Vali'nin kulağıma fısıldadığı istihbarat

ÖNCEKİ gün Başkan Bush’un yapacağı konuşmaya girerken üzerimin Amerikalı görevlilerce aranmasından hiç gocunmadım.

Bakın neden gocunmadığımı izah edeyim.

İÇERDEN ÖĞRENDİK

Başkan’ı beklerken İstanbul Valisi Muammer Güler’le sohbet ediyoruz.

Biz Başkan Bush’un konuşmasının saat 13.00’te başlayacağını sanıyoruz.

Ancak vali, ‘Hayır saat 14.00’te başlayacak’ diyor.

Arkasından çok ilginç bir şey söylüyor:

‘Biz içerden öğrendik, saat 13.50’de otelden hareket edecekmiş.’

Yani İstanbul emniyetinden de sorumlu olan valiye bile ABD Başkanı’nın saat kaçta hareket edeceği bildirilmiyor.

O da ‘İçerden öğrendik’ diyor.

Bütün bunlar elbette ağırımıza gidiyor.

Tabii meselenin şu boyutuna da bakmalıyız.

Bugün küresel terörün bir numaralı hedefi Başkan Bush.

Dünya kamuoyunda en kötü görünen uluslararası lider de herhalde o.

İşkence fotoğrafları ABD yönetimini savunulamaz hale getirdi.

Ama bir de şunu düşünelim.

ABD Başkanı bir suikasta uğrayıp hayatını kaybederse ne olur?

Yani ‘ertesi gün’ dünyada neler olup biter?

‘Canım bir şey olmaz, hayat devam eder’ demeyin.

Birinci Dünya Savaşı’nın, basit bir tabancayla başladığını unutmamak lazım.

11 Eylül saldırısının dünyada nelere mal olduğunu hepimiz biliyoruz.

O nedenle Amerikan Başkanı’nın hayatını korumak için alınan ve bazen paranoya sınırlarını zorlayan önlemleri yadırgamamak gerekiyor.

ABD’YE HAYIR

Uzun süredir yazmak istediğim bir başka konu daha var.

Bütün dünyada Amerikan yönetimine düşmanlık büyüyor.

ABD politikalarını savunmak da güçleşiyor.

Hepimiz biliyoruz ki, bu gücün bir şekilde dengelenmesi gerekiyor.

Ancak ABD yönetimini şiddetle eleştirirken, bütün dünyanın çok yakın geçmişimize ait bazı gerçekleri önüne koyup, bunun önlemlerini de birlikte düşünmesi gerekmiyor mu?

Hemen dibimizde, yani Avrupa’nın göbeğinde Boşnaklar, Arnavutlar, Makedonlar üç yıl boyunca boğazlandı.

Üstelik bunlar Müslüman olduğu için yapıldı.

Türkiye bütün gücüyle bu insanlar için imdat çığlıkları attı.

Şimdi soruyorum, Kıta Avrupası’ndan küçük parmağını oynatan bir ülke oldu mu?

Bugün ABD karşıtlığının bayrağını taşıyan Fransa bu konuda ne yaptı?

Kendi aydınlarının isyanına kulak verdi mi?

Ermeni meselesine, PKK meselesine gösterdiği ilginin yarısını Bosna’ya gösterebildi mi?

Sonunda bu insanlık suçuna dur deyip Müslümanların yardımına koşan iki lider Tony Blair ile Bill Clinton olmadı mı?

Diyorum ki, eğer dünya Amerika’yı dengelemek istiyorsa, öteki büyük güçlerin böyle insanlık suçları karşısında caydırıcı ve geri döndürücü mekanizmalarını harekete geçirme kabiliyetleri olması gerekir.

BM ÇÖZER Mİ

İkincisi.

20. yüzyılın son 10 yılında Saddam Hüseyin Kuveyt’i işgal edip, Ortadoğu dengelerini altüst ettiği zaman bunu geriye çevirmek için öteki ülkeleri kim harekete geçirdi?

ABD yönetiminin politikalarına karşı çıkarken, yakın geçmişin bu büyük meselelerini de dikkate almamız gerekir.

Çünkü bu uluslararası tepki Amerikan yönetimini kendi içine kapatan izolasyonist bir siyasete çekerse, yarın doğacak yeni bir Bosna, Kosova veya Kuveyt’in işgali gibi meselelerin nasıl çözüleceğinin formülleri de bulunmalı.

‘Canım Birleşmiş Milletler var, o çözer’ diyorsanız, Güvenlik Konseyi’nin bir tek oyla bloke edilebileceğini de unutmamalısınız.

Ben ABD’nin durumunu biraz da bizim ordumuzun durumuna benzetiyorum.

Yakın zamana kadar herkesin kafasında ‘Nasılsa ordu müdahale edip bunu çözer’ rahatlığı vardı.

12 Eylül öncesinde günde 25-30 kişi öldürülürken sivil toplumun bütün kurumları bunu seyretmekle yetindi.

Sonra asker müdahale edince de onu eleştirmeye başladı.

BİLELİM

İşte bütün bunları alt alta koyarak diyorum ki, tamam ABD’nin sınırsız gücüne karşı çıkalım.

Ama bunu yaparken, hep birlikte seyrettiğimiz, sadece fikrimizi söyleyip hiçbir eyleme geçmediğimiz uluslararası meseleleri nasıl çözeceğimizi de şimdiden bilelim.

Özellikle de teröre karşı ne yapacağımızı...
Yazarın Tüm Yazıları