Türkiye buradan "kronik elem" olarak görünüyor!

Santa Monica, Los Angeles’ın en güzel yerlerinden biri.

Haberin Devamı

Bir nevi cennet./images/100/0x0/55ea2686f018fbb8f86e4e1a 
Upuzuuun bir sahil...
Okyanus ve beyaz kum...
Rengarenk tek katlı binalar...
Her daim güneşli.
Şöyle bir manzara hayal edin:
Herkes bisiklete biniyor, paten kayıyor, güneşleniyor.
İleride bir lunapark.
Hep bir hareket.
Yaşam fışkırıyor.
Acı yok, keder yok.
Pusetliler, bebekliler, sevgililer…
Güleryüzlü insanlar.
İşte ödüllü oyuncu Fadik Sevin Atasoy burada yaşıyor.
Artık Santa Monicalı olmuş.
Sabahları paten kayıyor.
Herkes, “What’s up Fadik?” diye sesleniyor.
Mahalleli yani.
Ve sahildeki en güzel binalardan birinde yaşıyor.
Tükürsen deniz.
Minicik bir ev, bir oda, bir salon.
Bütün komşuları ona bayılıyor.
“O bizim kızımız oldu, size geri yollamayacağız” diyorlar.

Haberin Devamı

Uzun süredir Los Angeles’tasın…
- Geçen Aralık’ta ‘sinema elçisi’ olarak görevlendirildim, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından. Havalara uçtum tabii. Tam hazırlandım, gideceğim, bir telefon: “Baban sette kalp krizi geçirdi!” Anında Isparta’ya uçtum. Yoğun bakımdaydı. Tam beş gün uyanmasını bekledim. Baş ucundan ayrılmadım. Sevdiği şiirleri okudum ona, hikayeler anlattım. Ama bana dediler ki, “Kalbi kurtardık fakat biz yetişene kadar beyne oksijen gitmemiş, artık uyansa bile beyin fonksiyonları çalışmayacak muhtemelen!” Uyanmadı da. Bitti. Canımı kaybettim.

Tekrar tekrar başın sağolsun…
- Hayat bu, yapacak bir şey yok. Ama çok beklenmediğimiz bir ölümdü. Cenaze hazırlıkları, tiyatroda tören, her şey o kadar hızlı oldu ki. Babam çok sevilen biriydi, ona yakışan bir tören oldu. Herkes de anlayışlı davrandı. Kültür Bakanlığı da, görev başlama süremi uzattı. Onunla vedalaştım, hayatımın bir bölümüyle de. Sonra uçağa atlayıp buraya geldim.

Türkiye buradan kronik elem olarak görünüyor

Hemen başlayabildin mi göreve?
- Yok hayır, bir hafta izin istedim. O bir hafta da Kenan Doğulu’nun evinde kaldım. Sağolsun, Kenan Los Angeles’a gelen herkesin yardımcısıdır. Biz onun evi için, “Kenan Doğulu Kadın Sığınma Evi” diyoruz. Öğrenci olan, derdi olan herkes onun evinde kalır. Çok yakın dostum olduğum için ilk aşamada ben de onun evine geçtim. Bir hafta salondaki kanepesinden kalkamadım. Sonra, tam gaz işe giriştim. Altı ay buradaki prodüktörlerle görüştüm. Türkiye çok cazip onlar için. James Bond’lar, Argo’lar çekildikten sonra daha da cazip oldu. Bir sürü etkinlik düzenledik. Türkiye hakkında prezentasyon yaptık. Türk Filmleri Festivali’ni başlattık. Kültür Ateşesi’yle birlikte çalıştık. Akşamları da UCLA’in yazarlık derslerine gittim. O altı ay çok yoğun geçti.

Haberin Devamı

Peki sonra?
- Artık Türkiye’ye geri dönmem gerekiyordu. Fakat acımı ve yasımı ertelediğimin farkına vardım. “Kendimi kandırıyorum, duracağım ve yasımı tutacağım” dedim.

