... İhbar ediş, o ediş... Aradan geçen bunca zamana rağmen yanıt alamayınca araştırmaya başladım ve ihbar ettiğim kişilere vergi denetçilerinin gittiğini ama ihbarların örtbas edilerek sümen altına konulduğunu üzülerek öğrendim. Bu birime yılda 1500 civarında ihbar yapılıyor. 400 personele bölsen yılda adam başına azami 4 iş düşüyor. Bir dosya için 90 gün! İnsafsızlar... Anlaşılan o ki, vergi kaçağı ihbarları devlete getirmiyor ama devlet memurlarının ceplerini dolduruyor. İşin en trajik tarafı ise yapılan ihbarlardan % 50 kadarının 5 yıl içinde karara bağlanmadığından zamanaşımına uğraması... Bu arada, 'bunca adam ne yapıyor' dedirtmemek için küçük meblağlarla ceza uygulanıyor.
- Bakanlığı uyarmıyor musunuz?
- Maliye Bakanı'na, Gelirler Genel Müdürü'ne, İstanbul Defterdarı'na yazılı başvuruda bulundum. Tık yok.
ORMAN YAĞMACILARI
Kendisine ne iş yaptığını sorduk. ‘‘Ticaretle uğraşırım. Bir de yolsuzluk yapan, rüşvet ve haraç alan utanmazlarla mücadele ederim’’ dedi. Hemen Orman Bakanlığı'ndan söz etmeye başladı. Bugün DYP Artvin Milletvekili olan Hasan Ekinci gibi eli her zaman ormanın içinde olan orman mühendislerinin 'marifetlerini' kendisinin ortaya çıkardığını; Ekinci'yi, Acarlar'a devlet ormanını 'bağışlattırıp' havuzlu 5 villaya sahip olduğunu, dolayısıyla da bundan sonra kendisinin peşini bırakmayacağını söylüyor Ferhan Altan... Şimdiki Orman Bakanı Prof. Nami Çağan'ı, orman yağmasına karşı yürütülen mücadelede etkin bulmuyor. ‘‘Ormanları koruyan, dürüst ve şerefli ne kadar adam varsa görevden alıyor, yerine kasabalardaki tecrübesiz bürokratları getiriyor. Ormanları bizzat yok eden bakanlardır, müsteşarlardır, genel müdürlerdir, işletme müdür ve şefleridir. Bunlar Orman Kanunu'nun nasıl uygulanacağını unuttular. Sayın Çağan da neler olduğunun farkında bile değil... Farkındaysa Terkos'taki yağmaya el koysun, oradaki mühendis Nazmi Yaman'ı görevden alsın. Ayrıca ormanların nasıl yağmalandığını saygın bir ormancı olan Prof. Ertuğrul Acun'dan öğrenebilir.’’
Bilmem bu yazılara yanıt verilebilecek mi?
Zaruri bir açıklama
OKURLARIMIZ bilirler; bazı yazılarımızı bölgelere ve dış baskılara göre veririz. Bu, köşemizde daha çok yazının yer almasına da yol açar. Dolayısıyla vatandaşların sorunları birikmez, ilgilisine daha çabuk ulaşır, çözüm bulunur. Hemen hemen her gün yaptığımız bu kalıp değişikliklerinden birini henüz yeni fark eden bir meslekdaşımız, bunu 'Garip bir vaka' olarak nitelemiş dünkü sütununda... Bir takım anlamlar çıkartmaya kalkışmış... Olayın aslı şudur: 1 Ocak günü ilk kalıpta Türkiye'nin dış tanıtım ihalesiyle ilgili yazımız vardı. Ancak akşamüzeri bazı okurlarımız, 2000 yılı yan ödeme ve tazminatlarına ilişkin kararname üzerinde çalışan Bakanlar Kurulu'na, kira tazminat ödemeleri konusunda acil bir hatırlatma yapmamızı önerdiler. Biz milyonlarca memuru ilgilendiren ‘‘Lojman haksızlığı’’ yazısını kullandık. Ancak 1 Ocak tarihli gazetede, MP çekilişi dolayısıyla baskının çok olmasından ötürü kalıp farklılıkları olmuştur. Yine zaman zaman olduğu gibi internette eski kalıbın yazıları kalmıştır. Meslektaşımızın iddia ettiği gibi bir sansür söz konusu olmamıştır. Hatta bu memurların lojman sorununu, dünkü 'Zamcılar okusun' yazısının içinde bir kez daha kamuoyuna duyurduk. Bunun dışında anlamlar çıkartılmaya çalışılmasından üzüntü duyacağımızı bildirmek isteriz.
Emre'nin Kaya'ya yılbaşı kazığı
KAYA Çilingiroğlu ile dün bir konuyu görüşürken, sohbette bir ara vatandaşların devlete karşı sorumluluğu gündeme geldi. Biz de kendisine yukardaki vergi olayını aktardık. Meğer Çilingiroğlu çok dertliymiş... Anlattıklarını ilgiyle dinledik:
‘‘Yılbaşı gecesi Hülya'nın Antalya'da programı vardı. Ben de bir erkek arkadaşımla Ortaköy'deki Havana'ya gittim. Yılbaşı nedeniyle giriş 100 dolardı. Kredi kartımı verdim; baktım 200 dolara % 25 komisyon kesilmişti. 22 senedir gece gezerim, böyle bir kazık görmedim.’’
- Neden % 25 komisyon...
- % 17 KDV, % 8 de servismiş... O arada kulübün sahiplerinden Emre Ergani geldi; iyi senelerden sonra 'Sen dolandırıcılığa mı çıktın Emre! Seni Maliye'ye şikáyet edeceğim' dedim. Kredi kartına komisyon olur mu? Bunlar banka mı?
- Siz 200 dolara ne yediniz ne içtiniz?
- Oruçlu olduğum için iki bardak soda içtim. İçeri 1000 kişi soktular, 100 bin dolar kazandılar. Buna bir şey demiyorum ama % 25 komisyon ne demek? Aslında ben kredi kartımı çıkarmayıp nakit para verseydim, benden bu komisyonu alamayacaklardı. Ama bunlar benzinci gibi komisyon aldılar. Ne fatura var, ne bir şey...
LPG'ciler ile petrolcüler arasındaki trilyonluk kavgaya hükümet formül arıyor. LPG dönüşümü yapan sanatkarlar, olaya ekonomik ve çevresel açıdan bakıyor. Ankara'daki Yaldızlar firmasından Cengiz Yaldız, ‘‘Yoğun talep gören otogaz sektörünün gelişiminden en çok akaryakıt lobisi rahatsız oluyor’’ diyerek şöyle devam ediyor: ‘‘Tüm dünyada benzin, motorin ve fuel-oil gibi zararlı emisyonları üreten yakıtların kullanılmasına kısıtlama getirilirken, Türkiye'deki lobi hükümete baskı yapmak istiyor’’ diyor. Hükümet, LPG konusundaki kararını bir an önce açıklamalıdır.