Tehlikeli ilişkiler.....

Şehvetle sevişen, sevişmeyi seven, insanı içine çeken o karanlığın dibindeki fısıltılardan, dokunuşlardan, çıldırışlardan oluşan gökkuşağının içinde varlığından kurtulmanın eşsiz hazzını tadan ve bunu hep tatmak isteyen biri asla sevişmelerin mahremiyetine ihanet etmez.

Eğer böyle bir ihanet görüyorsanız mutlaka bir şehvet eksikliği vardır.

Sevişmeler alemine şehvetsiz girenler çok kısa bir sürede güvenilmez yaratıklara dönüşürler çünkü.

Sevişmek, tanrıların oturduğu dağlardan akan sularla yıkanmak gibidir benim için, o sularda bedeninin ve ruhunun bütün yüklerinden arınır, o birkaç saat için de olsa yaralarından kurtulursun.

Şehvetin, bütün parlak renkleri diplerine saklanmış kara köpüklü girdabında kaybolup da, büyük ve karşı konulmaz bir arzuyla o şehvete teslim olduğunda, bütün hırslarından, öfkelerinden, üzüntülerinden, korkularından, acılarından azad olur, sadece dokunuşlardan, tutuşlardan, öpüşlerden oluşan büyük bir ayinin müziğiyle sonsuzluğa doğru yükselirsin.

Zaman yoktur, hayat yoktur, ölüm yoktur.

Şiddetin bile hazza dönüştüğü, unutuşun tatlı iksiriyle sarhoşlaşmış ruhunun bin bir türlü yakıcı hayalle titrediği, kainatın bütün kapılarının zevke açıldığı bir alemde, çiçek tozlarından oluşmuş bir pars gibi kah keskin ve yırtıcı, kah hafif ve uçucu dolaşırsın.

Bu muhteşem hazzın büyüsünü mahremiyet oluşturur.

İki kişiyi hayattan ve ölümden saklayan, onları diğer bütün insanlardan ayıran, koruyan, onları sınırsızlığın o başdöndürücü çekiciliğine güvenle teslim eden o koyu mahremiyettir.

Bu mahremiyeti paylaştığın insana minnet duyarsın.

O’dur sana bütün bunları bağışlayan.

O insana, paylaştığın o mahremiyete ihanet, bence, günahların en büyüğü, alçaklığın en kirlisidir.

Böylesine bir ihaneti paylaşan herkes de kirlenip alçalır.

Bu muhteşem maceranın, o maceranın yarattığı olağanüstü yakınlığın neresinde, hangi noktasında insanlar ihanete saparlar?

Kendilerine temiz ve dokunulmaz bir şehvetin kapılarını nasıl kapatırlar, tanrıların pınarlarında bir daha asla yıkanamayacak şekilde kendilerini damgalamaya nasıl karar verirler, kendilerini sevişmeler aleminin yanına yaklaşılmaz cüzzamlıları haline nasıl getirirler?

Nedir onları yollarından saptıran?

Hangi duygu onları bir lanetli olmaya razı eder?

Savaşlara katılmış bir asker ve ünlü bir yazar olan Choderlos de Laclos, böyle iki "lanetliyi" edebiyat tarihinin en büyük klasiklerinden sayılan Tehlikeli İlişkiler romanında anlatmıştı.

Fransız yüksek sosyetesinin üyeleri olan Markiz de Merteuil ile Vikont de Valmont, hayatlarını sevişmeye adamış gibi gözükmelerine rağmen sevişmenin "kutsal bahçesinden" kovulmuş, sevişmenin zevki yerine baştan çıkarmanın, kendi etkisini ve gücünü başkalarının acısında görmenin zavallı zevkini koymuş iki eski sevgilidir.

Sevişmek, onlar için intikam almanın, kendi çekiciliğini kanıtlamanın, çevrelerindeki küçük hayatları yönlendirmenin aracıdır.

Haz dünyaları lekelenmiş bu iki "lanetli", kendi sakin fanusunda yaşayan, kocasına sadık, dindar, güzel bir kadını baştan çıkarmak için iddiaya girerler.

Eğer Vikont, o kadını ayarttığına dair "yazılı bir belge" gösterebilirse, Markiz onunla bir gece geçirecektir.