O yüzden mi dönmedin?
- Aynen. Ve kitap yazmaya başladım. ‘Fadik ve Kırmızı Bavul’ diye bir hikayem var, blogumda sürekli yazıyordum. Onu kitaba dönüştürdüm. Yeni bitti. Sonra bir sanat merkezinden burs aldım. Senaryo yazarlığı bursu. Penelope Cruz ve Salma Hayek’in oyuncu koçu Michelle Danner benim de oyuncu koçum, ısrarla burada kalmamı söyleyen oydu zaten. Endüstride kendi tanıdıklarım da vardı. Herkes, “Buraya konsantre ol. Sana yardımcı olacağız” dedi. Televizyon, tiyatro ve sinema beni ümitlendiren pek çok şey var. Bakalım.

Haberin Devamı

KIRMIZI BAVULLU FADİK/images/100/0x0/55ea2686f018fbb8f86e4e1e 

Yaşamak için Santa Monica’yı seçmenin sebebi ne?
- Okyanusu seviyorum ve kumu. Burası öyle cazip, öyle ışıklı bir yer ki, bu ışıklı dünyanın girdabında yok da olabilirsin. İşte Santa Monica buna engel olan bir yaşam biçimi. Burası, bana kim olduğumu ve gerçeğimi hatırlatıyor.
 Denizin ve kumun yanında olmak, beni topraklıyor da diyebilirim. Babamın bana nasihatıydı, “Mutlaka Venice Beach’e yakın bir yerde yaşa” demişti. Öyle yapıyorum. Bir de Los Angeles’ın müziği, sanat ortamı, şairleri hepsi buradan çıkma. Charlie Chaplin’in evi buraya beş dakika, benim için gerçek Los Angeles burası.

Peki nasıl geçiniyorsun?
- Kendime göre bir birikmiş param vardı, onunla. Bir de üç hafta evvel ABD tarafından ‘özel yetenek statüsü’ne geçtim. Bir sene çalışma ve yaşama hakkım var, sonraki aşama Green Card, o zaman vatandaşlığa geçiyorum.

Haberin Devamı

Yalnızlık peki? Yalnızlık duygusuyla nasıl baş ediyorsun?
- Üç senedir zaten bir bavulla yaşıyorum. Kırmızı bavulumla. O bavulla Berlin’de yaşadım, New York’ta yaşadım. Bir süre de İskoçya’da kaldım. Sonra burası... Zaten hep yalnız değil miyiz? Evet, dostlarımı özlüyorum ama çok şanslıyım ki hepsi geldiler, gelmeye de devam ediyorlar. Bir de ben nereye gidersem gideyim arkadaş buluyorum.

İDDİAM YOK, ÖZGÜVENİM VAR

Kaç yaşındasın?
- 37.

Arada korkuyor musun: “Hayallerimin peşinden koşacağım ama ne zamana kadar?”
- Bunlar bize dayatılan şeyler. Toplumsal baskılar. İnsan, evli ve çok mutsuz da olabilir, bekar ve çok mutlu da. Mutsuz bir evlilik yapmaktansa böyle bir hayatı tercih ederim. Mutlu bir evlilik yapacaksam da, zamanı gelince olacaktır.

Haberin Devamı

Sen iyi bir oyuncusun. “Türkiye’de olsaydım, şu şu dizilerde iyi rollerde oynar, şu kadar para kazanırdım” diye hayıflanmıyor musun?
- Menajerim Zeynep en yakın dostlarımdan biri. Her hafta arayıp diyor ki, “Bu hafta şunları şunları reddettim, şu kadar para kaybettin!” Gülüyoruz. O da benim kafa yapımı bilen biri. Hayallerime destek verdi. Bu, bir tercih meselesi. Bunu tercih etmeyenleri asla kınamıyorum, herkes kendisini ne mutlu ediyorsa, onu yapmalı. Ama ben şu anda iyiyim. Hayat beni buraya getirdi, şimdi de bunu deneyimliyorum. Bundan sonra ne olur açıkçası onu da bilmiyorum.

