Taşrada ağırdır zaman

Taşra; edebiyatımızdan toplumsal, siyasal tarihimize kadar üzerinde durulan, araştırılan, incelemelere konu olan bir kavramdır.

Bence Türkiye’de taşra kavramını irdelemeden, Türkiye’yi tanımak mümkün değildir.
Özellikle edebiyat tarihimizde Anadolu/kent ilişkisinde geçiş noktası olan taşrayı çok önemserim.
Sizi okumaya ikna edecek bu satırlardan sonra gerçekten önemli bir kitabı tanıtacağım.
“Taşrada Var Bir Zaman”.
Yazarlar, uzmanlar, öğretim üyeleri, enine boyuna taşrayı tartışıyorlar, onun çeşitli türlerdeki etkilerini masaya yatırıyorlar.
Sanırım Cumhuriyet’ten bu yana, Batılılaşma kavramı ekseninde taşra kavramı çok daha hayatî bir önem kazandı, çok daha kilit bir kavram oldu.
Taşra kavramı üzerine tartışmalar - Taşrada Var Bir Zaman’ın Editörleri: Z.Tül Akbal Süalp ve Aslı Güneş, kitabın niteliğini, Önsöz Yerine’nin ilk paragrafında açıklıyorlar:
Üzerine sık vurgu yapıldığında anlamlarının içi kolayca boşalabilen kavramlardan biri “Taşra” kavramı. Bir beşeri coğrafya tanımı olmanın ya da bir ülkenin toplumsal politik idari tarzını tanımlayabilmenin ötesinde acaba karmaşık pek çok olgunun tanımlayıcı kavramı da olabilir mi? Ya da bugün günlük hayatın üsluplarında, hal ve gidişinde belirleyici bir karakteristiğe dönüşmüş olabilir mi? Belki de kültürde, deneyimlerde, temsil biçimlerinde hep baskın bir unsur olmuş da olabilir. Sinema, edebiyat, müzik alanlarındaki üretimlerin temsil biçimlerinde, siyasetin dilinde, iktisadi ilişkilerin yerel motifleri içinde var olan çelişki ve çatışmaların dinamiklerini, taraflarını açıkça konuşmaktan kaçındığımız pek çok zaman, karşıtlıkların yerine geçerek ikame eden ya da peçeleyen bir rol üstlendiğini de söyleyebiliriz taşra söyleminin.
Kitabın başında; “Yuvarlak Masa; ‘Taşrayı Tartışırken” bölümünde, edebiyata taşranın yansımasını, çok boyutlu biçimde, tarih içinde değerlendiren görüşler, bence bütün edebiyatçılar için yararlanılacak, başvurulacak nitelikte bir kaynak.
Türk edebiyatına, cumhuriyet öncesinden başlayıp, cumhuriyetten bugüne gelinceye kadar, Türk edebiyatının önemli adlarını gözönünde bulundurarak yapılan yeni yaklaşımlar, okurlara bir eksen, bir kavram çevresinde yeni bir edebiyatı biçimlendirme olanağı sunuyor.
Gerçekten önemli bir kitap olduğunu kısa yoldan anlatabilmek için, konu başlıklarını okumanızı isterim:
Yuvarlak Masa; Taşrayı Tartışırken; Cüneyt Cebenoyan, Erol Köroğlu, Nerçay Türkoğlu, Özcan Alper, Yücel Demirer, Zeynep Uysal.
Alegoriden Mesel’e: Türk Romanında Anadolu’nun Kayıtları, Jale Parla.
Taşrada Saklı Zaman - Geri Dönülemeyen, Z. Tül. Akbal Süalp.
Üç Yönetmenden Taşra Görünümleri, Necla Algan.
Kentte Taşra ya da Kentin Taşrası Tartışmasında Müzik Mekânından Bakmak, Aslı Kayhan.
Taşralaşmamak ve Taşrayı Yitirmemek, Tanıl Bora.
Film Seyredenin Taşrası, Fatih Özgüven.
Teknolojinin Taşrası, Taşranın Teknolojisi: Osmanlı’dan Türkiye’ye Tenkolojik Deneyimler ve Gerilimler, Burçe Çelik.
Muhsin Ertuğrul’un Köy Filmleri ve Cumhuriyet Aydınının İkilemi, Behçet Güleryüz.
Gölgesizler ve Taşrasızlar, Mesut Varlık.
Taşraya Zaman Geçici Olanla Gelir, Aslı Güneş.
Kentin Taşralaşmasıyla İç İçe Geçen Haller, Janet Barış.
Nerede Varım?, Aslı Kayhan.
Bir kavram üzerine yapılan bu tür çalışmaların, sunulan geniş açıların ve farklı yaklaşımların önemine inanıyorum.
(Taşra kavramı üzerine tartışmalar - Taşrada Var Bir Zaman, Editörler: Z.Tül Akbal Süalp - Aslı Güneş, Çitlembik Yayınları.)

