Tam 18 ay geçmiş

Ertuğrul ÖZKÖK
Haberin Devamı

1995 yılında Başbakanlık Konutu'nda bana söylediği şu sözler hâlâ kulaklarımda duruyor: ‘‘Başbakanlığı kim bırakmak ister? O öylesine bir güçtür ki, bir gece yarısı telefonla her şey değişir.''

Konut'un birinci katındaki bir odada sohbet ediyorduk.

Kendinden çok emindi.

6 MART 1996

6 Mart 1996 günü o koltuktan kalktı.

Aradan tam 18 ay geçmiş.

18 aydır o koltuğa bir daha oturamadı.

Çiller'in kendi geçmişini bile inkâr ederek, Refah'la kol kola Ortaçağ'a doğru yürümesini ancak yukardaki sözlerde kendini ele veren o ruh halinde görüyorum.

Müthiş bir iktidarı kaybetmenin verdiği hırçınlık.

Bu iktidarı ona kaybettiren herkese karşı duyulan müthiş öfke.

Yok yok, kin ve nefret.

Kimlere?

Onu eleştiren basına, onun ülkenin başına getirdiği felaketleri gören devlet kurumlarına...

Ve tabii ki, ona istediği oy çoğunluğunu hiçbir zaman vermeyen seçmene.

Yani Türkiye'ye, bu ülkeye karşı duyulan kin ve nefret.

Yukardaki sözleri Çiller'in bugünkü derin Türkiye düşmanlığı ile birleştirdiğiniz zaman, nasıl bir felaketin eşiğinden döndüğümüz çok daha iyi anlaşılıyor.

İntikam duygularını tatmin için Refah Partisi ile meşum bir ortaklığa bile girebilen bu hanımefendi, o hırsla bağlandığı koltuğu terk etmemek için demek ki neler yapabilirmiş.

KORTEJ TUTKUSU

Türkiye'yi hangi badirelere atabilirmiş.

Hepimize geçmiş olsun.

Türkiye'ye geçmiş olsun.

Bende ondan kalan iki fotoğraf var.

Her ikisini de kendim gördüm. Başkaları anlatmadı. Dehşetle izledim.

Birincisi Boğaz yolunda, İstinye kavşağında.

Bunu daha önce yazmıştım.

Kavşakta beş dakika kadar, Çiller'in kortejinin geçmesini beklemiştim.

Önde beş motosiklet, arkasında on polis otosu. Ortada kendi arabası. Onun arkasında on polis otosu daha.

Ve en arkada yine beş motosiklet.

Böylesine bir iktidar debdebesini ne Amerika'da, ne Avrupa'da görmüştüm.

Daha fenası, Ortadoğu'nun diktatörlüklerinde, Sovyetler Birliği'nin güçlü Moskova'sında bile görmemiştim.

Üstelik o günlerde başbakan bile değil, sadece başbakan yardımcısıydı.

Gözümün önündeki ikinci görüntü daha da kötüydü.

Refahyol hükümetinin düşmesinden üç hafta kadar önceydi.

Meclis, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı ile Genelkurmay Başkanlığı arasındaki kavşaktaydım.

Hoşdere Caddesi'nden gelirken polis yolu kesti.

AMBULANSTAKİ YARALI

Beytepe istikametinden Ankara'ya gelen yol bomboş olduğu halde bizi beş dakikadan fazla beklettiler.

Polis memurları ortada koşuşup duruyordu.

Bir ara, arka taraftan öne doğru koşan bir polis memuru, üstü olduğunu sandığım bir memura aynen şunları söyledi:

‘‘Komiserim, arkada bir ambulansta yaralı var. Yolu açalım.''

Ancak yol açılmadı. Koşuşturmalar devam ediyordu.

Hepimiz yolun neden kesildiğini, kimin beklendiğini merak ediyorduk. İşte o an aklıma geldi.

Bilkent tarafında oturan tek kişi vardı: Tansu Çiller.

Nitekim iki-üç dakika sonra, yine marşandiz katarı kadar uzun bir konvoyun ortasında Çiller'in Mercedes'i geçti.

Arkadaki ambulansta bulunan yaralı ne oldu bilmiyorum. Ama o ambulansın içinde geçirdiği dakikaların ıstırabının ne olabileceğini çok iyi biliyorum.

Bu olayın iki tanığı da var: Tufan Türenç ve Sedat Ergin.

SİYASETÇİ TERÖRÜ

O an, Çiller'in devlet memurları üzerinde nasıl bir terör estirdiğini bir kere daha anladım.

Onun terörü, yanındaki bazılarının yağcılığı ile birleşince ortaya bir debdebe terörü çıkıyordu.

Şimdi geride kalana bakıyorum. Refah Partisi'nin arkasına takılmış sürüklenen bir lider eskisi.

Ve gazetelerin artık sadece iç sayfalarında tek sütuna inmiş bir politikacı.

Belki de başından beri hak ettiği yer buydu da biz yanılmıştık.



Yazarın Tüm Yazıları