Vakıf ruhu üzerine

İÇİNDE bulunduğumuz hafta "Vakıflar Haftası"dır. Ülkemizde yakın zamana kadar 3-9 Aralık tarihlerinde kutlanan Vakıflar Haftası, 2001 yılından itibaren mayıs ayının ikinci haftası olarak değiştirilmiş ve o tarihten itibaren de bu şekilde kutlanmaya başlanmıştır.

Vakıf, kişinin maliki ve sahibi bulunduğu serveti, Allah rızası için hayırlı ve faydalı yüksek bir gaye uğrunda harcamak üzere kendi mülkiyetinden çıkarıp, hedeflenen amacın kullanımına sunması demektir. Vakıf müessesesi, İslam medeniyetinin ruhundan fışkıran ve bugünkü modern toplumun içinde de önemli yere sahip iftihar duyduğumuz kuruluşlardan birisidir.

Bazı yabancı yazarların iddia ettikleri gibi vakıflar, "Batı dünyasındaki kilise emlakının Ortadoğu diyarındaki karşılığı" olan eserler değildir. Ayrı ve müstakil birer kuruluş olan vakıflar, hem hukuki statüleri ve hem de hizmet sahaları itibarıyla "kendilerine özgü" müesseselerdir.

* * *

Tarihi kökeni Asr-ı Saadet ve sahabe devrinde yapılan infak (harcama) ve hayrata kadar uzanan bu müesseseler, zaman içinde "kanadı kırık kuşların tedavisi"ni de içine alan geniş bir "hamiyet" açılımı çerçevesinde yaptıkları bireysel ve toplumsal hizmetlerle takdir toplamış, kabul görmüşlerdir.

İslam tarihinde ilk vakıf örneklerini Hz. Peygamber’in uygulamalarında görüyoruz. Çünkü O, "Hayırlı mal, Allah yolunda harcanan maldır" buyurmuş, daha Mekke’den Medine’ye gelir gelmez, Neccaroğulları’ndan bir arsa satın alarak üzerine mescit yapılmasını sağlamıştır. Ayrıca, Hicret’in üçüncü yılında kendisine ait yedi parça hurma bahçesini vakfedip, gelirini İslami faaliyetlere tahsis etmiştir. Fedek’teki hurmalığını erzak ve parası tükenen yolculara, Hayber’deki hurma bahçesini de üçe taksim ederek ikisini Ehl-i İslam’a, bir kısmını Ehl-i Beyt’ine, bundan bir şey artarsa onu da fakir muhacirlere bırakmıştır.

Başlangıcından beri dayanışmacı ve fedakárlık sever bir toplum olan Müslüman Türklerin, İslam dini ile şereflendikten sonra Batı Türkistan’da, İran’da, Balkanlar’da vs. vakfiyeler kurdukları görülmektedir. Devlet büyükleri ve hükümdar ailesine mensup kişiler de kendi servetlerinden yaptıkları temliklerle vakıflar kurmuşlardır. Osmanlılar döneminde hanedan mensuplarının kurdukları vakıflar, önemli bir rakama ulaşmıştır. Hatta o kadar ki, bu gruba dahil vakıfların yönetimi "Sadarat Nezareti" denilen merkezi bir yönetim tarafından sağlanmıştır.

Yöneticilik ve teşkilatçılık kabiliyetleri bütün dünyaca bilinen Türkler, yeteneklerini bu konuda da göstermişler; menkul malların ve parasal servetlerin de vakfedilmesi konusunda yeni bir uygulama getirmişlerdir. Onaltıncı asırda Şeyhülislam Ebussuud Efendi’nin bu uygulamayı kabul etmesiyle birlikte, Anadolu ve Balkanlar’da para vakıflarının yoğunlukla arttığı görülmüştür. Bu uygulamalara paralel olarak yetimlere ait mal ve servetlerin korunması ve işletilmesi hizmetlerinin arttığı görülmektedir. Son asırda Osmanlı yönetimi döneminde bazı illerde "Emval-i Eytam" müdüriyetleri kurulmuştur.

Ne yazık ki "inhitat" (gerileme) devriyle birlikte, vakfın ruhuna zarar veren bazı sevimsiz uygulamalar da olmuş, vakıf üzerinde suiistimallerin yapıldığı görülmüştür. Şüphesiz, bunlar vakfın meselesi değil, insanın problemleriyle ilintilidir. Bugün olduğu gibi dün de devlet ve millet malına zarar verenler, vakıf gayrimenkulleri zimmetine geçirmek isteyenler, mallarının daha çok evlatlarının ellerinde kalmasını sağlamaya çalışanlar, içinde yaşadığı cemiyetten çok şahsi ve ailevi menfaatlerini düşünenler olmuştur. Fakat her şeye rağmen vakıf geleneği, vakıf şuuru milletimizin ruhunda hiç sönmemiştir.

