Tarikat gerçeği: Ağalık sisteminin adı şeyhlik oldu

İSMAİLAĞA Camii’nde meydana gelen talihsiz olay, kamuoyunun bakış açısını bir kere daha tarikatlar üzerine yönlendirmiştir.

Olay, her yönüyle üzüntü vericidir. En bağışlanamaz yanı ise mabede kan bulaştırılmış olmasıdır. Bu olayla aynı mabette ikinci kez cinayet işlenmektedir. Bu cami içinde ve etrafında olup bitenler, dini ve sosyolojik açıdan en ince noktasına kadar irdelenmeye ve izlenmeye muhtaçtır.

Huzur, dua ve niyaz mekánı olan ve Beytullah’ın şubeleri olarak kabul edilen camilerimizde bu tür olayların cereyan etmesi Müslümanların imajına gölge düşürmesi açısından da üzüntü vericidir. Ardındaki sebepler aranmalı ve bu utanç verici olay bütün yönleriyle aydınlatılarak kamuoyu bilgilendirilmelidir. İlgililerin bu konuda gereken titizliği göstereceğini umarak, biz bugünkü yazımızda tarikatların tarihi seyri ve günümüzdeki konumları üzerinde kısaca duracağız.

* * *

Tarikat, "İnsanları Allah’a ulaştıran yol" demektir. Asrı Saadet Müslümanlarında tasavvuf ve tarikatçılık diye bir cereyan olmamış, sadece ılımlı bir züht (dünya sevgisinden uzaklaşmak) hayatı yaşanmıştır. Başlangıçta bireysel olarak başlayan bu züht hayatı, sonraki yollarda farklı bir şekilde anlamlandırılarak müesseseler haline gelmiştir.

Doğulu ve Batılı bilginler tarafından tasavvuf ve tarikatları reddeden veya savunan birçok eserler yazılmıştır. Türkiye’de de bu konuda kaleme alınmış bir hayli kitap ve makaleler mevcuttur. Ayrıntılara girmeden hemen ifade edelim ki tarikatlar günümüzün bir gerçeğidir. Sadece Müslüman toplumlarda değil, diğer din mensuplarında da bu tür mistik eğilimlerin var olduğunu görüyoruz.

Tarikatlar, geçmişte yönetime karşı bir tepki olarak doğmuştur. Emevi devletinin aşırı safahata düşkünlüğü, zulmü, yoksulluğun ayyuka çıkması, kötü insanların toplumda baskın hale gelmesi, insanların tekkeler etrafında kümelenmelerine neden olmuştur. Tekkeler bir bakıma toplumun yoksul ve ezilen kesimleri için sığınak yerleri olarak kabul edilmiş ve ilgi görmüştür. Ağaların baskı ve zulmünden bıkan halk, çareyi tekkelere sığınmakta bulmuşlardır. Sonradan ağalar da tekkeyi ele geçirince, bu defa eskinin ağalık sistemi şeyhlik adı altında yeni bir yapılanmaya bürünmüştür.

İlk zamanlar bu kurumlarda yüksek ahlaki değer ve ideallere sahip insanların yetiştiği bir vakıadır. İçlerinden edebiyatçılar, musikişinaslar, hattatlar gibi sanat ve kültür adamları çıkmıştır. Ayrıca dini hayata bir duygu, coşku ve vecd boyutu kazandırmış, gönül kapılarını sevgi ve hoşgörüye açarak adeta bir İslam hümanizması meydana getirmişlerdir. Anadolu’nun İslamlaşmasında ve Türkleşmesinde de büyük rol oynamışlardır.

Tanzimat döneminde tekke şeyhleri arasında rekabetten kaynaklanan birtakım çatışmalar meydana gelince merkezde şeyhülislamlık makamına bağlı "Meclis-i Meşayih", taşra da da müftüye bağlı "Encümen-i Meşayih" adı altında kurullar oluşturularak bu müesseselerde disiplin sağlanmaya çalışılmıştır. Tekke şeyhi olmak isteyenler tefsir, hadis ve fıkıhtan sınava tabi tutuluyor, başarılı olanlara "postnişin"lik beratı veriliyordu.

Cumhuriyet dönemine gelindiğinde bu yapı iyiden iyiye bozulmuştu. Erdemlik ve güzelliklerin yerini sahte gösteriş, sömürü, servet, nüfuz ve ikbal kazanma hevesleri, vergi kaçakçılığı, tembellik, meskenet, hurafeler, uydurma kerametler, asılsız menkıbeler almıştı. Saf insanların dini duyguları kurnaz şeyhler elinde ikbal, menfaat ve nüfuz çıkarları için kullanılır olmuştu. 1925 yılında tekkeler ve zaviyeler gibi İslam dininin zorunlu kılmadığı kuruluşların kapatılmasına karar verilmiştir.

