Teke Tek

Fatih ALTAYLI
Haberin Devamı

Sisteme itirazım yok, öğrencilere süre tanınsın

Önceki akşam Kanal E'de üniversiteye giriş sınavlarında uygulanacak yeni sınav sistemini tartışıyoruz.

Telefonda YÖK'ten Profesör Doktor Mehmet Kayhan. Diyor ki: ‘‘Hiçbir sistem kusursuz değildir. En az kusurlu olanı bulmaya çalışıyoruz. Bu sistemin artıları çoktur. Ama siz bu artıları görmezden gelip eleştiriyorsunuz...’’

Saygıdeğer hocamın yanıldığı bir yer var. Ben sınav sistemine külliyen karşı çıkmıyorum.

Hatta eski sınav sisteminin hatalı olduğu konusunda, öğrencilerin yalnızca belirli alanlarda yoğunlaştırılmasında zararlar olduğunu biliyor, görüyor, ders verdiğim üniversitede yaşıyorum.

Benim söylediğim başka bir şey var ve YÖK bunu duymazlıktan geliyor.

Ben diyorum ki: ‘‘Bu sınav sisteminde doğrular fazladır. Ancak bundan önce uygulanan puan sistemiyle, bugün uygulanacak puan sistemi arasında dağlar kadar fark vardır. Eski sınav sistemindeki hatalar yüzünden öğrenciler son birkaç yıllarında sistemin öngördüğü şekilde çalıştılar. Kendilerini hedefledikleri bölümün puan türüne göre hazırladılar. Şimdi puan türü bir anda değişince bu çocuklar sıkıntıya girecekler. Bunalım yaşayacaklar. Sınav sistemi değişsin demiyoruz. Ancak puan sistemi aşamalı olarak değişsin. Yani bugün açıklansın ama iki yıl sonra yeni puan hesaplama yöntemine geçilsin. Ki, çocukların emekleri heba olmasın...’’

Bu önerimde bir yanlış, bir ayıp yok.

Ancak YÖK burada bir inatlaşma içinde...

Gereksiz bir inatlaşma...

Herhalde YÖK üyelerinin üniversite giriş sınavına girecek yaşta çocukları olmadığı içindir...

Ziyanın bir başka yüzü

Hürriyet'in, Sabah'ın ve Yeni Yüzyıl'ın pazar günleri verdikleri eklerle ilgili olarak ‘‘Ziyanlık’’ diye yazmıştım.

Bugün de başka bir boyutunu ele almak istiyorum bu işin.

Dün de yazdığım gibi o dergilerde sürekli olarak aynı 150-200 kişilik bir grubun haberleri yer alıyor.

Bunların büyük bölümü marjinal, parayı nereden kazandığı ve nereye harcadığı belli olmayan kişiler.

Soyunarak iyi para kazananlar, sözde mankenler ve sanatçılar, bunlarla ilişkiye giren cüzdan playboyları.

Bunların toplamı 65 milyonda 200 kişi.

Ama bunlar Türk toplumunun önüne çıkarılıyor.

Birincisi bu kitlenin ne olduğundan habersiz, köyünde, kasabasında oturan insanlara sanki büyük kentlerde yaşam buymuş gibi sunularak kötü örnek oluyorlar, ikincisi gelişme çağındaki çocukların geleceğini etkiliyorlar. Bu dergileri çoluğumuz, çocuğumuz hepimiz okuyoruz.

Şimdi ana baba olarak gel de bunların ne olduğunu çocuğuna anlat.

Gazetelerimiz bu işten bir an önce vazgeçseler iyi olacak.

Hem de çok iyi.

NOT: Bunun daha vahimi, bu dergilerin içeriklerini andıran programlar televizyonlarda da bolca var. Bunlar Türkiye'ye zarar veriyor. RTÜK çizgi filmlerle, haberlerle uğraşacağına bu programlarla uğraşsın.

Ama uğraşmaz. Çünkü RTÜK'teki şeriatçıların işine geliyor. Toplumdaki öfkeyi ve isyanı bu programlarla körüklüyorlar.

Trafik

Denetimsiz olunca trafik rezalet oluyor.

Ama bu rezaleti devlet kuruluşları da körükleyince insan kötü hissediyor kendini. İşte birkaç örnek...

TEM'i Avcılar'a bağlayan yolda yokuş aşağı saatte 150 kilometre hızla gidiyorum. Sık sık da aynaya bakıyorum. Birdenbire arkamda bir kamyon bitiyor. Dev bir kamyon. Belli ki, 150'den daha hızlı geliyor. Çünkü bir anda arkamda. Gazdan ayağımı çeksem üzerime çıkacak. Korkuyla gazlıyorum. 170'te hâlâ arkamda.

Zor bela yol veriyorm. Geçip gidiyor. Yanında belediyenin bir şirketinin adı yazılı.

Okmeydanı'ndan TEM'e dönen bir yol var. Sert bir viraj. Virajı içerden alarak dönüyorum. Virajın tam kör noktasında bir tanker durmuş. Son anda kırarak zorlukla kurtuluyorum. Bir an dalgın olsam ya da yan şeritte bir otomobil olsa altına girmek işten değil. 50 metre gerisine bir reflektör ya da bir görevli koysalar hiçbir şey olmayacak. Ama kimin umurunda. İstanbul Belediyesi'nin kamyonu yollara diktiği ağaçları suluyor. Dikkat etmezsek kanımızla biz de yolu sulayacağız.

Akşam saatleri Ataköy'den Yeşilköy'e doğru gidiyorum. Sahil yolundan. Birden önümde duran bir kamyon görüyorum. Yine ağaçlar sulanıyor. Yine ne reflektör, ne başka bir şey. Frene asılıyorum. Araba kayarak savruluyor. Çünkü ağaçları sulayanlar suyun yarısını asfalta boşaltmışlar. Kuru diye düşündüğünüz yol ıslak. Müsebbib yine belediye kamyonu.

TEM'de 130'la gidiyorum. Sol şeritte. Önümde bir kamyonet. Kamyonet birden sağa kırıyor. Az ötede bir kamyon. 50 metre var yok. Güç bela sağ şeride atıyorum kendimi. Kamyonda ne bir işaret, ne bir yola koyulmuş reflektörlü kuka. Kamyoncu baba öyle durmuş. Üç beş kişi yolu süpürüp çöpü kamyona atıyorlar. Kamyonun altına girsek bizi de süpürüp kamyona atacaklar. Sinirlenip duruyorum. Kamyoncuya gidiyorum. Karayolları tarafından tutulmuş bir kamyon. Yolları güvenli hale getirecek Karayolları, tam tersini yapıyor.

Daha örnek mi?

Çok, ama kime ne. Nasıl olsa her kaza ve her ceset kaza istatistiklerinde bir rakam olmaktan öte bir önem taşımıyor ki!

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Başkası için değil, kendimiz için çalıştığımızı anladığımız zaman.













Yazarın Tüm Yazıları