GeriSeyahat Trenlerde düş yolculukları
MENÜ
  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Hürriyet Twitter
    • Yazdır
    • A
      Yazı Tipi
Trenlerde düş yolculukları

Trenlerde düş yolculukları

Mehmet YAŞİN

Tren yolculuklarını çok severim.. Kompartımanların ayrı bir gizemi, başka bir keyfi vardır. Ama geçenlerde yaptığım bir yolculuk, beni düş kırıklığına uğrattı, trenlere olan aşkıma gölge düşürdü..

Tren yolculuğunu oldum olası severim. Gazeteciliğimin ilk yıllarında, 'Doğu Ekspresi' ile Diyarbakır'a kadar bir yolculuk yapmıştım. İki gece üç gün süren bu yolculuğun tadı hala damağımdadır. Ülkeyi, batıdan doğuya kompartımanın penceresinden seyretmiştim.. Sık sık değişen yol arkadaşlarımla azıklarımızı, dertlerimizi, öykülerimizi değiş-tokuş etmiştik.. Ondan sonraki uzun yolculuğum, Berlin-Kopenhag arasında gerçekleşmişti.. Değişik dil ve kültürdeki insanlarla yolculuğu paylaşmak, ayrı bir keyif vermişti bana..

Daha sonra trenle uzun yolculuklara çıkamadım. Ama düş kurmaktan vazgeçmedim. En büyük isteğim, Moskova'dan kalkıp, tüm Asyayı, Sibirya'yı boydan boya geçtikten sonra Çin Denizi'ne kavuşan 'Trans Sibirya' ile yolculuk etmekti. Uzun yıllar o trenin, ortasında soba yanan kompartımanlarında, votka kadehlerini tokuştururken düşlemiştim kendimi.. Nedense o yolculuğa bir türlü çıkamadım. Düşlerimi süsleyen tren yolculuklarından biri de, 'Orient Ekspres'in lüks vagonları olmuştu. Bu düşümü gerçekleştirmekten hala vazgeçmedim. Eğer girişimlerim olumlu sonuç verirse, bu muhteşem trende geçireceğim her saniyeyi sizlerle paylaşacağımdan emin olabilirsiniz. Bir de şimdilerde, Hindistan'daki trenlerin peşinde koşuyorum. O rengarenk arabesk süslemelerle bezenmiş lüks vagonlarda yolculuk edip, ülkenin tüm renklerini görmek vazgeçemeyeceğim özlemlerimden biri.

YOLCULUĞA TAHRİK

Geçenlerde gittiğim 'Wild Wild West' filmi, tren yolculuğu iştahımı yeniden kabarttı. Filmdeki başrollerden birini üstlenen tren vagonu, öylesine güzel, öylesine yetenekliydi ki.. Böyle özel bir vagonum olmasını ne kadar da isterdim. Yaşamımın uzunca bir bölümünü, özel olarak donatılmış bir vagonda, dünyayı dolaşarak geçirebilirim.. Bu vagonun tahrik ettiği tren yolculuğu isteğimi dindirebilmek için, akşamüstü İstanbul'dan kalkan 'Pamukkale' yataklısında yer ayırttım. Amacım sabah Denizli'de olmak, akşama kadar çevreyi dolaşmak, akşam da aynı trenle geri dönmekti. Başlangıçta herşey yolunda gidiyordu. Kompartımanıma oturdum. CD çalarıma sevdiğim bir disk koydum. Mataramdaki viskiyi, görevliden istediğim buzlu bardağa doldurup, yolculuğun keyfini çıkartmaya başladım..

Kocaeli'ne doğru, batan güneşin bakır renge boyadığı Körfez'i seyrettim. Karanlık basınca, tepe ışığını yakıp, kitabımın sayfalarına daldım.. Herşey tam düşlediğim gibiydi. Arada bir çalan uzun düdükler, tekerleklerden gelen 'tık tık' sesleri, yolculuğu süsleyen aksesuvarlardı.

Karnım acıkınca kompartımanı kilitleyip, hemen bitişikteki yemek vagonuna geçtim. Nedense, Demir ve Deniz Yolları'nın yemeklerinin çok lezzetli olduğu aklımda kalmış.. Bu hatırlayış, ağzımın daha da sulanmasına neden oldu..

Yemekli vagonun kapısını açınca, kendimi bir sis perdesinin içinde buldum. Gözüme ilişen ilk masaya oturdum. Etrafıma baktığımda, istisnasız herkesin sigara içtiğini gördüm. Havalandırma çalışmadığı ve pencereler açılmadığı için dumanlar kaçacak yer bulamamış,

bu yüzden de sis olup içeride kalmıştı.. Yanıma gelen garsona, yemekte neler olduğunu sordum.. Garson, yemeklerin tükendiğini söyledi.. Saatime baktım, yemek servisi başlayalı daha yarım saat bile olmamıştı. Demek ki diğer müşteriler de benim gibi çok acıkmış, lokantada ne var ne yok silip süpürmüşlerdi.. Olanlarla yetinmek zorunda kaldım.. Yani ekmeğe beyaz peyniri katık edip, yanında da turşu yedim..

Yemekli vagonda ilk düş kırıklığını yaşamıştım.. Öfkelenmeden tekrar kompartımanıma çekildim. Kalan viskiyi, buz tükendiği için ılık suyla sulandırdım.. Uykum gelince başucumdaki zile basıp, görevlinin gelip yatağı yapmasını bekledim. 15-20 dakika kapım çalınmayınca koridora çıkıp, sağa sola bakındım.. Görevliyi bulamayınca yemekli vagona geçtim.. Aradığım kişi, tahmin ettiğim gibi köşedeki bir masada, diğer görevlilerle birlikte çay içiyordu. Yanına gidip derdimi anlattım..