KİTAPTAN

Taşralaşma İstidadı
Murat Belge’ye göre ‘Biz bize benzeriz,’ ideolojisinin şemsiyesi altında ‘dünyayı, başkentte olanları taşradan seyreden kasabalılar gibi izlemeye,’ yatkınız Türkiye’de. Taşrayı sıfat anlamının olumsuz çağrışımlarıyla aldığımızda, sahiden, Türkiye’nin taşralı yüzüyle karşılaşmak zordur: Dar ufuklar, kahredici bir yeknesaklık, boğucu bir taassup, iletişim evreninin -teknolojiyle daha da derinleyebilen- kısıtlılığı, cemaatlere sıkışmış kısır bir kamu âlem, yabancı olan her şeyi tuhaf bir bitkiymiş gibi algılayan ‘yabani’ bir hal, vasatlığın hizaya sokucu egemenliği... Sadece bozkır kasabalarında, Anadolu ücralarında değil, en modern ve ‘dünyaya en açık’ muhtlerde de görebiliriz taşralılığın yüzünü... Türk modernizminin ezelî meselesi taşrayı massedecek güçten ve ‘kalite’den yoksun. Sonuç taşranın şehri kaplaması oluyor. Bunun bir karikatürü: 2003 Mart’ında, tayin edildiği İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nü devralmak üzere GElen Celalettin Cerrah’ın, Boğaz Köprüsü’nün girişinde ‘SBüyük Sivas’a hoşgeldin Baba Cerrah’, pankartı taşılan hemşehrilerince karşımanmasıdır!

İstanbul
İstanbul’u / İstanbulluluğu solipist [tekbencil] bir havaya sokan bu hali, en iyi medyadan görebiliriz... Türkiye medyası, onca teknik gelişkinliğiyle, belki telgrafla haber yazdırılan devirlerden bile daha fazla İstanbul-merkezlidir. Bilhassa televizyonda, İstanbul ve Ankara dışı görüntülerin ne kadar sınırlı olduğunu düşünün. Genellikle bir kodaman ziyareti ya da bir fevkalâde hadise dolayısıyla “taşradan” yapılan yayınlara “sosyal renk” katılmak istendiğinde kendini gösteren oryantalist merak ve uzaklık duygusunu düşünün. Şümullü memleket meselelerinden bahsederken fona bindirilen manzaraların hep Beyoğlu üstüne az Kızılay kaynaklı olmasını düşünün. Ulusal kanallar, ana haber bültenlerinde, İstanbullulara hava durumu ve trafik bilgileri servis ediyorlar. Kısacası, İstanbul’u bir imge olarak çoğaltıyor, “reklam ediyor” medya... İstanbul’un / İstanbulluluğun bu solipist halinden türeyen, kendine hayran, kendiyle kaim ve “etrafa” karşı kayıtsız bakış, taşranın, taşralılığın altını çiziyor iyice.

DOĞAN HIZLAN’IN SEÇTİKLERİ
Janet Frame / Baykuşlar Öterken / YKY
Özgür Özol / Ilgana / Resif Kitap
Berrak Yundakul / Konuşmayan Tavus Kuşu Camuo / APRİL
Robert Harris / Hayalet Yazar / Altın Kitaplar
Agâh Özgüç / Türk Sinemasında İstanbul / Horizon
Yazarın Tüm Yazıları