Viva Espana

İspanyollar, ‘‘Pirenelerin güneyi Avrupa değil’’ diyen Fransızlar’dan intikamlarını aldılar.Fransız işsizler, Paris'in göbeğinde Champs Elysees'de Chez Fouquet lokantasını işgal edip yürekleri hoplatırken, İspanyollar hem ekonomik mucizenin, hem de yaşamın tadını çıkartıyorlar... Nasıl mı? Biraz ayrıntı verebilirim...Ekonomiden başlamak biraz sıkıcı gelse de dayanın, gerisi daha eğlenceli. Niyetim kimseyi kıskandırmak değil, enflasyondan başlıyorum: Bizde üç rakamlı olan şu şey İspanya'da halen yüzde 1.6 civarında seyrediyor. Aznar hükümetinin, özelleştirmeden kazandığı para 1997 yılı sonunda 6.25 milyar dolar. Eski Sosyalist Başbakan Felipe Gonzalez'in karizmasının onda birine bile sahip olmayan Aznar'dan kimse beklemezdi ama özelleştirme ve kamu harcamalarını kısarak ekonomik mucizeyi gerçekleştiren kişi o. İspanyollar şimdi kendilerinden emin ve dünyayı fethetmeye hazır. Başkan Clinton'ın bile Güney Amerika'da ortak girişimler için Aznar'ın peşinde dolaştığı söyleniyor. Bunlar okuduklarım. Bir de bizzat yaşadıklarım, gördüklerim var...Madrid'te çalışıyorsunuz...Diyelim ki El Pais'te gazeteciniz. İşe saat 10.00 ile 11.00 arası geliyorsunuz. Saat 13.30'da paydos. Ve günün en hoş saatleri başlıyor. Saat 15.30'a kadar arkadaşlarınızla buluşabilir ya da sevgilinizle bir kaçamak yapabilirsiniz. Bence İspanya'da çalışan insanlar günde iki kez mutluluğu yakalama fırsatına sahipler; bir öğle vakti, bir de akşam 22.00'den sonra. Mesafe sorunu yok, çünkü öğleyin bin pesetasa (yaklaşık 1 milyon 400 bin lira) şarap eşliğinde ‘‘paella’’, sos ‘‘tartare’’lı somon balığı yiyeceğiniz çok hoş lokanta ya da bar hemen işinizin yanıbaşında. Güneşli'de çalışıp öğle yemeğine Beyoğlu'na gidip gelmeyi kim hayal edebilir. İşe ulaşmak için bile binbir şeytanlık düşünmekten yorgun düşüyor insan. Geçen sabah bir toplantı için Taksim'e uğramak zorundaydım. Denizi daima karayoluna tercih ettiğimden önce deniz otobüsüyle Bostancı'dan Kabataş'a geçtim. İşim bitince Güneşli'ye ulaşmak için tekrar Bostancı'dan Bakırköy'e deniz otobüsüne binmek en uygun yol gibi göründü. Sabah 8.00'den sonra saat 11.45'te beni ikinci kez karşısında gören memurun tepkisi şöyle oldu: ‘‘Abla siz ikiz misiniz?’’.Dönelim İspanya'ya. Canınız öğle vakti bin, iki bin pesetas harcamak istemiyorsa dalın bir bara. Tabureye tünediğiniz anda minik bir tabağın içinde ançuezli yeşil zeytin hemen önünüze gelecek. Ardından illa bir bardak şarap ve dilerseniz İspanyollar’ın ‘‘tapas’’ dediği mezeler. Peynir, sarmısak soslu midye, bir tür pastırma ve tabii ki iki atıştırma arası sohbet. Dinamizm ile yaşam keyfinin iç içe geçtiği bir ülke İspanya. İki hayal kırıklığım oldu bu arada. Bilbao'dan Madrid'e uçarken İspanyol Havayolları İberia tam altı saat rötar yaptı. Kimse ses çıkartmayınca toplu bir isyan başlatmak gibi bir girişimim oldu ama yabancı bir ülkede olduğum için başarısızlıkla sonuçlandı. İkinci darbe daha ciddiydi. İspanyol televizyonunda çalışan arkadaşım Monserrat Boix, ki kendisi aynı zamanda İslam dünyası uzmanıdır ve İspanya'daki nadir Türkologlardan Miguel Angel de Bunes İbarra tartışırken, ‘‘700 yıllık Arap varlığının İspanyol kültürüne sanırım büyük katkısı olmuştur’’ demek gafletinde bulundum. Lübnanlı yazar Amin Maluf'un Granada doğumlu ‘‘Afrikalı Leo’’nun hikayesini anlatan kitabından sözettim. İkisi boş boş yüzüme baktılar. Miguel Angel de Bunes ‘‘İspanya'da Arap varlığı hem var, hem yok’’ deyince anladım. İspanya, Araplar’la olan geçmişini unutmuştu, ya da unutmak istemişti.
Yazarın Tüm Yazıları