DONDURAN GECE

Yatağın içine kıvrılıp, biraz daha kitap okuduktan sonra, ışığı kapatıp uyku vaziyetine geçtim. Gecenin bir saatinde titreyerek uyandım.. Kompartımanın içi buz kesmişti.. Görevlinin düğmesine boşuboşuna bastım. Tahmin ettiğim gibi gelen giden olmadı. Kalkıp gömleğimi giydim ve tekrar pikenin altına kıvrıldım.. Üşümemi durduramayınca pantalonumu, çoraplarımı yani yatarken çıkardıklarımı tekrar giyip yatağın içinde büzüldüm.

Güneş doğmaya başlarken kalkıp lavaboya yanaştım.. Maksadım elimi yüzümü yıkayıp, uyku sersemliğinden kurtulmaktı.. Ama olmadı. Çünkü musluğu çevirince, avucumun içine sadece bir iki damla su aktı o kadar.. Hışımla koridora fırlayıp görevliyi aradım, tabii ki yine bulamadım. Anlaşılan mesaisi henüz başlamamıştı.. Havlumu alıp tuvalete yollandım. Orada su bulabileceğimi umuyordum. Ne gezer.. Tuvalet öylesine pisti ki içeri dahi giremedim..

Çözümsüz bir şekilde koridorun penceresinden, akıp giden manzarayı seyretmeye daldım.. Öfkemi dindirebilmek için sakinleştirici cümleler ararken, görevli koridorun ucunda göründü. Kızgın bir ses tonuyla olanı biteni anlatıp, nedenlerini sordum.. O çok sakindi ve yalın bir cümle ile herşeyi açıkladı: 'Birisi suyu açık bırakmıştır veya borular hava yapmıştır.. Şimdi size şişe suyu getireyim..'

TURİSTİK GEZİ

Gelen şişe sularıyla gerekli temizliği yaptıktan sonra, çantamı toplayıp, çay içmek için yemekli vagona geçtim.. Bir önceki akşam gördüğüm, sigara dumanı sisi aynen duruyordu. Çayımı alıp, kompartımanın bulunduğu koridora döndüm. Denizli'ye gelinceye kadar yerimden ayrılmadım.

İnerken görevliye gazeteci olduğumu, akşam aynı trenle döneceğimi söyledim. Mesleğimi ifşa etmekten oldum olası sıkılmışımdır. Ama dönüşte de aynı işkenceyi çekmek istemediğim için bu yola başvurdum.. Belki işe yarar diye düşündüm.

Bir taksiye binip Pamukkale'ye gittim.. Dünya Kültürel ve Doğa Mirasının Korunması Sözleşmesi'nde yer alan travertenler üzerinde yürüdüm.. Mevsim kış olmasına rağmen bir kaç yabancı da, benimle beraber kar rengi kayaları hayranlıkla izlediler.. Bir zamanlar kararmaya yüz tutan travertenlerin, tekrar beyazlaşması beni mutlu etti. Daha sonra Hieropolis kalıntılarına geçip, tarihin içine daldım. Hieropolis'in, ölümün en güzel ifade edildiği antik çağ kentlerinden biri olduğunu biliyordum.. Onun için Tripolis-Sardes'e giden kuzey yolunun kenarlarına dizilmiş anıt mezarları ziyaret ettim.

YANIK YOĞURT

Daha sonra Denizli'ye dönüp, tavsiye edilen Atmaca restorana gittim. Orada yine tavsiye edilen yufkalı tandır yedim. Gerçekten de muhteşem bir yemekti.. Etler, bir silkeleyişte kemikten ayrılıp, yufkanın arasına dökülüyordu.. Bana sadece, yufkayı dürüm edip yemek kalıyordu.. Garsonun ısrarı üzerine, tandırın yanına 'Yanık Yoğurt' söyledim.. Sütün altı tutturularak yapılan yoğurdun tadı, bir sayfa dolusu övgü yazılacak kadar lezzetliydi.. Damağıma sıvanan bu lezzet, uzun süre ağzımı terk etmedi. Travertenleri, Hieropolis'i görüp güzel bir yemek yemek, yeni bir lezzetle tanışmak sabahki öfkemi aldı götürdü. Akşama kadar Denizli'de sokak sokak dolaşıp, kenti tanımaya çalıştım.

Akşam trene binince, bana gösterilen ilgiden, gazeteci olduğumu söylememin işe yaradığını gördüm. Havalandırılmış vagonda, torpilli bir yemek yedikten sonra, kompartımanıma çekildim. Görevlinin 'ocaktan' getirdiği kanyak ile içimi ısıttım.. Yatağımın üstüne konan ektra battaniyeye sarılıp, mışıl mışıl uyudum. Sabah, suları akan lavaboda elimi yüzümü yıkayıp, yolculuğumu sona erdirdim.. Ben yaşadıklarımı hiç bir yoruma kaçmadan yazdım. Siz belki benden daha şanslı olabilirsiniz. Ama bundan böyle, Türkiye'de tren yolculuğuna çıkıp çıkmayacağımı uzun uzun düşüneceğim.

Bir zamanlar kararmaya yüz tutan travertenler alınan önlemler sayesinde yeniden eski beyazlığına kavuşmuşlar.. Tarihle çevrelenmiş bu beyaz kayalar gerçekten de dünyanın harikaları arasına girmeye hak kazanıyorlar.

False