Tahran'daki sonuç şaşırtıcı değil

Sedat ERGİN
Haberin Devamı

Tahran'da yapılan İslam Ülkeleri Konferansı Zirvesi, neresinden bakılırsa bakılsın Türkiye açısından tatsız bir sonuçla kapanıyor.

Bugünkü kapanış oturumunda yayınlanması beklenen kararlar arasında açıkça isim verilmese de, Türkiye'nin kastedildiği iki metin bulunuyor. Türkiye, bunlardan birinde Kuzey Irak'taki müdahaleleri, diğerinde ise İsrail ile ilişkileri nedeniyle eleştiriyor.

Böylelikle, İslam Konferansı, kendi üyelerinden birini hedef alarak, kendi varlık nedenini ortadan kaldırma yönünde talihsiz bir adım atmış oluyor. İslam Konferansı'nın üyelerinden birini suçlamasının son hatırlanan örneği, 1990 yılında Kuveyt'i işgal eden Irak için alınan karardı.

Bu tasarıların kabul edilmesi, Irak ve Suriye'nin Türkiye'yi köşeye sıkıştırmayı hedefleyen stratejilerinin İslam ülkelerinden destek görmesinin bir sonucu.

En önemlisi, ev sahibi İran'ın, bu iki ülkeye kapalı kapılar ardında açık bir destek vermesi. Kendi aralarında ihtilafları olan bu üç ülkenin Türkiye'ye karşı aynı eksende buluşabilmiş olmaları düşündürücü olmalıdır.

Bu sonucun çıkacağı Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel Tahran'a ayak basmadan büyük ölçüde belli olmuştu. Hatta Demirel, hafta sonunda, Tahran'a gidip gitmeme konusunda tereddüte düşmüştü.

Şimdi yapılması gereken, Türkiye'nin bu noktaya nasıl vardığının serinkanlı bir tahlilidir.

Bir kere, Türk hükümeti ve Dışişleri bürokrasisinin bariz bir kusurundan söz etmek mümkün. Dışişleri Bakanı İsmail Cem, ABD gezisi nedeniyle Tahran'daki hazırlık toplantısına gidememiş, yerine Orta Asya'dan sorumlu Devlet Bakanı Prof. Ahat Andican gönderilmiştir.

Ayrıca hazırlık toplantısına Dışişleri'nden müsteşar ya da yardımcıları düzeyinde temsilci gönderilmemiş, genel müdür düzeyinde bir heyet yollanmıştır. Takviye olarak Cidde'deki büyükelçi Tahran'a kaydırılmıştır.

İkinci faktör daha vahimdir: Zirvenin yapıldığı günlerde, Ankara İsrail Savunma Bakanı Dışişleri Bakanı İzak Mordehay'ı ağırlamıştır; zirvede hassasiyet yaratacağı bilindiği halde...

Dış politika belli incelikler, zamanlama ayarları ve nüanslarla yürütülen bir alandır. Yüzyıllardan gelen güçlü bir diplomasi geleneğine sahip olan Türkiye'nin devlet yönetiminde bugün ne yazık ki bu incelikler kaybolmuştur. Bunun temel nedeni, devlet idaresindeki dağınıklıktır. Herkes bir tarafa çekince, bu tür sonuçların alınması kaçınılmazdır.

Ancak bunların ötesine geçen başka faktörlerden de söz etmek mümkün.

Türkiye, İsrail ile girdiği ani ve süratli yakınlaşmayı Arap alemi ile ilişkilerinde dengeleyememiş, geçmişte başarıyla korunan denge bozulmuştur.

Türkiye, ayrıca 1993 sonrasında başlayan Tansu Çiller döneminde, dış politikasını yalnızca ABD ile ilişkiler ve Gümrük Birliği hedefleri üzerine inşa etmiş, Arap dünyası gibi diğer ağırlık merkezleri ihmal edilmiştir.

Son olarak Refah-Yol döneminde Necmettin Erbakan'ın tasarrufları nedeniyle İslam alemi içindeki Tunus ve Fas gibi Türkiye'ye yakın ılımlı ülkeler de küstürülmüştür.

Ve bugünkü sonuca gelinmiş, gemi karaya oturmuştur.

Arap alemi karşısında alınan sonuç, Avrupa ile ilişkilerde girilen kritik dönemeçte belki yararlı da olmuştur. Türkiye'nin elinde ne gibi alternatiflerin olduğunu ya da olmadığını herkese göstermiştir.

Yazarın Tüm Yazıları