Toplam kaliteden toplumsal kaliteye

Ege CANSEN
Haberin Devamı

Son on yıldır, ülkemizdeki sınai kuruluşlarda, artan bir hızla yeni bir yönetim harsı (kültürü) oluşmaktadır. Ümit ediyoruz ki, bu hars, gitgide yayılarak tüm ülkeyi kapsayacaktır. Bu yeni kültürün başlangıç noktası ise ‘‘toplam kalite’’ anlayışıdır. Şimdi Jandarma Komutanlığı'ndan tutun da, özel ilkokullara, bazı belediyelerden veya sanayi odalarından, gazete yönetimine kadar her yerde ‘‘toplam kalite’’ anlayışı hayata geçirilmeye çalışılıyor. Bu çalışmaların öncülüğünü de Kalite Derneği yapıyor. Bu vesileyle Dr. Ata Gökçe'yi rahmet ve hayırla anmak istiyorum.

Bundan 50 yıl önce yönetimde, kaliteli ürün (mal veya hizmet) üretmenin, sıkı bir kalite kontrolü ile sağlanacağı fikri hâkimdi. Bu yüzden kalite denince, akla daha ziyade ‘‘kalite kontrolü’’ gelirdi. Kontrol kavramı, ‘‘hata yakalamak’’ anlamına geliyordu. Derken, hatayı yakalayacağımıza, hiç hata yapmasak daha iktisadi (akıllı) davranmış olmaz mıyız, sorusu soruldu. Bu ise, ürün kalitesinden, işi bilfiil yapanların sorumlu olması önermesini ortaya çıkardı. Ancak mamulü veya hizmeti bilfiil üretenlerin, tek başlarına kaliteden sorumlu tutulamayacakları çok kısa sürede anlaşıldı. Kaliteli ürün (mal veya hizmet) üretmek, kapsamlı bir görevdi. 1960'lı yıllarda, ‘‘Kalite Hepimizin Görevidir’’ anlayışı yönetim biliminin piyasaya sunduğu yenilikti. (Bu cümle, Arçelik'te birlikte çalıştığım, o zamanki muhasebe müdürü Ünsal Anıl ve kalite kontrol müdürü Erdoğan Altay'la birlikte 1968 yılında yazdığım ve Sevk ve İdare Dergisi'nde yayınlanan makalenin de adıdır.) Bu yaklaşıma göre, kalite, kalite kontrol bölümünün değil, tüm yönetimin, hatta tüm çalışanların elbirliği ile kontrol altına değil, güvence altına alınabilirdi. Üstelik Avrupa sanayii, sol ideolojinin yarattığı gerilim içindeydi. Çalışanların yönetime katılması üzerine peş peşe seminerler düzenleniyordu.

Seksenli yıllarda, biraz da Japon sermayesinin etkisiyle Türk sanayii ‘‘kalite çemberleri’’ ile tanıştı. Kalite çemberleri, iki amaca hizmet ediyordu. Birincisi, ürün ve üretim süreçlerinin kalitesinin yükseltilmesi ve maliyetinin düşürülmesi, ikincisi ise, işyerinde sağlıklı beşeri ilişkiler kurulmasıydı. Buna, çalışma barışının sağlanması diyebiliriz. Üstelik o tarihlerde bu ikincisine çok ihtiyacımız vardı.

Doksanlı yılların başından itibaren, sanayide ‘‘total kalite’’ (total, toplam diye Türkçe'ye çevrildi, bütünsel de denebilir) anlayış kendini iyice kabul ettirmişti. Hatta hareket, bununla da kalmayarak yerini ‘‘toplam kalite yönetimi’’ne, yani ‘‘yönetimin, topyekûn kalitesinin artırılması’’ aşamasına taşıdı. Firmanın ‘‘içinden’’ doğan bu gelişim çizgisi, firmanın ‘‘dışından’’ doğan ‘‘stratejik yönetim’’ yöntemiyle buluştu ve yeni bir ortak kesit oluşturdu.

Bugün gelinin aşamada, yönetimin kalitesinin artırılması (a) teknolojik gelişmeyi, (b) verimlilik artışını ve (c) müşterinin tatminini içeren ‘‘bütünsel’’ bir yöntemi içermektedir. Tabii, anlattıklarım işin çok kalın çizgileri. Bir bakıma ‘‘toplam kalite yönetimi’’nin uzaydan görünüşü.

Her yönetim yöntemi veya yönetim sistemi, kendisinden önce gelen yöntem ve sistemlerin üzerine oturur. Bir türevdir. Yoktan var olmaz. Ancak şurası bilinmelidir ki, her yöntemin işe yaradığı belli bir ‘‘faydalı uygulama aralığı’’ vardır. İşin dozu kaçırılsa, zararlı olur.

SON SÖZ:

Moda olan her şey, demode olur. Kalıcı olana, klasik denir.













Yazarın Tüm Yazıları