The Doors ve mantı, birarada

Kanat ATKAYA
Haberin Devamı

KARIŞIK teknik çalışılacağı çok belli günlerden biri.

Yani belli bir amaç yok. Gün, bir şekilde tamamlanacak.

Aslında hava soğuk. Dışarı çıkılmasa daha iyi bile olur.

Fakat günün ilerleyen saatlerinde kendini dandik bir TRT 3 filmi seyrederken yakalamak ve ‘‘Yahu keşke üşenmeyip bir film yapsaydım’’ demek de var.

İnsan dürtülmek istedi mi, bahane bulması çok kolay. TRT 3 filmlerini bahane edip vuruyoruz kendimizi yollara.

İki aydır filan İkbal Kahvesi'nin önünden geçip duruyorum.

Her seferinde de aynı şeyi yapıyorum.

Kapının kenarında asılı bir mönü var. İşte, çay şu kadar, kahve bu kadar filan falan...

Bir de en dipte bir uyarı notu var: ‘‘Tüm sıcak içeceklerin yanında küçük pastacıklar, kekler verilir’’ gibisinden.

İşte o nottan mıdır, yoksa başka açıklanamaz bir nedenden mi bilinmez, her seferinde o notu da okuyup yan sokağa girip yukarı doğru yürümeye başlıyorum.

Bu sadece İkbal Kahvesi'ne özgü bir durum değil. Mekan gayet güzel gözüküyor aslında.

Sakin sakin kahveni içebileceğim Orhan Kemal'i yad edebileceğin küçük ve temiz bir yer.

Ama nedense olmuyor işte.

***

‘‘Hoş geldin karışık teknik cumartesi, safalar getirdin’’ deyip, kendimi güne emanet ediyorum. Sonumuz iyi olur inşallah.

Saatin kaç olduğunu öğrenmek için bir dükkanın önünde durup duvarlarında saat aramaya başlıyorum.

Saat kullanmayanlar bu durumu çok iyi anlayacaktır...

Eğer saat takmayı sevmiyorsan, başkasının kolundan saat okumayı bileceksin, hangi tarz dükkanların duvarında saat olur öğreneceksin ve halka açık büyük saatlerin yerlerini mutlaka ezbere bileceksin.

Bu seferki kurbanım bir berber dükkanı.

Ben saatin yerini bulmak için duvarlara bakıyorum, saçı kesilen adam da dahil olmak üzere dükkan halkı da bana bakıyor.

Bir anda ne kadar psikopat bir insan gibi davrandığımı fark ediyorum ama bu arada saati de öğreniyorum: 15.30...

Arkadaşlar, 15.30 dünyadaki en güzel saatlerden biridir.

Film 16.00'da mı, 16.30'da mı başlıyor diye gerilmezsiniz bir kere.

‘‘Dalgametre nasıl olsa 16.30’’dadır diye evden 15.55'de çıkıp çok film kaçırmış biri olarak, bu sözümü ciddiye almanızı rica ediyorum.

***

Güne biraz suni de olsa adrenalin katabilmek amacıyla ‘‘Get Carter’’a yazıldık.

Michael Caine versiyonu efsane olmuş filmi bu kez Stallone çekmiş.

Sylvester Stallone, stili itibariyle çok tutmasak da, takdir ettiğimiz çalışmaları bulunan bir arkadaş.

Stili yok demek istemiyoruz. Fakat bir Steven Seagal'ın kol kırma estetiğine de sahip değildir.

Hem ‘‘Get Carter’’ öyle Alec Baldwin'le, Pierce Brosnan'la filan çekmediğin sürece berbat edilemeyecek bir film.

Böyle bir güvenle direkt ön sıralardan bilet istedik.

Tabii yine en arkanın bir önüne bilet kesildi, biz yine yer göstericiyi araya sokup önlere gittik. Normal.

‘‘Get Carter’’ veya bizdeki dandik ismiyle ‘‘Yüzleşme’’ çok Stallone bir film olmuş. Hatta fazlasıyla Stallone.

Çok bayılmadık, fakat nefret de etmedik.

Sadece ‘‘Ee, yani gelmesek ne olurmuş?’’ dedik ve İstiklal Caddesi'nin kalabalığına -hiç üşenmeden- bir kez daha karıştık.

***

Bu arada söylemesi çok ayıp fakat canımız nedense fena şekilde mantı istedi.

Fakat bu iş zor, çok zor Yonca.

Vitrininde kadınların oturtulduğu mantıcılar, vicdanımızda kalıcı hasar bırakıyor.

O yüzden önlerinden geçerken önüme filan bakıyorum.

Vitrininde hamur açan teyzelerin oturtulmadığı mantıcı sayısı ise hakikaten az.

Bu kadar derin bir meseleye yoğunlaşmış yürürken bir adet vitrininde hamur açan kadın oturtulmamış mantıcı görüyorum.

Prensip olarak duvarlarında Afrika maskları mekanlardan uzak durmaya çalışıyorum.

Fakat mantı isteği ağır basıyor ve tüm medeni cesaretimi toplayarak içeri giriyorum.

Mantı güzel fakat ambians biraz sakat.

İçerde The Doors filan çalıyor.

Ne The Doors'a, ne de mantıya karşıyım.

Fakat ikisi bir arada... Ne bileyim tuhaf oluyor işte.

Yok mudur mantı alemlerinde sadece ama sadece güzel mantı yapan ve bu güzel mantısını, çiğ böreğini Afrika maskı veya vitrinde çalıştırılan kadınlar olmadan pazarlayan bir mantıcı...

Vardır herhalde.

***

Neyse ki; uzun ve çok karışık gün, umulmadık bir başarıyla sona eriyor.

Baskan Yayınları'nın ‘‘İdeal Kitaplık’’ serisi ile karşılaşılıyor.

Hani yan tarafı yeşil olan ve kapaktaki renkli resmin bir küçüğünün yine yan kapağa basıldığı kitaplarla.

Langelot Casuslara Karşı, Bertrande Kulesi'nin Esrarı, Langelot Timsahlar Arasında, Himalayalar'daki Kervan, Michel ve Kaybolan Hazine...

15 tanesi kafadan 15 günü kurtarır.

Haberin Devamı

Gerisine sonra bakarız artık...

Yazarın Tüm Yazıları