Eskiden ecdat, cami, medrese, han-hamam, sebil, kervansaray, köprü, yol, su kemeri, çeşme ve kabristan gibi hayri eserler vakfettiği gibi; bunları ayakta tutacak, ihtiyaçlarını karşılayacak hizmetli ve görevlilerini barındıracak eserler de bırakmışlardır. Günümüzde daha çok, doğrudan insana hizmet götüren okul, yurt, pansiyon ve diğer ihtiyaçları karşılamaya yönelik vakıflar kurulmaktadır. Esasen, günümüzün ihtiyaçları da bu merkezdedir.

Müslüman Türk toplumunun vakıf ve hayır hizmetleri konusunda, başka ülke ve toplumlarla kıyaslanamayacak bir gönül zenginliğine sahip olduğunu rahatlıkla ifade edebiliriz. Vakıflar Genel Müdürlüğü arşivlerinde bulunan 26 bin civarında vakfiye metni bunun açık delilidir. Elbette bunun istisnaları da mevcut olabilir. Denetleme hizmetleriyle olayın suiistimali önlenmeli; fakat Müslüman halkımızın ruhunda saklı olan "eser bırakma, hayrat yapma, vakıf kurma" yönelişi kırılmamalıdır. Uygun olan; finans kaynağı güçlü vakıfların gelişmesidir.

* * *

Vakıflar Genel Müdürlüğümüzün envanterine kayıtlı 300 binden fazla vakıf eser ve abidesi mevcuttur. Yurtdışında da pek çok Türk vakıf eserlerinin mevcut olduğu bilinmektedir. Bu eserlerin büyük bir kısmı onarılmış olsa da, bir kısmı boynu bükük bir vaziyette kendilerine ulaşacak eli beklemektedir. Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün bu konuda takdir gören gayretlerinin yurtdışındaki eserlerimizi de kucaklayacak bir genişliğe ulaşmasını diliyoruz.

Günümüzde devletin ekonomik hayattan çekilmesinin öngörüldüğü dikkate alındığında; sosyo-kültürel hizmetlerin büyük bir bölümünün vakıflarca yerine getirilmesi söz konusudur. Batılı ülkelerde ve özellikle de ABD’de "Foundation" denilen kuruluşların bu konuda bir hayli etkin oldukları görülmektedir.

Ülkemizde de bu tarzda hizmet veren vakıfların sahiplerini şükran ve minnetle anıyoruz. Vakıf Haftamız kutlu olsun.

SORALIM ÖĞRENELİM

Ádet günlerim bazen düzensiz bir şekilde devam ediyor ve uzuyor. Bu durumda ibadetimi nasıl yapabilirim?

Ayşe/İZMİR

Ádet halinin en azı üç gün, yani 72 saattir. En çoğu ise 10 gün, yani 240 saattir. Üç günden az süren hal ile 10 günden fazla devam eden kanama hali özür sayılmaktadır. Bu durumda olan bayanlar her namaz vakti için abdest almalı ve bu abdestle namazını kılmalıdır. Ayrıca orucunu da tutmalıdır.

56 yaşında bir bayanım. Menopoz dönemini geçirmeme rağmen kanama oluyor. Bu durumda ibadetimi yapabilir miyim?

Nihal/ANKARA

Ádet hali genellikle 55 yaşında sona erer. 55 yaşından sonra gelen kan hayız kanı değildir, özür kanıdır. Her namaz vakti için abdest alarak namazınızı kılabilirsiniz. Ayrıca orucunuzu da tutabilirsiniz.

Her Arapça bilen kişi alim midir? Onun her söylediğine itibar edilir mi? Fetvası geçerli midir?

Hüsnü BAŞKAN/MALATYA

Her Arapça bilen ve konuşan alim olsaydı bütün Araplar alim olurdu. Alim, şüphesiz Arap dil ve edebiyatına hákim olmakla birlikte, dini bilgileri ana kaynaklara inerek elde edebilme yeterliliğine sahip olan kişidir. Arapça bilmediği halde aynı bilgilere tercümelerden ulaşabilen, dini malumat sahibi olan kimseler de vardır; bunlar da takdirle karşılanır. Ancak, kaynaklara inebilmek için Arap dil ve edebiyatını iyi bilmek gereklidir. Çünkü, Kur’an Arap dilinde gönderilmiştir. Kur’ani ilimlerle ilgili kaynaklar da Arapçadır.

Bazen aklımdan birisi geçiyor, peşinden telefon ediyor. Veya aniden çıkıp geliyor. Bu hali nasıl yorumlayabiliriz?

Ali MÜŞTAKOĞLU/MANİSA

Buna hissi kablel vuku (olmadan önce bir şeyi hissetmek) denir. Hemen birçok insanda bu hal mevcuttur. Buna telepati de denilmektedir. Bunu bir keramet saymak doğru değildir.
Yazarın Tüm Yazıları