Tekke ve tarikatların lehinde hiç kimsenin söz almamış olması da calibi dikkattir. Hatta Meclis-i Meşayih’in eski başkanı Şeyh Saffet bile kanunun lehinde konuşmuş, tekkelerin kapatılması yönünde oy kullanmıştır. Zaten o günkü tarikat şeyhleri, "Cumhuriyet bizi kapatmadı, biz kendi kendimizi kapattık" diyerek itirafta bulunmuşlardır. Kapatılmış olmalarına rağmen gün geçtikçe sayılarını ve etkinliklerini artırmaya devam etmişlerdir.

* * *

Kuran-ı Kerim ve pek çok sahih hadis-i şerifler, 1400 yıl öncesinden zamanımıza kadar bozulmadan ve kaybolmadan gelmiştir. Birtakım hurafe ve bidatler Müslümanlar arasına sokulmuş ise de bu iki önemli kaynakta bozulma ve değişme olmamıştır. Bu iki kaynağı yegáne hakikat ölçüsü olarak kabul eden her Müslüman, tasavvuf ve tarikatlara İslam açısından yaklaşmalı ve onu bu ölçülere göre değerlendirmelidir.

Vatandaşlarımız, kendilerinin temiz dini duygularını kullanarak siyasi ve ticari emellerine alet etmek isteyenlere karşı uyanık olmalılardır. Politikacılarımız da bunları oy deposu olarak görüp kendi çıkarları için kullanmaktan vazgeçmelilerdir. Ayrıca din eğitim ve öğretimi ezberci, şekilci ve yüzeysel olmaktan çıkarılmalı, objektif, bilimsel ve modern pedagojik esaslar üzerine kurulmalıdır.

Bu konuda uyarıcı, seviyeli yayınlar yapılmalıdır. Aydınlarımız, medya ve akademisyenlere bu konuda büyük görevler düşmektedir. Tek çıkar yol, cehaletle savaşmaktır.

SORALIM ÖĞRENELİM

Afyon’da bir camide 30 Ağustos Zafer Bayramı ile ilgili hutbe okunurken Atatürk’ün adından bahsedilmemesi beni üzdü. Başka camilerde namaz kılanlara sordum, onlar da Atatürk’ün adından bahsedilmediğini söylediler. Neden böyle oluyor, Atatürk bu ülkeyi kurtarmakla suç mu işledi?

Veli SARITOPRAK/ANKARA

Türklerin Anadolu’daki varlığını yakından ilgilendiren iki büyük tarihi olay ağustos ayında meydana gelmiştir. Birincisi, Türklere Anadolu’nun kapılarını açan Malazgirt zaferidir, ikincisi de bundan 9 asır sonra koyu bir haçlı ve sömürgecilik zihniyetiyle Anadolu’yu ele geçirmek isteyen işgalcilere karşı Başkomutan Atatürk’ün ve silah arkadaşlarının kazandığı büyük zaferdir. Bugünkü Türkiye sınırları içerisinde hür ve bağımsız yaşama onurunu bu zafere borçluyuz. Malazgirt’te Alparslan’ın adını zikredip Mustafa Kemal Atatürk’ü görmezden gelmek, kimsenin tasvip etmeyeceği bir davranıştır. Görevde olduğumuz dönemde, başkanlıkça hazırlanan hutbelerde bütün milli bayramlarda Atatürk ve silah arkadaşları minnetle ve hayırla anılmıştır. Sözünü ettiğiniz olayda bir kasıt olduğunu düşünmek bile istemiyorum. Milletin hassasiyet gösterdiği bu gibi konularda ilgililerin de hassas ve dikkatli olmaları beklenir.

Cennette uyku var mıdır?

Ali GÜVEN/İZMİR

Bu soru Hazreti Peygamberimize sorulduğunda, "Onları yorgunluk tutmaz" ayetiyle cevap vermiştir. Uyku, bedenin rahat etmesi içindir. Cennette yorulma olmadığına göre uyku da söz konusu olmaz.

Trafik kazası geçirdim. Uzun bir süre yatacağım. Abdest almaya gidip gelirken zorlanıyorum. Teyemmüm yapabilir miyim?

Cenap TÜRKMEN

Abdest almanıza yardımcı olacak birisi varsa teyemmüm etmeniz caiz olmaz. Yerinizden kalkıp abdest alamıyorsanız, o zaman teyemmüm edebilirsiniz.
Yazarın Tüm Yazıları