Burada anladığım kadarıyla herkes parlamak, keşfedilmek, meşhur olmak istiyor. “Zor benim işim” demiyor musun? Yoksa amaç takılmak, zaman geçirmek ve ruhunu beslemek mi? “Oyunculukta da çok iddialı olacağım” var mı?
- İddiam yok. Ama kendime güvenim var. Ben iyi bir paketle geldim. Kendi ülkesinde sevilen bir oyuncuyum, ödüllerim var, yaptığım işler ortada. Umutluyum yani.

Los Angeles’ta yaşamanın iyi tarafları neler, kötü tarafları neler? Amerikalıların çekilir tarafları neler, çekilmez tarafları neler?
- Biz o kadar çok savaş, deprem, felaket atlatmışız ki, Türkiye buradan ‘kronik elem’ olarak görünüyor. Bir acılanma var. Boşaltamadığımız, akıtamadığımız acılarımız var. Buradaki insanlar böyle şeyler yaşamadıkları için çok daha naif ve olumlu. Herkes gülümsüyor, herkes teşekkür ediyor. Bir davranış etiği var. Ama hikaye de bizden çıkıyor çünkü yaşanmışlık da bizde... Ne var ki burada bu olumlu yaşam biçimini seviyorum. Özellikle California bölgesi. ‘Cool’ diyorlar ya, gerçekten öyle, daha sakin, kolay bir hayat. İnsanlar da öyle. Toplantılara gidiyorum, herkes kot pantolon ve tişörtle. Gösteriş söz konusu değil. Hollywood’un gösterişi var ama o da sadece markayı satmak için. Normalde hepsi köpeğiyle eşofmanıyla dolaşıyor.

Tahmin ettiğinden nesi farklı çıktı peki?
- İki yüzü var Los Angeles’ın. Bir yüzü parıltılı, sahte. Diğeri de gerçekten bohem, seni başarıya götürecek yüzü. Sen neysen, sana o yüzünü gösteriyor.

Sevmediğin şeyler…
- Bimem, yok galiba. Sadece sigaranın her yerde yasak olması! Geçenlerde evde camın kenarında gizlice sigara içtim. Birisi görmüş, beni şikayet etmiş, eve bir yazı geldi. “Sigara içiyormuşsunuz” diye, kira kontratın yanabilir ve büyük para cezası ödemen gerekebilir. Orada işte Türklüğüme sığındım. Hemen Seven Eleven’e gidip bir elektronik sigara aldım. İndim ofise dedim ki, “Ben elektronik sigara içiyordum.” “Aaa öyle mi, çok özür dileriz” dediler. “Bir daha beni pencereden gammazlayan dikkat etsin, gerçek sigara mı elektronik sigara mı içiyorum…” dedim. Yalan söyledim ama kendimi kurtardım.

Türkiye buradan kronik elem olarak görünüyor

Hikayemin her yerinde babam var

İnsan evli ve çok mutsuz da olabilir; bekar ve çok mutlu da”

Hayat nasıl geçiyor?
- 08.30 civarı kendimi sahile atıyorum, rollerblade yapıyorum. Çünkü burada spor yapmıyorsan direkt yarışı kaybediyorsun. Hemen kaslarına bakıyorlar. Bir saat kayıyorum. Paten faslının ardından toplantılarım oluyor.

New York’ta da yaşadın ve tiyatro yaptın değil mi?
- Evet babamla gittiğimizde üç ay kaldım, sonra tekrar gittim, beş ay kaldım. Babamla orada Türk tiyatrosunu kurduk. Broadway’de ‘Kanlı Nigar’ oynadık, ikinci oyun ‘Keşanlı Ali Destanı’ydı, Yavuz Bingöl’le. Ama orası bana göre değil. Ben şehir insanı değilim. Bana kum lazım, deniz lazım.

