Toksin denizinde yüzüyoruz

Son yıllarda karşılaştığımız bazı sağlık sorunlarının nedeni toksinlerdir.

Kronik yorgunluk sendromu, fibromiyalji, kolit, reflü, kilo sorunu, cilt döküntüleri, uykusuzluk, ödem-şişme ve daha pek çok problemin, hatta bazı kanserlerin toksin yükü ile yakın ilişkisi var.
Adeta bir toksin denizinde yüzdüğünüzü düşünüp yaşamınızın toksik bir sürece girdiğinden endişe ediyorsanız haklısınız. Gerçekten de toksinler beden ve ruh sağlığımızı bozuyor, hayat kalitemizin canına okuyor.
Uzmanlara göre son yüzyılda neredeyse yüz binden fazla yeni kimyasal geliştirildi. Bunların 20 binden fazlası şu veya bu şekilde yiyip içtiklerimize bulaşmış durumda.
Hücrelerimiz daha önceden hiç tanımadıkları bu yeni kimyasallarla savaşmak durumunda. Bu kimyasalların kimi mitokondrilerin fonksiyonlarını, kimi DNA’nın yapısını, kimi hücrelerin duvarını tahrip ediyor.
Toksinlerin çoğu maalesef vücudumuzdan uzun süre atılamıyor. Biriken “toksik kalıntılar” da zaman içinde bazı problemlere yol açıyor.

ERKEN ERGENLİK

Toksinlerle ilişkili olabilecek problemlerden üç tanesinin üzerinde ısrarla duruluyor. Bunlardan birincisi çocukları tehdit eden “erken püberte”, yani vaktinde önce ortaya çıkan ergenlik hali.
Gerçekten de son yıllarda birçok aile 8-10 yaşında hormonal gelişme işaretleri vermeye başlayan kız çocuklarının sorunlarını çözmeye çalışıyor. Çocuk endokrinolojisi uzmanlarının önemli ilgi alanlarından biri haline geldi bu konu.
Muhtemeldir ki bazı toksinler, cinsiyet hormonları dâhil, hormon dengemizi altüst ediyor. Ve bu marifetlerini kızlarda erken ergenliğe, erkek çocuklarda kilo kazanımı, şişmanlık ve hormonal denge bozukluklarıyla gösteriyor.

KİLO SORUNU

Yaşadığımız “kilo patlaması”nın arkasında bir ölçüde bu kimyasal toksinlerin rol oynayabileceği düşünülüyor. Böcek ilaçlarında ve diğer endüstriyel toksinlerde mevcut bazı kimyasalların biriktiği yağ dokularının normal işlevini bozduğu, hatta altüst ettiği söyleniyor. Plastik sanayide kullanılan fitalat bunlardan biri.
Birkaç araştırma daha şimdiden fitalat birikiminin yağ metabolizmasını bozabileceğini, kilo sorununu -özellikle çocuklarda- tetikleyebileceğini gösterdi.
Diğer taraftan bu toksinlerin hormonal sistemde yaptığı harabiyet ve mitokondrilere verdiği zararlar da önemli. Mitokondri zarar görünce hücrelerin yağ ve kalori yakma kabiliyetinin azaldığı, kilo vermeye karşı direnç oluştuğu düşünülüyor.

KANSER PROBLEMİ

Üçüncü sorun ise -ki en önemli sorun da budur- “toksin-kanser ilişkisi”dir. Yiyecek içeceklerle ya da solunum yoluyla vücudumuza bulaşan bu tür toksinlerin orta ve uzun vadede kanserojen olabilecekleri konusunda duyulan tereddütler her gün biraz daha artıyor.
Toksin basit anlamda “vücudumuza yabancı olan, vücuda daha doğrusu hücreye iyi gelmeyen ya da belli bir oranın üzerine çıktığı zaman zararlı madde işlevi gören her türlü şeye verilebilecek ortak bir tanım”dır.
Bana sorarsanız tanımı daha da genişletmek, toksik kimyasal yiyecek içecek ya da toksik solunum havası deyimlerine “toksik ilişki”, “toksik düşünce”, “toksik çalışma ortamı”, hatta “toksik hayat” gibi daha pek çok deyimleri de eklememiz gerekiyor. Hayatımıza giren -ruhsal ya da bedensel olması fark etmiyor- her toksin sağlığımıza şu veya bu şekilde bize zarar veriyor.
Geçici bir heves ya da hoşluk gibi gördüğünüz “detoks” denilen toksinlerden arınma süreci aslında çok önemli. Ama bu işi bir “sosyetik gelenek” olmaktan çıkarmak, kolon yıkama, detoks suyu içme palavralarını bir kenara bırakıp ciddiye almak lazım. Toksinlerin ne olduğunu öğrenip onlara daha baştan dur demek ise çok daha önemli bir nokta.