İhanete, mahremiyetin bozulacağına daha baştan karar verilmiştir.

Ve, Vikont harekete geçer.

Gelişmeleri, karşılıklı yazılan mektuplardan okuruz.

Bu, bir aşkın kitabı değildir, bir aldatmanın da kitabı değildir, hazzın kitabı da değildir, bu kötülüğün kitabıdır.

Tuzakların kuruluşunu, ikiyüzlülüğü anlatır.

Sevişmenin hazzından kopmanın, mahremiyetin kutsal aleminden çıkmanın, şehvetin arındırıcılığında yıkanamamanın yarattığı "alçalışı" ve ihaneti izleriz.

Kitabın bu iki kahramanı için başdöndürücü olan şehvetin ve sevişmenin kendisi değildir, insanların onlarla sevişmek için yollarından sapmalarını seyretmek ve bunu başkalarına da göstermektir başdöndürücü olan.

İnsanların genellikle ürktüğü ve söz etmekten korktuğu şehvetin ve sevişmenin, kendi siyah ve güçlü kanatlarıyla insanları aslında nasıl yükseklere çıkartabildiğini, bu kanatlardan yoksun kalanların nasıl bir zavallılık içinde süründüğünü anlarız.

Sevişmenin, hazdan başka bir amacı olduğunda insanların ruhları lekelenir çünkü.

Hırsları, öfkeleri, intikam istekleri, kendilerini kanıtlama arzuları hep canlı durur, bu duyguları yatıştıracak, unutturacak, onları kurtaracak gerçek bir şehvetleri yoktur.

Belki de bu "ihanetin ve alçaklığın" temelinde bu şehvetsizlik yatar.

Şehvetle sevişen, sevişmeyi seven, insanı içine çeken o karanlığın dibindeki fısıltılardan, dokunuşlardan, çıldırışlardan oluşan gökkuşağının içinde varlığından kurtulmanın eşsiz hazzını tadan ve bunu hep tatmak isteyen biri asla sevişmelerin mahremiyetine ihanet etmez.

Eğer böyle bir ihanet görüyorsanız mutlaka bir şehvet eksikliği vardır.

Sevişmeler alemine şehvetsiz girenler çok kısa bir sürede güvenilmez yaratıklara dönüşürler çünkü.

İnsana bütün ahlak kurallarına aykırı davranışlar yaptıracak kadar güçlü de olsa şehvetin kendi ahlakı, yasası, kuralı bulunur, şehvetli herkes bilmese de sezer o kuralları.

Tehlikeli İlişkiler’in Vikontunun ise kuralları başkadır.

O kurbanına usulca yaklaşır.

Onu baştan çıkarmak için her yolu dener.

Yalan söyler, kendini acındırır, ilan-ı aşk eder, yalvarır, yaklaşır gibi yapıp kaçar, kaçar gibi yapıp yaklaşır; bütün bunları yaparken amacı hoşlandığı bir kadınla sevişmek değildir, kadını rezil etmek pahasına kendi "dayanılmazlığını" kanıtlamaktır.

Ruhunun şehvetle sulanmamış, beslenmemiş, bu yüzden de kurumuş parçalarını o "kötülüğün ve alçaklığın" hazzıyla beslemeye uğraşmaktadır.

Şehvetin yarattığı söylenen kötülüklerin çok daha beterini şehvetsizlik yaratır sevişme bahçelerinde.

Şehvetle seviştiğiniz, yatağınızda kanatları gökyüzüne açılan bir tavuskuşunun rengarenk tüylerini birlikte seyrettiğiniz birini bırakabilirsiniz, onu başkalarıyla aldatabilirsiniz ama onunla yaşadığınız sevişmeye ihanet edemezsiniz.

İnsan şehvetine sadıktır.

Şehvetle seviştiği insanlarla yaşadığı sevişmeye de...

Ne o sevişmeyi, ne de seviştiği insanı kalabalıkların hırpalayıcı pençelerine doğru savurup atmaz.

Paylaşılan gerçek bir şehvet dostluktan da öte bir kardeşlik yaratır neredeyse.