Rahmetli baban bütün bu hikayenin neresinde?
- Her yerinde. Kitabımı da ona adıyorum. Bende birkaç sulu boya resmi var, bir de antika radyosu. Geriye kalan bana nasihatları. Onlar en kıymetli hazinem oldu.

Santa Monica’da kendi mahallemi kurdum

Pek çok kişi denedi ama geri dönmek zorunda kaldı
- Evet çünkü sadece yetenek yetmiyor. İş kısmını da bilmek gerekiyor. İkiye bölmen gerekiyor kendini. Ve sebat etmen. Benim de, “Ben yaparım” diye bir iddiam yok. Şu an bana güzel olanaklar geldi. Bakalım gerçekleştirirsem kalırım. Olmazsa Türkiye mi giderim, İngiltere’ye mi, İskoçya’ya mı onu da bilmiyorum.

Ya aşk?
- Dürüst davranayım, yok. Burada terapiyle karışık sanat danışmanlığına da başladım. Ve orada tabii önce kendi üzerinde incelemelere başlıyorsun. Anladım ki, şu anda bir ilişkiye girebilecek duygusal yapıda değilim. Babamın gidişinin bir senesi daha yeni doldu. Daha kendi acımı iyileştirmem lazım ki başka birine yüreğimin kapılarımı açabileyim.

Türkiye buradan kronik elem olarak görünüyor

Kendi mahalleni mi falan mı kurdun burada?
- Sorma! Çok yakın bir arkadaşım moda tasarımcısı! Vanity Fair’in partisine mi gidiyorum, bana kıyafet veriyor, onun saç ve makyaj ekibi var, kızlar atlayıp geliyor, beni hazırlıyorlar. Burada da bir düzen kurdum kendime anlayacağın. Mahallede İranlı bir kuaför kadın var, çok acil bir şey olduğunda ona gidiyorum, şu büfe benim sigaracım, çok sever beni, param olmasa ertesi gün götürüp verebilirim. Doğum günümde komşular balonlarla geldiler, beni aldılar yemeğe götürdüler. Millete, “Ben böyle bir ortamda yaşıyorum” diyorum, “Sen emin misin Amerika’da yaşadığına?” diyorlar.

Twitter’ın kurucusu “Takipçinim” dedi

Sosyal medyayla aran nasıl?
- Sosyal medya manyağıyım! Vantiy Fair’in partisinde Twitter’ın kurucusuyla tanıştım. “Takipçinizim” dedi, hatta dedi ki, “Cumhurbaşkanınızla tanıştım, onu da çok sevdim, çok zeki biri!” Eğlence endüstrisi panikte, bu genç adamlar her şeyi ele geçirdi diye. Benim kehanetim şu: Artık herkesin kendi televizyon kanalı olacak. Ne kadar takipçin varsa, reklam alıp hizmet vermeye başlayacaksın. Kişiye özel kanala gidiyor bu iş. Bu aralar en çok Vine’a takılıyorum. Burada bir sanat galerisi sokağı var, 08.00’den sonra aynı anda açılış yapıyorlar, yarım saat içinde 15 galeri gezebiliyorsun. Oradaki tüm eserleri peş peşe çekiyorum.

‘Kelebeğin Rüyası’nın etkileri nasıldı?
- Çok iyi. Ben de Yılmaz’ın (Erdoğan) filmi gelince Amerikalıları toplayıp, “Gelin birlikte izleyelim” dedim. Bayıldılar. Kendimce elçiliğe devam ettim.

Peki son olarak Türkiye’de unutulmaktan korkmuyor musun?
- Yok ya! Kimse kimseyi unutmaz. Eğer seni seyirci sevdiyse bir şekilde yüreklerine değdiysen, aradan yüz sene geçse de hatırlarlar. Endüstri bizi kandırıyor. Hiçbir oyuncu bunu yemesin!

Fotoğraf: Cem TALU

Yazarın Tüm Yazıları