Tesadüfi bir buluş şokun denetimini sağladı

Güncelleme Tarihi:

Tesadüfi bir buluş şokun denetimini sağladı
Oluşturulma Tarihi: Mart 10, 2004 21:16

Uzmanlar şok durumunun dokulara yeterli miktarda kanın aktarılamadığı çok düşük tansiyon sonucunda ortaya çıktığını ve oksijen yoksunluğu beyinle öteki can alıcı organlara zarar verdiğinde ölümle sonuçlandığını bilirler.

Şok sürecinin çok ileri aşamalara varmadan geri çevrilmesine yarayan birkaç yöntemler vardır. Gelgelelim, özellikle de şoku tetikleyen etmen enfeksiyon olduğunda, bu yöntemlerin hiç birinin işe yaramadığı da bir gerçektir.

Şokun bu denli yıkıcı etkileri yüzünden araştırmacılar dur durak bilmeksizin daha etkili yöntemlerin geliştirilmesine çalışıyor. Ne var ki, bunların çoğu ilk önceleri umut vaat etseler bile fiyaskoyla sonuçlanıyor.

Umut veren yöntem

Ancak kısa bir süre önce şans eseri elde edilen bir bulgu, başarılı bir yöntemin de geliştirilmesinde etkili oldu. Söz konusu yöntem şoka yol açan koşulları yok etmese de, binlerce şok kurbanının iyileşmesine şimdiden yardımcı oluyor. Dahası, yöntemde kullanılan bileşim, şokun altında yatan kimi düzeneklere de ışık tutuyor.

Şokun içinden çıkılması güç doğasının daha iyi kavranabilmesi için dolaşım sisteminin inceliklerine varmak gerekir.

Ilkel canlılar oksijen ve besinin alınıp karbon dioksit ve atıkların dışarıya atılmasında dağılma gibi basit bir ilkeden yararlanıyorlardı. Bu süreçte moleküller doğal olarak yoğunluğun yüksek olduğu yerlerden düşük yoğunluklu yerlere doğru yol alıyorlardı.

Ancak yaşamın sürdürülmesine olanak tanıyan bu dağılım sadece milimetrik uzaklıklarda etkili olabiliyordu. Daha iri canlılar için çok daha sağlam bir düzenek gerekliydi.

Doğanın bu soruna getirdiği çözüm kanın molekülleri uzak mesafelere taşıdığı dolaşım sistemi oldu. Çoğu canlı türünde bu akışın itici gücünü oluşturan ve ayrıca önemli gaz ve besinleri bedenin her bir bölümüne aktaran organ kalptir.

6 saniyelik aksama

İnsanlarda kalp, uzunluğu 16 metreye ulaşan damarlar aracılığıyla beş litre kanı günde yaklaşık 1000 kez pompalar.

Kan akışında altı saniyelik bir aksama bile bireyde bilinç yitimine neden olabilir. Kan basıncındaki ufak bir düşüş, beynin oksijensiz kalmasına yol açarak kişiyi güçsüz ve yarı bilinçsiz bırakabilir.

Bu koşullar altında öteki organlar da birkaç dakika içinde işlevlerini yitirebilirler ve böylece kişi şoka girer. Bu koşulların sürmesi ve organlarda geriye dönüşü olanaksız bir zararın meydana gelmesi durumunda şokun ölümle sonuçlanması kaçınılmaz olur.

Şok farklı nedenlerle ortaya çıkar ve genellikle de bu nedenler esas alınarak sınıflandırılır. Hipovolemik şok adı verilen bir tür şoka yola açan en yaygın nedenlerden bir tanesi, bedenin hızla kan yitirmesidir. Kalp yeterli miktarda kan pompalayamadığından bu açığı pompalama hızını artırarak gidermeye çalışır.

Ancak bu da yeterince etkili olamadığından, tansiyon düşer ve besinler dokulara ulaştırılamaz. Bu durumda uzmanlar, kanamayı durdurmaya ve öteki sıvı yitiminin önüne geçmeye çalışır.

Kardiyojenik şok adıyla bilinen bir başka şok durumu da kalbin pompalama işlevini gerektiği gibi yerine getirememesinden kaynaklanır. Söz gelimi, kanın pıhtılaşması sonucunda kalbe giden atardamarlardan biri tıkandığında oksijen kalbe ulaşamaz ve bu da kalp krizine yol açar.