Ama Vikont de Valmont, son zamanlarda çevremizde gördüğümüz birçok alçak gibi, ne şehveti, ne böyle bir dostluğu, ne de böyle bir şehvet kardeşliğini bilir.

Tuzak kurmayı ve baştan çıkartmayı sever yalnızca.

O sıradan, sadık ve iyi kadını baştan çıkarmayı da başarır.

Kadının, onun oyunlarına ve zekasına karşı koyabilecek bir gücü yoktur, bir insanın bütün bunları sadece "ayartmanın hazzı" ve çirkin bir gösteriş için yapabileceği aklına bile gelmez.

Vikont’un aşkına inanır.

Çelik dişli bir kapana basan bir karaca gibi tuzağa yakalanır.

Bunu önce Markiz öğrenir.

Sonra bütün Paris.

Kadının hayatı, aşkı, sevişmesi artık kalabalıkların eğlencesidir.

Şehvetsiz birine şehvetini vermenin bedelini öder.

Vikont ise bir kötülük yaprağı daha ekler başındaki "zafer tacına".

Ama bütün bu lanetlilerin, bu kötülük erbabının kurtulamadığı bir kader vardır, onlar bütün güçlerini ve iktidarlarını kurdukları tuzaklara borçlu oldukları için sadece bir kere kötülük yapmazlar, kötülük onların hayatında uğursuz bir zincir gibi uzar gider.

İhanete uğrayan, bütün hayal kırıklığına ve acıya rağmen "hainini" seven kadın hastalanarak bir hastaneye yatırılır.

Vikont iddiayı kazanmıştır.

Markiz ise Vikont’la alay ederek "iddiadan vazgeçtiğini" söyler.

İki düşmana dönüşürler böylece.

Birbirlerini yok etmeye çalışırlar.

Bu iki tuhaf insanın hayatlarının tam ortasında durur "sevişme" ama onlar o sevişmenin etrafını şehvetsiz hırslarla örerler, o sevişmeye ve onun vaadettiği hazza ulaşamazlar.

Şehveti kötülükte ararlar.

Vikont’un "kötülük zincirine" yakalanmış bir de genç bir kız vardır.

Markiz, o genç kızın sevgilisi olan şövalyeye, "sevgilisini Vikont’un baştan çıkarttığını" söyler.

Ve, ölümün gölgesi bir düello talebiyle düşer Vikont’un hayatına.

Vikont ise intikamını ölürken başucunda duranlara, Markiz de Merteuil’in yaptıklarını, girilen iddiayı, kışkırtmaları anlatarak alır.

Markiz, Paris’ten kaçmak zorunda kalır.

Hainler birbirlerine de ihanet etmişlerdir.

Sevişmek, tanrıların oturduğu dağların ırmaklarında yıkanmak gibidir, şehvetle bütün ruhunuz yüklerinden arınır, bir süreliğine de olsa yaralarınız iyileşir, hayata duyduğunuz minnet artar, bir bedenle bir başka beden, bir ruhla bir başka ruh arasında olabilecek en büyük yakınlığı yaşayarak çoğalırsınız, ruhunuzun ve bedeninizin zenginleştiğini hissedersiniz. Bunu gerçekten varlığının derinliğinde duyan biri asla o gizli cennetten atılmak, oralarda bir lanetli olarak anılmak istemez.

Şehvetine ve seviştiğine sadık olur.

Korur onları.

Mahremiyetin sınırlarını, kendi hayatını savunur gibi savunur.

Sevişmenin gölgeliklerle dolu labirentlerinde dolaşırken "şehvetsiz lanetlilere" rastlarsınız, ihanet ederler, mektuplarınızı, resimlerinizi satarlar, kendilerine kendileri gibi işbirlikçileri bulurlar, şehrin duvarları arkasına sızmış bir casus gibi mahremiyetinizin kapılarını düşmanlarınıza açarlar.

Sevmem o insanları.

Alçaklıkları iç bunaltıcı, şehvetsizlikleri zavallıdır.

Tehlikeli ilişkiler içinde gezinirken şehvete güvenirim.

Şehvetle arınabilmenin haz dolu yeteneğine sahip olanlara...
Yazarın Tüm Yazıları