Mide kanserinin belirtileri neler?

Mide kanseri, kanser hücrelerinin midenin iç yüzünü döşeyen mukozadan köken aldığı bir hastalıktır. Helibacter pylori enfeksiyonları, kronik gastrit, pernisiyöz anemi, intestinal metaplazi, ailesel adenomatöz poliposis gibi birtakım sindirim sistemi hastalıkları mide kanseri riskini artırır.
Salamura, tütsülenmiş ve kurutulmuş yiyeceklerin ağırlıkta olduğu diyetler, sigara içmek, ailede mide kanseri öyküsünün bulunması, ileri yaş ve erkek cinsiyet, hastalık açısından risk oluşturan diğer faktörlerdir.
Hazımsızlık, çabuk doyma, mide boşalmasının gecikmesi ve şişkinlik, kilo kaybı gibi yakınmalar mide kanserinin belirtileri olabilir.
Fizik muayeneyi takiben mide ve yemek borusunu taramak için yapılan birtakım biyokimyasal tahliller, radyolojik görüntüleme yöntemleri ve üst sindirim sistemi endoskopisi tanıda kullanılmaktadır. Endoskopi sırasında midede şüpheli görülen alanlardan alınan dokular mikroskopla incelenerek tanı konulabilir.
Hastalığın gidişini pek çok faktör belirler ve tedavi seçenekleri hastalığın evresine ve yaygınlığına göre farklılık gösterir. Bu faktörlerden en önemlisi, hastalığın mideye sınırlı olup olmadığıdır.
Serumdan bakılan tümör belirteçleri, endoskopik ultrason, tomografiler, laparoskopi ve PET - CT gibi çeşitli incelemelerle hastalığın evrelemesi yapılır. Çevredeki lenf düğümlerinin, çevre organların tutulup tutulmadığı, kan dolaşımı yoluyla karaciğer başta olmak üzere uzak organlarda hastalığın bulunup bulunmadığı, hastanın genel sağlık durumu gidişat hakkında fikir verebilir.
Erken tanıyla hastalığın kontrol altına alınması ve remisyona girmesi daha kolay olur. Ancak ne yazık ki mide kanseri hastalarının çoğuna hastalık ileri evrelere geldiğinde tanı konmaktadır. Bu şekilde mide kanseri tedavi edilebilir ancak çok nadiren kür şansı yakalanabilir.
Bazen de hastalık ilk basamak tedavi ile kür olduktan sonra yine midede, çevre lenf düğümlerinde veya karaciğerde geri gelebilir.
Tedavi seçenekleri, hastalığın evresine göre belirlenir. Günümüzde standart haline gelen tedavilerin yanı sıra bazı tedaviler klinik çalışmalarla değerlendirilmektedir.
Cerrahi ile midenin tamamını veya bir kısmını çıkarmak bir seçenektir. Ağız veya damar yoluyla kanser hücrelerinin çoğalmasını engellemeyi ve tümörü yok etmeyi amaçlayan ilaçların verildiği kemoterapi ve yüksek enerjili X-ışınları ile tümörü yok etmeye çalışan radyoterapi, diğer tedavi seçeneklerini oluşturur. PROF. DR. EROL AVŞAR

İstenmeyen gebeliklerde ne yapmalı?

Aslında bu kavram ‘beklenmeyen gebelikler’ olarak da tanımlanabilir. Gebeliğe hazır olmamak veya zamanlama olarak beklenmeyen bir gebelik oluşması sık rastlanan bir durumdur. Bu durumda, kadın ve gebelik için artmakta olan bir risk durumu söz konusu olabilir.
Örneğin; gebeliğin devam edip etmeyeceğine karar verene kadar geçen süre içinde başlangıçta yapılması gereken tetkikler ve kontroller gecikebilir, gebelik ilerleyince yapılacak bir kürtaj sorun olabilir.
Bu nedenle, doğum kontrol yöntemlerinin düzenli uygulanması, sosyal ve psikolojik olarak gebeliğe karar verildiğinde bilinçli bir gebelik başlangıcı hem anne adayı hem de fetus için daha sağlıklı olacaktır.
Dr. Erhan CANKAT
Yazarın Tüm Yazıları