Kalbin bir bölümü oksijensiz kalır ve organ gerektiği gibi işlevini göremez. Yılda yaklaşık 280,000 kardiyojenik şokun yaşandığı A.B.D’de uzmanlar genellikle kalp kasının kasılmasını artırıcı ilaçlar, kapakçık nakli ya da kalp atışını dengeleyici aygıtlar yerleştirmek suretiyle önlem almaya çalışır.

Üçüncü ve en yaygın şok türü ise, hipovolemik ya da kardiyojenik şokun günlerce sürmesi sonucunda meydana gelen, damargenişletici (vasodilatory) şoktur.

Bu durumda hastanın kalbi onarılmış, ya da ona kan verilmiş olmasına karşın şok durumu etkisini sürdürür.

Septimesi zehirlenmesi

Ancak söz konusu şok türü genellikle kana bakteri ya da mantarların bulaşmasıyla meydana gelen ve septisemi adı verilen ciddi bir zehirlenme sonucunda oluşur.

Akyuvarlar ve öteki bağışıklık sistemi elemanları kandaki bu zehirlenmeye karşı koymaya çalışırlarken bedendeki dokuları işlevsiz kılarlar. Örneğin istatistikerin çok iyi tutulduğu A.B.D’de her yıl yaklaşık 500,000 kişide görülen septisemi olayının yarısında şok durumuna tanık olunmakta ve 125,000 kişi bundan ölmektedir.

Bu durumda kalpte herhangi bir bozukluk söz konusu değildir. Asıl sorun, en dar atardamarlar olan arteriyollardan kaynaklanmaktadır.

Nitekim, arteriyollarda ne gibi tersliklerin meydana geldiğini kavramaya çalışan araştırmacılar altı yıl önce hiç beklenmedik bir buluşla karşı karşıya geldi. Buna göre, söz konusu atardamarlardaki anormallik şoktan çok önce ortaya çıkıyor.

Kan basıncının düşmesi karşısında bedenin ilk tepkisi şokun önüne geçmek oluyor ve bu tepkinin belkemiğini arteriyollar oluşturuyor.

Gelgelelim, bir şeyler yolunda gitmez ve kimi arteriyollar büzülmezse, kan bedenin bu can alıcı bölgelerine ulaşamıyor. Bu konuda çeşitli teoriler ortaya atıldı, ancak kesin bir sonuca ulaşılamadı.

Yeni bir yaklaşım

1997’de hiç beklenmedik bir bulgu araştırmanın tüm akışını değiştirdi.

Yemek borusunda kanaması olan ve ardından şiddetli bir enfeksiyonun baş gösterdiği bir hastaya kanamanın durdurulması amacıyla vasopressin adlı hormon verilmekteydi.

Damarları daralttığı bilinen bu hormon düşük kan basıncına tepki olarak hipofiz bezinden salgılandığında tüm bedende etkili oluyordu. Ancak daha önceki araştırmalar bu hormonun sağaltım amacıyla verilmesi durumunda yalnızca yemek borusu damarlarında etkili olduğunu ortaya koymuştu.

Bu yüzden hastanın kan basıncında herhangi bir etki yaratması beklenmiyordu.

Ne var ki, uygulamada vasopressinin kesilmesi durumunda hastanın kan basıncının düştüğüne, yeniden verildiğinde ise yükseldiğine tanık olundu. Enfeksiyon sanki de hastayı bu hormona daha duyarlı duruma getirmişti.

Bu durumun bir rastlantı olup olmadığını anlamak için yapılan araştırmalar septisemik şok geçiren hastalarda gerçekten de vasopressin düzeylerinin çok düşük düşük olduğunu ortaya koydu.

Dünyanın farklı yerlerinde yapılan küçük çaplı 10 araştırma sonucunda vasopressin hormonunun kan basıncını herhangi bir yan etki yaratmaksızın dengelediği ve hastaları şokun ölümcül etkilerinden kurtardığı görüldü.

Vasopressin artık dünyanın birçok gelişmiş tıp merkezinde yaygın olarak uygulanıyor.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!