Üzümler sararıyor...

Güncelleme Tarihi:

Üzümler sararıyor...
Oluşturulma Tarihi: Şubat 05, 1999 00:00

Hasan YILMAER
Haberin Devamı

Deli Fenerbahçeli'lerden Mehmet Sevinç, Çanakkale maçından iki gün önce İstanbul'a gelmişti. Dortmunt'ta oturuyordu. Oğlu Oğuz da Dortmunt'un futbol okulundaydı.

‘‘Biliyor musun Hasan amca ne mutlu oldum’’ dedi. ‘Şimdiye dek bize tepeden bakan Almanlar, Dortmunt'a nasıl olup da beş çekebildiğimizi anlayamıyorlar. Önce genç takımlarını sahaya sürdüklerini sandılar. Sonra ful kadro olduklarını anlayınca akılları tavana vurdu.’

Maçı TV'den izlemişti. Çok sevinçliydi ama bir tereddütü vardı. Fenerbahçe bu oyununu yineleyebilecek miydi.

Çanakkale maçının devre arasında beni cep telefonumdan aradı. Karşı tribündeydi ve heyecandan zor konuşuyordu ‘‘İşte benim özlediğim Fenerbahçe bu. Beş tane atarız’’ diyordu.

Maç sonrası konuştuğumuzda ise yüzünü asık gördüm.

Neden üçte kalmış, neden ilk yarıdaki presi sürdürmemiştik? Açık söyleyeyim benim kafamda da ayrı sorular vardı ve tüm Fenerbahçeliler, daha önce söylense göbek atacakları 3-1'lik skoru azımsıyordu.

Yeni taktik

Sonra maçı banttan tekrar izledim. Galatasaray'ı, Trabzon'u ve Beşiktaş'ı gördüm. En çok koşan, en çok baskı yapan, en çok pozisyona giren ve en çok futbol zevki veren Fenerbahçe'ydi. Ondan sonra da Galatasaray...

Durup düşünelim... Fenerbahçe Çanakkale maçına başladığı anda Çanakkale'yi abluka altına almış ve hemen otuzuncu saniyede top kale içinden çıkmış, 3. dakikada Dardanel yeni bir tehlike yaşamış ve sonunda 5. dakikada da gol gelmişti.

Fener'in yeni oyun stili buydu. Maçın başında rakibi boğuyor. Onu kendi alanına hapsediyor ve sonuca gidiyordu. Borissia maçında da Çanakkale maçında da böyle olmuştu.

Fenerbahçe bu baskılı oyununu devrenin tümünde ve ikinci yarının ilk on dakikasında sürdürdü. Üç gol attı, çok da kaçırdı. Almanlara karşı ise kaçırdıklarından ikisi daha gol olmuştu.

Galatasaray ise bu baskıyı yirmi dakika sürdürebildi. Fener'in presi ondan 30 dakika daha fazlaydı.

Taze gücün önemi

Fenerbahçe'nin artık sistemi bu. Hızlı, baskılı ve ayağa oyun. Bunun gol getirmemesi olanaksız. Üstelik bunu uygulayabilecek ayaklar çok.

Boliç başlı başına bir takım. Murat olsun, Metin Diyadin olsun, Moshoeu olsun fırtına gibi esen istenilen noktaya pas verebilen insanlar. Moldovan da bu pasları iyi değerlendiren çok koşan kişi.

Ama ne olursa olsun bir oyuncunun bu sürate 90 dakika dayanması zor.

İşte o zaman taze güce gereksinme var.

Şimdi düşünelim. Moldovan yorulduğu an Boliç devreye girecek. Moshoeu'nin yerine Sergen, Metin'in ya da bir başkasının yerine Erol, ileri çıkan Högh'ün yerine ise Serkan.

Geriden gelen gücü görüyor musunuz? Bu Fener'i tutmak hakikaten zor.

Ama sabırlı olalım ve gereğinden fazlasını istemeyelim.

Yapacağımız bir başka şey de bu takıma ve onun teknik direktörü Löw'e güven.

Sabırla koruk helva olacak. Üzümler şimdiden sararmaya başladı bile.



Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!