Yalçın Bayer: Türkiye çöl oluyor (mu?) Erozyon yine hortlayabilir

Yalçın BAYER
Haberin Devamı

Karapınarlı çiftçi Mustafa Taşçı, ‘‘Yıllar önce başlatılan çalışmaların bugün yavaşladığını görmek bizi çok üzüyor. Çünkü ekim ve çalışma sahaları genişletileceği yerde mevcut sahada bile yakım yapılmaktadır. Araştırma enstitüsünde daha önceki yıllarda 150-200 kadrolu ve mevsimlik işçi çalışırken bugün bu sayı 30-35'e inmiştir. Rüzgár erozyonu, devletin telle çevirdiği alanda yapılan çalışma ile önlenemez. Topyekûn bir çalışma gerekmektedir. Yeraltı suyunu kullanamıyoruz, çünkü enerji çok pahalı geliyor.’’

1960'lı yılların başında Cumhuriyet'te ‘‘Vatan elden gidiyor’’ başlıklı yazısında ‘‘Vatan toprakları çöl olurken, kum deryalarına tehavvül ederken -dönüşürken-’’ diyen Cevat Fehmi Başkut, ‘‘Yeşil ormanlarla kaplı Anadolu'ya layık olamadık, bari sahralarla örtülü memleket bizi hazırlıksız yakalamasın’’ diye yazmış. Aslında çoktan yakalanmışız da farkına varamamışız. Konya'nın Karapınar İlçesi'nde önceki gün TEMA'nın öncülüğünde düzenlenen ‘‘Dünya Çölleşme ile Mücadele Günü’’ etkinliklerinde Köyişleri'nin 'Erozyon İstasyonu'nda açılan ‘‘Fotoğraflarla Yeşeren Çöl; Karapınar’’ sergisinde okuduk bu yazıyı...

Güney yönlü rüzgárlara açık bir ovada kurulu tarihi Karapınar'da binlerce dönümlük alan kara kumulu ile kaplanmış, tarım verim gücünü yitirmiş, toz bulutları insanları hasta etmiş... Çobanlar kum fırtınasından ölmüş, koyun sürüleri telef olmuş.. Kıtlık sonucu insanlar göç etmeye başlamış. Bazı filmlerin çöl sahneleri burada çekilmiş.

Peki geçmişin 'zümrüt Karapınar'ı, nasıl Kerbela'ya dönüşmüş...

1954-59 yıllarında kaymakam olan Naci Ekşioğlu konuşuyor:

‘‘İlçe yaşanmaz haldeydi, devlete yazılar yazdım. Bu durum, 2. Dünya Savaşı'ndan sonra Marshall yardımının kötü uygulamasından ortaya çıkmıştı. O zaman Karapınar'da 40 bin nüfus barınıyor, 10 milyon koyun besleniyordu. Koyunculukta Yeni Zelanda ve Avustralya koyunculuğu ile rekabet ediliyordu. Traktör ve pulluğun girmesiyle meralar sürülüp tarla yapıldı; bitki örtüsü kalmadı, rüzgár da toprağı kaldırdı, afet oldu.’’

BAŞARILI ÇALIŞMALAR

1992'de erozyon sahasında Topraksu'nun özverili mühendis ve teknisyenleri, jeolojik, hidrolojik, toprak ve topografik çalışmalar başlamış, önce sondaj kuyuları açılmış; 43 bin dönümlük kumulluk alan iğde, akasya, karaağaç, karaçam, sedir ağaçlarıyla ormanlaştırılmış, meyvelik ve fidanlıklar oluşturulmuş, 10 bin dönüme hububat ekilmeye başlanmış, mera ve çayır bitkisi yetiştirilmiş... Yani organik yaşam sağlanmaya başlanmış..

Genç bir mühendis iken bu bölgede çalışan ÇÜ Ziraat Fakültesi öğretim üyesi Prof. Bahri Çelik, ‘‘Erozyonla mücadele bitmez, iki yıl elini uzaklaştır yeniden hortlar’’ diyor. Çelik, erozyonla mücadele için Topraksu'nun yeniden kurulmasını ve Karapınar'daki istasyonun uluslararası bir merkez haline dönüştürülmesini öneriyor.

Yerel halk son 10 yıldan beri çalışmaların savsaklanmasından yakınıyor. Toz bulutları yine uçuşuyor. Bunda geçmiş hükümetlerin duyarsızlığı var. Tasarruf tedbirleri nedeniyle erozyon mücadelesi yapan kadrolar daraltılmış, alanda yeterli bakım yapılamaz olmuş.

Demirel'in deyimiyle 'toprak baba'lar Hayrettin Karaca ve Nihat Gökyiğit, yeni seçilen Belediye Başkanı Kamil Bülbül Okuyucu'nun başvurusuyla gerçekten unutulmaya yüz tutan 'Karapınar Erozyon Önleme Projesi'ni yeniden sorgulamaya aldılar. Ve de bazı gerçekler gün yüzüne çıktı.

TOPRAK DEDELERİN FERYADI

Karaca, ‘‘Karapınar bir örnek... Türkiye elden gidiyor, kimse farkında değil, çölleşiyoruz’’ diye feryat ediyor. Gökyiğit, Deniz Kuvvetleri'nin elinden çıkarmak istediği 15 araştırma uçağının yangın söndürme, tohum atma, tarım alanlarını denetleme gibi işlerde neden kullanılmadığını soruyor: ‘‘Bunlardan birini uçak sanayiinde 3 bin dolara yeniledik. Yenisi ise 18 milyon dolar. Ama Orman Bakanlığı, 'İşletmeyi yapamayız' diyerek direniyor.’’ Karaca ve Gökyiğit'in işleri çok zor. Türkiye çevresel yönden uyanıyor. Önlerine belediye başkanlarından, idarecilerden, sivil örgütlerden ve halktan yüzlerce 'kurtarılma' amaçlı proje sunuluyor, ‘‘Ne olur bizim sorunumuzu da gündeme getirin’’ diye... Kurumun bütçesi bağışlarla 1 trilyona yaklaşmış, işleri inanılmaz boyutlarda artmış. Türkiye'de herkes TEMA'dan medet umar hale gelmiş. İl ve ilçe temsilcisi olmak için yüzlerce insan TEMA'ya başvurmuş.

TEMA yarın bir 'Yeşiller' gibi bir partiye dönüşürse, Ankara'dakiler hiç şaşırmasın. Çünkü çevreye duyarlılık gösteren başka büyük bir sivil toplum örgütü yok.



Yazarın Tüm Yazıları