Tanıtalım da, neyimizi?

REKLAMCI Serdar Erener ile Dünya Kupası'nın Türkiye'ye kattığı marka değerini konuştuk.

Türkiye'nin ‘‘en yaratıcı’’ adamı, Dünya Kupası'nın getirdiği avantajı kullanmanın mümkün olmadığını, çünkü Türkiye'nin futbol takımıyla eşdeğer bir başka ürünü olmadığını söyledi. Serdar Erener'e göre, Türkiye'nin ‘‘uluslararası ticarette’’ değerlendirebileceği bir ‘‘markası’’ veya ‘‘ürünü’’ yoktu.

Erener, ‘‘Bu takım gibi kusursuz ve dayanıklı otomobillerimiz, bu takım gibi mükemmel bilgisayarlarımız, bu takımı başarıya ulaştıran bilgi birikimini bu yazılımlarla sağladık diyebileceğimiz bilgisayar yazılımlarımız, bu takım gibi moda olacak tekstil markalarımız olmadığı için Türkiye, futbol takımı sayesinde sempati duyulan bir ülke olmaktan öte bir kazanç elde edemez. Bu da önemli bir kazançtır ama keşke bunun yanına koyabileceğimiz başka şeylerimiz de olsaydı’’ dedi.

Düşüne düşüne, belki ‘‘Bu oyuncular bu sahillerde denize giriyor’’ benzeri sloganlarla ancak turizmde bu işten bir damla da olsa faydalanabileceğimiz fikrine vardık.

Fakat Erener'in araştırmalara dayanan bir başka tespiti vardı.

Buna göre gelişmiş ülkelerde yaşayanların yüzde 80'i için Türkiye ‘‘boş bir sayfa’’ imiş.

Yani Türkiye hakkında olumlu veya olumsuz herhangi bir görüş yokmuş. Milli Takım, bu boş sayfaya düşmüş, en azından sportif açıdan olumlu bir not olmuş.

Yine Serdar Erener'e göre, bu olumluluğu korumak için Milli Takım'ın daha az agresif, daha güler yüzlü olması gerekiyormuş.

Sürekli kart gören ve tartışan bir takım, sonuçlarla elde edilen olumlu imajı bozabilirmiş.

Serdar Erener'in söylediklerinden çıkardığım tek teselli ise şu oldu:

‘‘Kötü malın reklamı negatif etki yaratır denir. Ama bu kez ortada kötü bir mal yok. Aslında mal da yok. Bu başarıyı ilerde üreteceğimiz bir mal için ‘teaser' olarak kabul edebiliriz.’’

ABD’de denetçiler zan altında

TÜRKİYE'de bankacılık sektörü yerle bir olur, bankalar birbiri ardına ‘‘Titanic’’ misali batarken, bu köşede bir tartışma başlattım.

‘‘Batan bankaların bağımsız denetim raporları nerede ve ne durumda?’’ diye sordum.

Öyle ya, hem Sermaye Piyasası Kanunu, hem de Bankacılık Kanunu gereği bu bankalar yıl içinde ve sonunda bağımsız denetimlerden geçiyorlardı.

Bu bağımsız denetim raporları hem Hazine'ye, hem de Sermaye Piyasası Kurulu'na yollanıyordu.

Bankalar öyle üç günde yerle bir olmayacak kadar büyük kurumlar olduğuna göre, bunların denetim raporlarında batmalarına neden olan zafiyetlerin görünüyor olması gerekirdi.

Yok eğer görünmüyorsa, bağımsız denetim şirketleri gerçekleri gizliyor, yapılan ‘‘hortumculuğa’’ göz yumuyor olmalıydılar.

O dönem benim bu kampanya ‘‘sınırlı çevrede’’ ses getirdi.

Yazdıklarımın aslında ‘‘ne anlama’’ geldiğini iyi bilen bağımsız denetim şirketleri bir miktar ‘‘paniklediler’’.

Çünkü ben, ‘‘Eğer yanlış rapor verdilerse mali sorumlulukları vardır. ABD'de bu yüzden pek çok bağımsız denetim şirketi kapanmak zorunda kaldı’’ diyordum.

Türkiye'de kimse bu konuya fazla ‘‘ehemmiyet’’ vermedi.

Bağımsız denetçilerin büyük bölümünün bürokrat kökenli olması ve devlet içinde etkin olmaları da bunda etkili oldu.

Ama tabii dünyada benim söylediğim kriterler geçerli.

Enerji devi Enron'un batmasıyla sonuçlanan skandalda, sorumlular arasında bir şirketin bağımsız denetimini yapan Andersen de var.

Şimdi aynı Andersen yine yaklaşık 4 milyar doların buharlaştırıldığı iletişim devi WorldCom skandalında da ‘‘jönprömiye’’ olarak yer alıyor.

Hukuk ve denetim konularında Batı standardını yakalayamadığımız müddetçe Türkiye'nin gelişmiş ülke kategorisine hiçbir zaman giremeyeceğini anlamamız gerekiyor.

Gidiyorum

DEĞERLİ
okurlar, 5 gün yokum. Nasılsa final oynayacağız diye Tokyo'ya gidiyordum. Şimdi Seul üzerinden gidiyorum. Önce üçüncülük maçımızı izleyeceğim. Oradan finale geçeceğim.

Köşemiz ise ‘‘düzensiz’’ olarak sürecek.

Yol gitmekten fırsat buldukça yazacağım.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Şerefli insanların haksız davalarla yıldırılamayacağını şerefsizler anladığı zaman.
Yazarın Tüm Yazıları