THY'ye neden bir yakınımı atadım

Ertuğrul ÖZKÖK
Haberin Devamı

Başbakan Mesut Yılmaz, önceki gün bütün gününü İstanbul'da Swissotel'deki odasında geçiriyor. Yılmaz'la kısa bir konuşma yapıyorum.

Tepki gösterdiği iki konu var.

Birincisi, son Orta Asya gezisi sırasında yaptığı petrol ve gaz bağlantılarının basına yeterince yansımaması. Bu konuda haksız da değil.

Türkiye'nin gündemindeki maddeler, dışarıda sağladığı bazı başarıların kamuoyuna aynı büyüklükte yansımasına engel oluyor.

İtiraf edelim, bunda biz gazetecilerin de sorumluluğu var. DYP Genel Başkanı Çiller'in başbakanlığı sırasında hiçbir şey olmadığı halde gerçekleşmiş gibi kamuoyuna yansıtılan Petrol Boru Hatları Projesi'nde şimdi önemli bir gelişme oluyor.

İKİNCİ TEPKİ

Yılmaz'ın daha büyük tepkisine neden olan asıl konu ise Türk Hava Yolları Yönetim Kurulu'na yapılan tayinler konusundaki yazılarla ilgili.

Yılmaz adını vererek iki gazeteci hakkında dava açacağını söylüyor. Hemen arkasından da beni düşündüren şu cümleyi sarf ediyor:

‘‘Benim oraya tanıdığım bir kişiyi neden atadığımı sormuyorlar. Orada çok büyük iddialar var. 150 milyon dolarlık bir şaibe söz konusu. O nedenle çok güvendiğim birini atamak zorundaydım.’’

Bu sözler gerçekten düşündürücü. Bir başbakan, yolsuzluk iddiaları ayyuka çıkmış bir kurumun yönetim kuruluna akrabaları dışında güvenecek bir kişi bulamayacak hale gelmişse, bunun üzerinde hepimizin düşünmesi gerekir.

Sanayi Bakanı Yalım Erez geçen hafta, bakanlığına bağlı bütün kurumların yöneticilerine, bir an önce özelleştirmeye başlamaları konusunda talimat veriyor.

Hatta bazı yöneticilerine şaka yollu, ‘‘31 Aralık'a kadar bu özelleştirmeleri yapmazsanız sizi pencereden atarım’’ diyor.

Erez durmadan engellemelerle karşılaşılan özelleştirme yerine daha pratik bir yöntem buluyor. Bu tesisleri 49 yıllığına kiralamak.

Bu konuda haklı gerekçeleri de var. Çünkü özelleştirmeler bir türlü gerçekleştirilemiyor.,

Ancak geçen cuma günü, şimdi adını hatırlayamadığım bir dernek, Yalım Erez hakkında suç duyurusunda bulunuyor.

Yani Türkiye bir anlamda 1983'lere tekrar dönüyor. ‘‘Satarım-sattırmam’’ tartışması yeniden gündemimize giriyor.

Türkiye 83'lerde karar verdiği özelleştirmeyi neden bir türlü gerçekleştiremiyor? Özelleştirme kanunları çıkardığı, özelleştirme kurumunu kurduğu halde neden bir türlü harekete geçiremiyor?

KURUMU ÖZELLEŞTİRMEK

Yalım Erez, bunun cevabını çok açık bir şekilde veriyor:

‘‘Çünkü önce özelleştirmeyi yapacak kurumu özelleştirmek gerekir.’’

Evet, cevap gayet kısa ve çok net. Çünkü özelleştirme bir türlü iktidarın pençesinden kurtulamıyor. Gazete Pazar'ın dünkü sayısında çok güzel bir özelleştirme dosyası vardı. Eski Başbakanlık danışmanlarından Prof. Dr. Özer Ertuna, bu çaresizliği şöyle açıklıyor:

‘‘Bütün dünyada sıkıntı yaşanıyor. Güçlü kurum yarattığınız zaman bütün gücü belirli otoritelerde topluyorsunuz: Başbakan ve onun atadığı birkaç bakanın oluşturduğu Özelleştirme Yüksek Kurulu her kararı verecek. Bu kararlar böyle verilemez. Mutlaka altından şaibe çıkar. Bunlar politik, sosyal, her türlü malzeme yapılabilir. Halbuki halkın güvenini almış özerk bir kurumun yaptığı işler, şeffaf bir şekilde yapıldığı zaman mesafe alınabilir.’’

Elbette özelleştirmelerden o anda iktidarda bulunan kişiler sorumludur. Burada önemli olan yine güven meselesi.

Yani Başbakan'ın kendine ait yetkileri büyük bir güven içinde devredebileceği kişi ve kurumlar.

Rahmetli Özal'a bir gün ‘‘Başbakanlık döneminizle ilgili bir değerlendirme yaptığınızda, kendinizi en yetersiz bulduğunuz durum hangisidir?’’ diye sormuştum. Hiç düşünmeden şu cevabı vermişti:

‘‘Özelleştirmeleri gerçekleştiremedik.’’

Türkiye bu konuda çok geç kaldı. Bunda 1983'ten bu yana görev yapmış bütün siyasetçilerin sorumluluğu vardır.

Cavit Çağlar 1993 yılında Hürriyet'e verdiği demeçte, ‘‘İktidarı bana verin. Bütün özelleştirmeleri bir yıl içinde tamamlayayım. Ondan sonra isterseniz beni asın’’ demişti. 93'te DYP'nin başına Cavit Çağlar geçip başbakan olsaydı, belki Türkiye bugün daha başka bir noktada olurdu.

Bakın, bundan dört yıl sonra Sanayi Bakanı Yalım Erez aşağı yukarı aynı cümleleri sarf ediyor. Demek ki dört yıl kaybetmişiz.

Türkiye, kendine güvenen ve bunun sorumluluğunu taşıyabilecek cesur bir başbakan arıyor.

Mesut Yılmaz'ın önündeki en acil karar budur.



Yazarın Tüm Yazıları