Takım oyunu

Serdar TURGUT
Haberin Devamı

Kitle hareketlerinden katiyen hoşlanmam.

Öyle ki sadece bu nedenden dolayı futbol seyretmeyi bile bıraktım.

11 kişi eskiden benim tahammül edebildiğim maksimum kalabalık sayısıydı.

Yıllar geçtikçe kalabalık kavramı tanımım da gittikçe uç noktaya gitmeye başladı.

Son geldiğim noktada yan yana duran iki kişiyi bile aşırı kalabalık olarak görüyorum.

Bu nedenle ‘‘Biz bir takımız’’ şeklinde konuşmalar yapılan her ortamdan, milliyetçi hareketlerden, komünizmden, faşizmden, sosyal demokratlardan, toplu halde şarkı, marş söylenen ortamlardan, kitlesel tezahüratların yapıldı mekânlardan, toplu halde yapılan yurtdışı gezilerinden mümkün olduğunca uzak duruyorum.

Oy verme sandığı önünde fazla kuyruk var diye oy vermeyi bile reddettiğim oldu.

***

Tabii bu tavrımın bazı olumsuz yan etkileri de var.

İnsanları her an görmemek ne yazık ki mümkün olmadığından, zaman zaman aşırı kalabalık ortamlarda diğer insanlarla koordineli hareket etmek zorunluluğuyla maalesef hâlâ karşı karşıya kalabiliyorum.

O zaman da sorunlar başlıyor.

Uzun müddet kitle hareketi olarak sadece Rana'yı seyrettiğimden o anda ne yapacağımı şaşırıyorum.

Ve normal ortamda birbirleriyle etkileşim kurmakta hiç zorlanmayan insanlardan oluşan grup da benim fonksiyon bozukluğum nedeniyle hızla çökme tehlikesiyle karşı karşıya kalıveriyor.

***

Son olay hafta sonu yaşandı.

Her yaz İstanbul yakınında deniz kenarı sitede bulunan arkadaşımın evine günü birlik gidiyoruz.

Bu arkadaşım İstanbul'da önemli bir işadamı olduğu için adını yazmayacağım.

Kendisi hareket etme özürlüsüdür.

Öyle ki geçen yıl birlikte denize girmiştik.

Biraz sonra bütün site sakinlerinin kıyıda toplandığını gördüm.

Bir ara megalomanik halüsinasyon yaşayarak insanların beni görmek istedikleri için orada olduklarını sandım.

Ama mesele başkaymış.

Yıllardır sitede yazını geçiren arkadaşımın denize girmesi site sakinleri açısından öylesine radikal bir yeni gelişmeymiş ki bu tarihi olaya şahit olmak için kıyıda toplanmışlar.

Biz denizden çıkınca ona büyük tezahüratlar yaptılar ve omuza alıp dolaştırmak istediler.

Arkadaşım Erdal İnönü kadar mütevazı olduğu için tabii ki bunu reddetti.

Bu hafta gittiğimde baktım geçen yıl onun denize ilk adımını attığı yere bir küçük anıt dikmişler ve üzerine o günün tarihini yazmışlar.

Gelecek kuşaklar bu bir daha hiç olmayacak olayı en azından arkeolojik kalıntılardan görüp öğrensinler istemişler.

***

Bu nedenle hafta sonu oraya gittiğimizde akşam 18.00 civarında arkadaşım ‘‘Haydi voleybol oynamaya’’ dediğinde şaşkınlıktan az daha şak diye düşüp bayılacaktım.

Onun herhangi bir sportif faaliyette bulunabilmesi bana tamamen imkânsız gibi görünüyordu.

İlk şoku üzerimden atabilmek için ‘‘Sen git, ben sonra gelirim’’ dedim.

Biraz sonra kıyıya vardığımda maç başlamıştı.

‘Beach-volleybol’ bu. Yani plajda oynanan voleybol.

Batı ülkelerinde bu sportif görünümlü faaliyet güzel vücutlu adamların ve kızların seksi pozlar vermeleri için icat edilmiş ve olimpiyatlara da arada eğlence olsun diye konulmuş bir acubeydi.

Bu sporu yaratanlar o gün orada oynayan arkadaşları görselerdi büyük ihtimalle hemen federasyonlarına başvururlar ve bu spor dalının dünya çapında illegal olarak ilan edilmesini talep ederlerdi.

Çünkü orta yaşlı Türk erkekleri bu spor dalının ilk kuralı olan ‘‘seksi görüntü verme’’ şartını tamamen ve radikal biçimde ihlal ediyorlardı.

***

Ve evet, arkadaşım da bütün tabiat kurallarına aykırı olarak sahadaydı.

Bir süre maçı izledim ve içim rahatladı.

Olay uç noktada olmasına rağmen arkadaşım yine karakteristik özelliklerinden çok da fazla taviz vermemişti.

Sadece gerektiği anda servis atıyordu. Bunun dışında dünya yıkılsa elini bile oynatmıyordu.

Hatta bir keresinde top kendi tarafından denize kaçınca üşenip eve haber gönderdi. Çocuğunun gelip topu almasını istiyordu.

Diğer sporcuların da buna ilke olarak itirazı yoktu, ancak içki vakti geçiyordu ve zaman kısıtlı olduğundan çocuğun gelmesini beklemeden başka birisi topu aldı.

Anlayacağınız o bütün maç boyunca tek bir noktada tamamen sabit duruyordu.

Buna rağmen maçta en çok terleyen ve sonrasında da ‘‘İyi ter attık ha’’ diye en çok konuşan da oydu.

***

Gelelim yazının asıl önemli konusuna.

Maçın üçüncü setinde arkadaşımın takımında bir kişi eksildi.

Hayır yanlış anlamayın, beklenildiği gibi ölüm olayı filan olmadı, sadece bir elemanın eve gitmesi gerekti.

İşte o anda takım içinde yer almaya hayat felsefesi olarak karşı olan bana iş düştü.

Ve hayatımda ilk kez voleybol oynamak üzere sahaya girdim.

Spor hayatım iki dakikadan biraz daha fazla sürdü.

Bana doğru gelen ilk topa hamle yaptım.

Biraz sonra kahkahalarla gülen insanların arasında maçı terk ediyordum.

Topa elimle değil dirseğimle vurmayı ve üstelik de yere düşmeyi başarmıştım.

Anlayamadığım tek şey bu basit harekette bile şortumun iki cebinin de nasıl olup da ağzına kadar kum dolduğuydu.

Onları cebimden boşaltırken beni uzaktan görenler durumumun pek de acıklı olduğunu söylediler.

Arkadaşımı beni bu kitle hareketi içine dahil ettiği için hiç affetmeyecektim ama yarım saat sonra viski şişesini açınca onu bu kez de affettim.













Yazarın Tüm Yazıları