Tokyo'da yapılacak şeyler

TOKYO'ya gitmeden önce, kendi kafamıza göre bir ‘‘Yapılacak Şeyler’’, bir de ‘‘Yapılmayacak Şeyler’’ listesi hazırlamıştık.

Listeler şöyleydi:

Yapılacak Şeyler

4
Taçiyomi yapılacak. Yapıldı. Taçiyomi, kitapçıda ayakta beleşten kitap okuma hadisesi. Çok yaygın ve yasak değil. Üç dört gün üst üste kitabevine gidip, istediğiniz kitabı bitirmeniz mümkün. Ben paso manga karıştırdım.

4 İş çıkışı saatinde metroya binilecek. Binilemedi. Bu çok zor bir hadise. Benim diyen eğlence merkezinde bulamayacağınız bir heyecan. İnsanlar tıkış tıkış biniyor metroya. O kibar Japonları bir de iş çıkışı saatinde metroda görmeniz lazım. Bir de özel görevliler var, dışarıda kalanları içeri itmek için. Harbi söylüyorum. Adamlar bekliyor, kapıda sıkışanları içeri itiyor. Resmi görevli bunlar, yanlış anlaşılmasın

4 Akihabara'ya gidilecek. Gidildi. Burası Tokyo'nun elektronik merkezi. Bir şey alacağımdan değil ama elektronik delisi Japonların elektronik pazarı nasıl olur diye merak edip gittim. Hakikaten uçmuşlar.

4 Japon Çekirdeği aranacak. Arandı. Hakikaten bir iki tane Japon'a sordum. Japonlar, Japon çekirdeğinden bihaber yaşıyorlar. Keşke yanımda bir paket getirseydim diye hayıflandım. Kimbilir kafaları ne biçim karışırdı.

4 Roppongi'de azılacak. Azıldı. Türkiye'nin Güney Kore'yi yendiği maçtan sonra, Tokyo gece hayatının merkezi olan Roppongi'ye yazıldık. Roppongi'deki alem, herhalde dünyanın başka bir yerinde yoktur. Şu kadarını söyleyeyim. Sabaha karşı 04.30'da filan otele dönmek için bir taksiye bindik. Trafik kilitlenmişti. Öyle anlık bir kilitlenmeden bahsetmiyorum. Bayağı trafik sıkışıklığı vardı.

4 Otomat kullanılacak. Kullanıldı. Japonya'da 20 milyon tane otomat var. Kravattan meşrubata, bilgisayar parçasından kullanılmış dona kadar her şeyi bulabiliyorsunuz bu otomatlarda. Liseli kızların iç çamaşırlarının otomatlarda satılma hikayesi de doğru arkadaşlar; geyik filan değil. Vakumlanmış pakette üçlü olaak satılıyorlar. Meraklısı için fiyatını da söyleyim: 3 bin yen ila 5 bin yen arasında değişiyor. Yani yaklaşık 25 ila 40 dolar filan. Yine merak edenler için söyleyeyim, böyle bir manyaklık yapmadım...

4 Japon yemekleri yenilecek. Yenildi. Hem suşi yedim, hem de teppenyaki.

*

Yemek mevzusunu biraz açmak gerekiyor. Şimdi farklı kültürlere sahip memleketlere gidildiğinde illa oranın yemeğini yiyeceğim diye bir ısrarım yok. Ama uyuz da değilimdir, denerim.

Suşi yemişliğim var. Ayılıp bayılmasam da seviyorum.

Teppenyaki de, bizim ocakbaşının Japon modeli gibi bir şey. Aşçı'nın karşısına sebilhane maşrapası gibi diziliyorsunuz. O da kızarttığı etleri, balıkları, sebzeleri yolluyor önünüze. Güzel bir şey.

Japonya'dayız diye sürekli Japon yemeği yemedik tabii ki. ama ekipten bir iki arkadaş bu mevzuya kafayı taktı.

Ben bunları ‘‘Her öğün yemeyin’’ diyorum, onlar ‘‘Hapur hupur yemek istiyoruz. Capon mutfağı istiyoruz’’ diye cevap veriyor.

Bu böyle 3-4 gün devam etti.

En sonunda Japan Times adlı gazetede okuduğum bir haberi bulup gösterdim bunlara.

Osaka mahreçli haber aynen şöyleydi:

Suşi saldırganı ölü ele geçirildi

Osaka'da bir suşi restoranına girerek, müşterilerin tabaklarındaki suşileri yemeye başlayan Takako Oburoşi (ismi uyduruyorum) ölü olarak ele geçirildi.

Dün öğlen saatlerinde Osaka'da bir suşi restoranına giren Oburoşi, müşterilerin tabaklarındaki suşilere saldırdı. Suşilerin yarısını yiyen, yarısını tabağa bırakan ve bu sırada sürekli olarak ‘‘Suşi... Daha fazla suşi...’’ diye bağıran saldırgana restoran personeli müdahale etti.

Oburoşi, personele direnmeye başlayınca mutfaktan kopup gelen ve tombul olduğu belirtilen aşçı Akaraşi Şişgöbek olaya müdahale etti. Saldırgan aşçı Şişgöbek'in üstüne oturması neticesinde can verdi.

*

Biraz abarttım ama aynen böyle bir haber vardı gazetede. Yine de gözlerini korkutamadım arkadaşların.

Final maçı öncesinde, Yokohama'ya biraz erken gittik.

Bunun üzerine bir barda oturup birer bira içmeye karar verdik.

Ben biraları aldım ve masaya geldim.

Yerel mutfak kurbanı arkadaşlardan biri, ‘‘Aaa ne orijinal eçerezler’’ dedi ve kasanın yanında duran çerez paketlerinden birini aldı.

Ben ‘‘Yapma, etme’’ desem de dinletemedim.

Çerez paketinin içinden badem ve minik balıklar çıktı arkadaşlar.

Minik balıktan kastım, hakikaten minicik, iki santim boyunda filan balıklar.

Röntgen makinesinden çıkmış gibi, içleri gözüküyor. Zavallıcıkları öylece kurutup çerez paketine tıkmışlar.

Kokusunu ve tadını anlatmam mümkün değil.

Fakat bizimkiler bayıla bayıla yediler.

Iyyy, hatırladıkça hala midem bulanıyor...
Yazarın Tüm Yazıları